Son Dakika



Ars longa, vita brevis - denilebilir. Okumadığımız onca kitap, göremediğimiz onca film varken, 'yeniden'lere dönüşün, hele gitgide kalan vakit daralırken, mantıklı açıklaması yapılabilir mi?

Paris'te, eski film gösteren sinema sayısı yüksektir; bir kültür politikası uygulaması bu, destek veriliyor sinematekin yan kolu gibi çalışan salonlara. Son dönemde, eski filmleri sunan sinemalardaki az sayıda meraklıyı kaba tasnif amacıyla gözlemliyorum: Seyircilerin ortalama üçte ikisi, 50 yaş üzeri insanlardan oluşuyor. Bir kısmının 'yeniden' filmi görmeye gelenler olduğundan şüphe duymuyorum.

Nostalgia'nın 32 yaşındaki izleyicisini 60 yaşındakinden ayıran, yalnızca arada birikiminin, görgüsünün, yaşantı deneyiminin artmış olmasında aranmamalı: Yarı yarıya o artışın etkisiyle, yarı yarıya bambaşka bir düzlemde geçirdiği evrim nedeniyle ölçülerinde, ölçülendirişinde, kullandığı merceklerde farklılık(lar) kendini gösterir. Bir yapıtın daha önce sizi sarsmış kimi özelliklerini artık fazla bulduğunuz, bir yapıtta daha önce es geçtiğiniz bir boyuta bugün ulaşabildiğiniz olur. Yapıtın tarihi değişmez; sizinki genişlemiştir. Bir 'yeniden' okuma, bir bakıma da yeni, yepyeni okuma anlamını taşır.
İlk kez ya da yeniden: Nostalgia ayarında bir filmi gördüğüm salondan çıktığımda bir süre başıboş yürümek, sonra gidip bir kahve masasına ya da bir park sırasına oturmak, üst üste tüttürerek, bir başıma ve sessiz düşünmek gereksinimi duyuyorum. Bir kitabı okumayı bitirdiğimde, bir musikî yapıtını dikkatle dinledikten sonra da dışarı çıkmak isterim hep. Havayla, gökyüzüyle, ağaçlarla, gözümde bir sis tabakasına dönüşen kalabalıkla gövdem ve algılarım temas arar. Bilmem gördüğümü, okuduğumu, dinlediğimi hayata karıştırma ya da onunla yüzleştirme arayışı mıdır bu?
Nostalgia, bugün baktığımda, Rus'un Ateşle İmtihanı gibi bir altbaşlık istiyor. Oysa düpedüz bir su filmi, Tarkovski'ninki diye geçiriyorum hemen aklımdan, besbelli 'Bir Su Masalı'na sıçrayarak. Peşi sıra, üçüncü asal element çıkageliyor. Bir hava filmi Nostalgia, onun böylesine belirgin göründüğü pek az yapıt anımsıyorum.
27 yıl sonra, Tarkovski'nin allegorilerinde Slav duyarlığına özgü bir aşırılık bulduğumu söylemeliyim. Yer yer, gösterdiği yetmiyormuş gibi söylüyor. Ruslar, Nabokov bile, çok konuşur; yazdıklarında söz taşkınlığı olması handiyse gelenektir. Sinemada söz tasarrufu, edebiyattakinden bile önemli, çünkü görüntüyle, imgeyle her şey anlatılabilir aslında. Bana kalırsa, Tarkovski'nin iki kahramanından biri, Rus şairi daha az dile gelebilirmiş - madem filmin sonunda, deli 'hayat filozofu' bütün söylenecekleri söyleyecekti. Kurban'da işi daha da ileriye götürdüğüne değinmiştim, ama orada 'durum' farklıydı: Öleceğini, son filmini çektiğini bilen biri elbet içini boşaltacaktı.

Şimdi, sıraya Hrabal'ın romanı girecek, tezelden edinmek ve okumak istiyorum kitabı, denk getirebilirsem filmi görmek. Başlık, uzun ve uğultulu bir monolog vaatediyor. Konuşmaya yükleniyorum ya, sonsuz monologlara ölesiye düşkünüm gerçekte - romancı olsaydım, belki de Rus kesilecektim!

Enis Batur 
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)