O soruyu ben de sorayım:

Bunca sene içinde ne oldu da Sivas’ın hesabı sorulacak’tan, Sivas’ı unutma, unutturmaya döndübu dava? 

Kim ya da kimlerin eli değdi kaleme de dilimizdekihesap sorulacak” sav sözümüzü buharlaştırdı? 

2 Temmuz 1993’ten bu yana 30 yıl geçmiş. 31. yılındayız. Konuyla ilgili, daha önceden bir haber: 

Ankara 11. Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada, dosya zamanaşımı nedeniyle bir daha açılmamak üzere kapanabilir. Mahkeme, olayı "insanlık suçu" olarak değerlendirmezse, yıllardır kırmızı bültenle aranan 5 firari sanık, ceza almaktan kurtulacak. Bir önceki duruşmada Savcı Hakan Yüksel, “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüse iştirak”le suçlanan firari sanıklar için zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğunu savunmuştu. Bu sürenin de 2008 yılında dolduğunu söyleyen Savcı, davanın düşürülmesini istemişti. Talebe tepki gösteren mağdur avukatları, Sivas katliamınıninsanlık suçuolduğunu belirterek, davanın zamanaşımı kapsamına girmediğini söylüyorlar…” 

SEVR’CİLERİN SLOGANI...

Cumhuriyet tarihinin değil salt, insanlık tarihindeyse ancak Ortaçağ’da görülen böylesi bir kıyımın (katliam) yaşandığı en karanlık günlerden biriydi. 31 yıl önce, gözümüzün içine doldura doldura yaktılar 33 canımızı. 

Sevrciler, “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacaknaraları eşliğinde, Sivas’ta 33 devrimci şair yazar, sanatçı, düşünür devrimcilerle birlikte iki de otel çalışanını yakarak bir insanlık suçunu işletirler. Yavuz’un Çaldıran katliamının bir benzeriydi 20 yüzyılda, bu ülkede olan. Gözlerimizin önünde, tarihimize bir kara delik, kara bir leke olarak geçecek bu kıyını (katliam) yaşattılar, İslam adına... 

Aklıma, Pir Sultan Abdal, asılmaya götürüldüğünde, Hızır Paşa’nın “Taş atmayanı keserimemri üzerine, herkes Pir Sultan'ı taşlamaya başlar. Halk için savaşan Pir Sultan'ı, yine halk taşlamaktadır. Ama Atılan taşların hiçbiri Pir Sultan’a değmez. Pir'in Müsahibi Ali Baba'da can korkusundan Pir'e, taş yerine gül atar. Attığı bu gülden ötürü Pir Sultan yaralanır. Müsahibinin attığı gülden yaralanan Pir Sultan aşağıdaki ağıtı yakar: 

Şu kanlı zalimin ettiği işler,/Garip bülbül gibi zareyler beni,/Yağmur gibi yağar başıma taşlar,/İlle dostun gülü yareler beni!!!”

Asım Bezirci - Ayten Mutlu 

ORTAÇAĞ’I ARATMADILAR...

Bu ülke ve insanlık, Ortaçağ’da, Giardino Bruno’nun yakılışından bu yana, böylesi bir katliama tanık olmadı hiç. Aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu onlarca yazar, şair ve sanatçı, insanlığın gözleri önünde, bir otele tıkılıp üstlerine benzin dökülerek yakıldı. 33 sanatçı, yazar, halk ozanı, düşünür, şair ve gençlerden, ikisi otel çalışanı insan ve aralarında iki de katliamcı katilin bulunduğu 37 kişi cayır cayır 

Bu devlet, sünni İslamlığının rüştünü ispatlama adına, bu katliamın gerçekleşmesine, polisiyle, ordusuyla göz yumdu. Bile bile! Şimdi aynı devlet, buinsanlık suçuişlemiş canavarları zamanaşımıyla kurtardı! O gün seyreden devlet, bugün daha da ileri giderek, beslediği katillerini toplumun içine saldı. Bu toplumun vicdanı yoktur. En azından yarısının. Geri kalanı da darmadağınık. Biz mi? Bu ve benzeri yazılarla kendimizi aklamaya çalışıyoruz. Ama nafile

Rıgat Ilgaz - Asım Bezirci 

BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM'DE DEĞİL, TENTÜRDİYOT ŞİİRİNDE YAZMIŞTI ÖLÜMÜNÜ ŞAİR...

Behçet Aysan, Sivas’ta öleceğini “Beyaz bir gemidir ölümadlı şirinde değil, ilkin 1981’de İstanbul’da yazdığıTentürdiyotadlı şiirindekikerpiçler suya değince, ardıçlar/yıldızlar kadar uzakta toprak/savulunca havaya bir avuç kül/çiğnedim ölüler eti ve safrandizelerinde o anı hissetmiş ve yazmış. İki yıl sonra, Eylül 1983’te yazdığıAşkımız o kararanşiirinde ki şu dizelerinde; “bakın orda//bir adam saklanıyor/bir otel odasında”, ardından, 1984 yılında Alanya’da yazdığıZağnos Köprüsüadlı şiirindeki şu dizelerinde yinelemişti: “ve pirin ağacına/gölgemi astım”. 

Madımak’ı saran alevler, aslında ta o zamanlarda Behçet Aysan’ı sarmıştı çoktan. Behçet Aysan (ve diğerleri), ne Madımak yakıldığında yandı(lar) ne de katliamın baş sanığını bu devlet 18 yıl boyunca sakladığı için yandı(lar). Şimdi, şu anda yanıyorlar asıl. Bu davazamanaşımı”na uğratılıp, katiller salındı. İşte bu şu demekti: İçlerinde halk ozanları Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve Hasret Gültekin, şairler Metin Altıok ve Behçet Aysan, yazar Asım Bezirci ile karikatürist Asaf Koçak’la birlikte, genç, delikanlı kız ve erkeklerin olduğu 33 muhalif insanın, gencine yaşlısına, kadınına erkeğine bakılmaksızın biz böyle yakarız!... 

İLLE DE BİR NEDEN GEREKLİYDİ EN UYGUN ADAYDI AZİZ NESİN.

Aralarında yaralı yara almadan sağ olarak kurtulanlarla birlikte (Aziz Nesin (ö. 06.07.1995) Oktay Samur, Lütfiye Aydın, Kadir Ardıç, Cafer Can Aydın, Ahmet Bayram, Aydoğan Yavaşlı, Faruk Yalçın , Melahat Yavaşlı, H.İbrahim Darbiçer, Kamber Çakır, Ahmet Yapar, Lütfi Kaleli, Şaban Yılmaz, Serdar Doğan, Selahattin Özaslan, Gülay Şahin, Nurettin Darıka, Makbule Çimen, Sabri Kangal, Nuray Özkan, Birsen Gündüz, Bülent Daylaşlı, Mustafa Göktekin, Faruk Daylaşlı, Turan Keser, Bedia Atmaca, Erkan Kılıç, Şadiye Tanış, İnci Şener, Nevzat Çiğdamlı, Ali Sertaş, Ünal Altunay, Çiğdem Gülhan, Ali Uygur, Mecit Ünal, Hasan Yıldırım, Hidayet Özden, A. Turan Onak, Solmaz Yılmaz, Mustafa Kaya, Zülali Bilgin, Erdal Koç, Seyit İnat, Rukiye Güler, Ersin Güren, Adem Şahin, Salim Cebenay, Ercan Develi).. 

Yara almadan kurtulanlarla birlikte (Arif Sağ, Neval Oğan, Yıldız Sağ, Tuncay Yılmaz, Murtaza Demir, Demet Işık, Ali Çağan, Elif Dumanlı, Haydar Ünal, Murat Kılıç, Yüksel Yıldırım, İclal Karakuş,  Ali Balkız, Ertan Kartal, Ali Baştuğ, Ali Rıza Koçyiğit, Ali Doğan, Mustafa Türkan, Ayben Kop, Rıza Aydoğmuş, Ali Yüce, Mehmet Aydoğmuş, Nimet Yüce, Deniz Hunar, Celal Yıldız, Ferhun Ateş, Nurhan Metin, Cevat Geray, Cem Celasun, Gülsen Geray, Zerrin Taşpınar, Olgun Şensoy, Mehtap Yücel, Nuray Özkan, Hülya Kaderoğlu, Cevat Üstün, Battal Pehlivan, Hidayet Karakuş, Türkân Pehlivan, İ. Cem Erseven) 91 kişi. 

Bu katliamdan sağ olarak kurtuldu, kurtulmasına, ne var ki, bir de onlara sormak gerek, olaylar başlarken, olay anında ve otel yakılırkenneleri nasılyaşadıklarını… Aziz Nesin linç edilmekten son anda kurtulmuştu. Şimdi, bu büyük ağlatının (trajedi) ardından otuz biri yıl geçti. Yavuz’un bilmem kaçıncı göbek, “soyundanolmasa da “geleneğinden” soy aldıklarına inananların iktidarında, onlardan adalet beklemek, eskilerin demesiyleabeste iştigaldir”. Ve Pir Sultanca düşünüp söylemek, bu soylu şairin direncini dillendirmek yerinde olacak: "Kalsın benim davam divana kalsın".

Asım Bezirci - Gülsüm Cengiz 

Düşündüğümüz gibi oldu, bu mahkeme kuşkularımızda ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi. Sivas kıyınını (katliam), “insanlık suçuolarak kabul etmeyip, "insanlık suçu" işleyen katliam sanıklarına özgürlüklerini verdi 

Biz yazdıklarımızla acılarımızı çoğaltacağız, ölenlerin yakınlarının ise, her gün bir yenisi eklenen skandallarla acıları daha da artacak. Adaletin terazisi şaşmaz ölçülerini kaybetti. “Adalet” hanım, saraylı artık. Eskiden kör topal bir şeyler yürüyordu. Şimdi adalet, bir kedinin oynadığı, oynadıkça birbirine dolanan ip yumağına, hukuk da artıkguguklubir saate döndürüldü. Evlere şenlik bir adalet anlayış(SIZLIĞ)ı. Bağımsız iradelerini yitirmiş yargıçlar, mahkemeler. Rayından çıkmış bir lokomotife dönmüş demokrasi. Kötülük adına ne arasan var. Çare mi? Çare insanda. Dişe diş, göze göz, bu karanlığa karşı, her türden demokratik yöntemi denemek ve demokrasiden yana herkesin, "Ya istiklâl ya ölüm" diyecek bir ifadede buluşmaları gerek. Yoksa

 

UTANÇ BELGESİ: İNSANLARI YAKTIKLARI YERİ KEBAPÇI YAPTILAR...

Ne garip bir çelişki. İnsanlığın yakıldığı yere kebapçı açabiliyor ve orada insanlar gidip, utanmadan, sıkılmadan rahatlıkla kebap yiyebiliyorlar. Bu katliamın acısı henüz yeniyken. Bunları da yaşayıp görecekmişiz demek ki. Dahası, 33 kişinin yanarak can verdiği bu katliamı gerçekleştiren sanıklar, Ankara 11. Ceza Mahkemesi’nin, davanın zamanaşımına uğradığının kararını verip, sanıkları aklayan sıkandal yeni bir kararıyla, bu dosya bir daha açılmamak üzere, kapatıldı. 

Buna şaştık ? Elbet ki hayır! 

Bu katliam bir "insanlık suçu"dur. Mahkeme bunu böyle değerlendirmese de, yaklaşık yirmi yıldır kırmızı bültenle aranan katliam sanıklarından firari beş sanık da dahil, ceza almaktan kurtarılsalar da, işledikleri suçun, bir " insanlık suçu" olduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Gazeteden okuduğum şu satırlar tüylerimi ürpertti: 

“Bir önceki duruşmada Savcı Hakan Yüksel, “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüse iştirak”le suçlanan firari sanıklar için zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğunu savunmuştu. Bu sürenin de 2008 yılında dolduğunu söyleyen Savcı, davanın düşürülmesini istemişti. Talebe tepki gösteren mağdur avukatları, Sivas katliamınıninsanlık suçuolduğunu belirterek, davanın zamanaşımı kapsamına girmediğini söylüyorlar….” 

GÜLİSTAN" BAHÇESİNDEN SESLENSEK ŞİRAZİ GİBİ...

Bu çarpık tarihi değiştirmek elimizde. Olan bitene sessiz kalmamak, duyarlı her yurttaş, gücü oranında, hiçbir şey yapamıyorsa, avazı çıktığı kadar bağırmalı. Aklıma, İran ekininin (kültür) ve yazın tarihinin önemli düşünürlerinden Sadi Şirazi (1211-1300) geldi. 

XIII yüzyılda yaşamış olan bu büyük düşünür, ülkesini, Hindistan’ı, Arabistan’ı, Kuzey Amerika’yı ve Mezepotamya’yı dolaşmış. Düşün tarihinin yaratıcısı halkların ekinsel ve bilimsel birikimlerini özümsemiş. “Gülistan” (Çiçek Bahçesi) adlı yapıtında, insanoğlunun diyalektiğini ustalıkla yansıtan ve bize direnme gücümüzü geri getiren şu sözlerini anımsamanın tam zamanı: 

İki şey karartır ruhumuzu. Konuşmamız gereken yerde susmamız, susmamız gereken yerde konuşmamız. 

Bugünün Türk aydınına XIII. Yüzyıldan sesleniyor. Halkımızsa (ne halk ama), kendi yarattığı büyük tarihin altında eziliyor: 

“19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal’in, sömürgeci güçlere karşı koyduğubağımsızlık istenci’ni, toplumsal bir istenç olarak algılamış ve onun önderliğinde, devrim tarihine, ‘Kurtuluş Savaşları" kavramını armağan etmiş...” 1 

olmasının tarihsel bilincinin, kaçımız farkındayız acaba? 

Biz aydınlar bu halkı gerçekten tanıyor muyuz?

 

BİR UTANÇ BELGESİ DAHA: KURBANLA KATLİAMCI YAN YANA

Ne yazık ki bugün, ne bu halk o halk, ne de Türkiye o Türkiye’dir. Katliam kışkırtıcısının ve oradaki karanlık sürünün attıkları “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacaknaraları demek ki boşuna değilmiş. Bu duruma tepki gösterenler mi? Sesleri(miz) ancak 2010 yılına gelindiğinde duyulacaktı. Ve yıllar sonra insanlığın yakıldığı o yerde açılan o kebapçı kapatılarak, Madımak Oteli de kamulaştırılacaktıTarihin garip bir cilvesi midir, yoksa diyalektik bir olgu mudur bu bilinmez, “kurbanla katliamcı yan yanaMadımak Oteli’nde. Sesleri yükselenlerin ve otelde öldürülenlerin yakınlarının tüm talepleri Madımak’ın müze yapılması yönündeydi. Ne var ki, iktidar, müze yerinebilim ve kültür” (!) merkezine döndürdüğü Madımak’ta, trajikomik, utanç verici bir uygulamaya gitti: 

Anı köşesisaçmalığı adı verilen bir panoda katliamda yakılanlarla, bizzat katliama katılan ve ölen iki saldırganın adlarını yan yana yazdırıp otele astılar. Bu karar, salt otelde yakılarak katledilenlerin yakınlarını değil, duyarlı olan, vicdan denen mahkemede kendini yargılayan tüm yurttaşların yüreklerini bir kez daha kanattı. 

SONUÇ

İşin en utanç verici ve bu devletin raydan çıkmış lokomotiflerinden birinin yüreklerimizde açtığı bir başka yara ise, haberin devamında şöyle yazıyordu: 

Yargılandığı sırada firar eden 9 sanık içinde yer alan Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak’la ilgili çarpıcı bir gerçek yıllar sonra gün yüzüne çıktı. Her yerde aranan katliamın kilit ismi Cafer Erçakmak’ın uzun yıllar kentte yaşadığı, geçen sene ölümünün ardından gizlice gömülmesiyle ortaya çıktı. Erçakmak, ülkenin her yanında aranırken, tuhaf bir şekilde memleketinde bulunamamıştı. 

Utanılası bir başka skandallar bununla sınırlı, kalmadı elbet. Aynı haberde, yapılan DNA testi sırasında, 

Cafer Erçakmak’la ilgili bir skandal da kimlik tespiti sırasında geldi. Adli Tıp, Erçakmak’tan alınan DNA örneklerini, kan bağı