Şairler Ağa Ağa… Ahmet Necdet ve Osman Numan Baranus anıları / Erdem Cömert
Nisan akşamı, zemheri uzadı bu yıl balkonda oturamıyoruz henüz. Sokağa çıkma yasağına rağmen penceremden çıkarıyorum kafamı zeytinliklere doğru. Hava kapalı ama yağışsız. Karşımdaki bodur zeytin ağaçlarına bakarak tekrarlıyorum usumdaki şiir kırıntılarını: “Ağaçtım ağamadım / Yağmurdum yağamadım” Bu dizeler Mudanya iskelesindeki çay bahçesinde, yirmi yıl önce yaratılırken oradaydım. Ahmet Necdet (SÖZER)‘in dizinin dibinde. Kocaman gözlüklerini düzelterek , dik ama sevecen bakışlarıyla Taz Dağı’nın doruklarını şöyle bir yoklayıp gözlerini yumdu. “Ağamadım ben de bir türlü Erdem’cim” dedi. “Saçım sakalım ağardı ama ben…” Sustuk. Yutkundum. Ümmi bir vahiy katibi özeniyle ezberime almaya çalışıyordum dizeleri. Sessizliği elinde edebiyat dergileriyle gelen Halim (Çiftçi) abi bozdu. Dergilere para vermiyorduk. Poşetli olmayanlarını ödünç veriyordu gazeteci Sadettin abi. Yıpratmadan okuyup rafa geri koyuyorduk. Ne çok edebiyat dergisi vardı o zaman. Şimdiyse param var ama o dergiler yok. Çay söyledik. Dergilere gömüldük. Çok sevdiğimiz şairleri sorduk Ahmet Necdet’e, tanıdıklarından yeni haberler, bilgiler verdi. Onlarla tanışıyor olmasak da arkadaş olduk. Gönendik. Ahmet Hocayı hem kıskanarak hem de öykünerek dinledik. Söz verdi Beyoğlu’nda “Akşam Sefası” na gidecektik. Saygı Yağmurdereli’nin yerine. Masamızda kimler olmayacaktı ki: Ataol Behramoğlu, İbrahim Baştuğ, küçük İskender, Zeynep Aliye, Miziyev... Hepsi bizimle de arkadaş olacaktı. Kasabaya döndüğümüzde biz de gönenerek ve biraz da süsleyerek anlatacaktık yaşadıklarımızı. Gerçi bunları yaşadık ve sözler tutuldu da… Neyse ben yine o güne döneceğim. Ahmet Hoca’nın dilinde ballanan dizelere: “Ağaçtım ağamadım...” Kahve söyledik. Günde bir kere içerdi. Kahveler gelirken incecik bedeni, incecik gülüşü ve ince sözcüğünü kullanmadan niteleyemeyeceğim kişiliğiyle Osman Numan Baranus girdi kapıdan. Aylardır uğraştığı şiir kitabında dizgiciler çok üzmüşlerdi ustayı. Lena’ya bin bir sözcük içinden en güzelini seçmek için sabahlara kadar özenen şaire ne uygunsuz sözcükleri dedirtmeyi başarmışlardı. Yürek gücü bozuktu. Gergindi. Baranus için sözcükler şiirin şekli değil ana unsuruydu. Sözcükler uyrukluktu, kimlikti, milliyetti ve bunların bozulmasına direnmekti. Öztürkçe sözcükler kullanırdı özenle. Şiir sözcüğünü de kullanmaz ÖZ-ÜN derdi. Öz ve kısa seslenme değil miydi şiir? Şair yerine de Özünmen denmeliydi. (Şu anda salonda uyuyan 3 aylık kızıma ÖZÜN ismini verdiğimi ona söyleyememek ne kadar üzücü. Duysa ne çok sevinirdi.) Ahmet Necdet’le Osman Numan Baranus saygıyla selamlaştılar. Ben heyecandan ayağa kalkmıştım. Bana gelen kahveyi ikram etmek istedim Baranus’a. “Bugünkü kahvemi içtim” dedi. Ondan mıdır bilmem ben de günde bir kere içerim. Sohbet başladı. Ahmet Necdet İstanbulu, Pangaltını, Erzurum’u, Fransayı birbirine ulayan bir anı seçti. Güzel anlatırdı. Heyecanla dinledik. Lafı yine şiire getirdi “ağaçtım ağamadım” diye. Baranus en ince ses tonuyla ve karşısındakini incitmekten korktuğunu belli edercesine sordu: “ağaç sözcüğü ağmak kökünden gelir ancak anlayamadım siz ağmak sözcüğünü yukarı doğru yükselme olarak mı kullanıyorsunuz yoksa aşağı doğru sarkma anlamında mı?” Ahmet Hoca “ ağmak yukarı doğru olur” dedi. Sesi sert ve üniversite hocalarına özgü netlikteydi. Biri altmış yedi diğeri yetmiş yaşında beyefendiliğiyle ünlü iki şair birden sert bir tartışmaya girdiler. Baranus halk edebiyatından örnekler verdi. (Baranus 1999- 2002 arasında Mudanya'daki evinde yaşadı.) Kayserili olduğu için İç Anadolu türkülerini bilirdi. “Yozgat Sürmelisi”ndeki “Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış/ yağmurun güllere yağdığı gibi / Kaşın çeğmelenmiş kirpik üstüne / Havada bulutun ağdığı gibi aman” dese de Ahmet Necdet o türküdeki bulutun da yukarı doğru hareket ettiği savını ileri sürdü. “Yozgat sürmelisi”ne bile itibar edilmemesine kızan Baranus hiddetle ayağa kalktı. Bir şey demedi. Masayı terk etmek üzereyken Ahmet Necdet “o halde” dedi “sözlüğe bakalım”, “Bakalım “ diye savlaşmayı sürdürdü Baranus. Ahmet Necdet “Derleme Sözlüğü olmaz ama” deyince çileden çıktı Baranus: “Derleme Sözlüklerinde Anadolu halkının Orta Asya'dan beri çıkınında taşıdığı sözcükler var onları nasıl kabul etmezsin?” Ahmet hoca ise Baranus’tan daha sakin “ben biliyorum onların nasıl yazıldığını gidiyorlar bir köye köyün delisine de velisine de soruyorlar ne duyuyorlarsa yazıyorlar” diyerek küçümsedi tarama sözlüklerini. Tartışma burada noktalandı. Savlaşmayı daha fazla sürdürmediler. Birbirlerini ikna edemeyeceklerini biliyorlardı. Ama biri olmadığında diğeri mutlaka bu “ağmak” tartışmasını açıyor örnekler veriyordu. Utanarak söylüyorum ama ben saygımdan ve korkumdan hangisiyle konuşsam onun savını destekliyordum. Ağmak aşağı doğru mu olur yukarı doğru mu? Hâla bilmiyorum. Halim abiye göre ise aşağı doğru da olur yukarı doğru da. O gün demedi bunu sonra düşünüp buldu. Deseydi keşke ve uzlaşsalardı. Baranus’un ölümünden sonra bir sözcük için küsmenin hüznünü ve pişmanlığını şair kavgası sözcük yüzünden olur diyerek 5 yıl daha sakladı Ahmet Necdet. İkisi de ağdılar şimdi... Kimi yere kimi göğe… Erdem Cömert (Mudanya) Gercekedebiyat.com
YORUMLAR