Postmodernizm öldü tarım toplumu geri geliyor!
Sıkışan kapitalist devletlerin siberuzayda kontrol ve sansür yasalarını tek tek çıkarmaya hazırlandığını görmek zorundayız
İstanbul Esenyurt'ta bir inşaatın şantiyesinde işçilerinin kaldığı çadırlarda çıkan yangın sonucu 11 inşaat işçisi hayatını kaybetti. (*) İnternet, onun sağladığı olanaklar, ortaya çıkardığı sorunlar, çelişkiler, hız, bireylerin “siberuzaya göçü”(1) öncesinde yaşadıklarının aksine, daha çok iletişim kurmaya başlamaları, başkaları tarafından görünür olma arzularını kamçılayan paylaşım siteleri, giderek kendi var etme alanı olarak görmeye başladığı siberuzay (ya da dilimize yerleşmiş biçimiyle sanal âlem) ve yaşanan bu teknolojik devrimle birlikte değişen, dönüşen bilgi edinme araçları, bilgiyi kullanma biçimi, giderek de bu ortamda ortaya çıktığı iddia edilen bir edebiyat türü, sanat biçimi... Gerçekten böyle mi, diye sorarak başlanan bir yazıydı bu ama işte yukarıya aldığım, “internetten” gelen bir haberle kesintiye uğrayan bir yazı şimdi. Bütün yazdığım sorunları tartışacak bir yazının böyle bir alıntıyla başlaması tuhaf da gelebilir, gelmeli belki de. Siberuzay dediğimiz ve dünyanın küçük bir bölümünün yaşadığı olanaklar alanının dışında “yakıcı gerçekleriyle bir hayatın” sürdüğüne dair çarpıcı bir tokat. Bugün itibarıyla siberuzay denen interneti kullanan insan sayısı dünya nüfusunun ancak yüzde otuzuna ulaşmış bulunuyor da onun için. Tıpkı temiz suya ulaşamayanların, elektriğe ve hatta telefona ulaşmayan büyük bir çoğunluğun da siberuzayın dışında hâlâ varlığını sürdürmeye çalışması gibi. Şunu kabul etmek gerekiyor her şeyden önce: Siberuzayın yaygın bir şekilde evlerimize kadar gelmesi daha doğrusu dünyaya yayılması reel sosyalizmin çözülmesinden sonra ortaya çıktı. Bu aynı zamanda “küreselleşme” çağına girişin de habercisi oldu. Dünyayı kapitalist bir pazara dönüştürmek isteyen büyük sermayenin para hareketlerini kolaylaştırmak, gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin piyasalarını kendi hareket alanları içine kolayca katmak ve bugün başlarına büyük bir yapısal kriz çıkaran finans sermayesinin daha da özgür hareket etmesini sağlamak için oluşturulmuş bir “ağ devletleri ve toplumları”(2) olarak örgütlenmiş küresel bir dünya. “Ağ toplumu, ağlar oluşturma mantığı etrafında merkezsiz, hiyerarşi içermeyen, yatay ilişkilerin hâkim olduğu bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak” tanımlandı. Endüstri toplumunun ve devletinin ortaya çıkardığı “sınıfsal” ayrımların eridiği, sendikalardan, sınıf mücadelesinin getirdiği mücadele biçimlerinin artık bittiği bir devlet ve toplum. Emeğin ortak hareket edemediği, sermayeninse ortak ve birlikte hareket edebildiği emekten yana örgütsüz ama sermayeden yana gayet örgütlü bir “ağ devletleri” demekti bu. Bu anlamıyla da dünyanın artık bir sanayiye ihtiyacı yoktu. Dünya üzerinde engelsiz olarak gezen para bütün sınıflar için ayrımsız bir refah yaratacaktı. Bu anlamıyla artık ulus devletlere de gerek yoktu. Böylece hizmet sektörü denen gerçek bir değer üretmeyen, geçici ve uçucu bir refahın “günlük” olarak bize ulaştığı iddia edilen bir postmodern dünya yapısı yaratılmaya çalışıldı. Bu dünyada emek de “taşeron” ve “sendikasız”, örgütsüz olarak “merkezsiz” hale getirilirken “hayatı yaratanın emek” değil “sermaye” olduğu algısı yaratıldı. “1960'ların karşı kültür hareketinin siberuzayda hissedilen idealist ve bir dereceye kadar safiyane ruhu, 90'larda Silikon Vadisi'nin hiperkapitalizmi karşısında büyük ölçüde yenik düşüyordu. Siberuzay göz açıp kapayıncaya kadar reklamlara boğuldu ve sanal dünya giderek çokuluslu şirketlerin denetimi altına girdi.”(3) İşte Esenyurt'taki işçiler, bu hiperkapitalizmin mabedi olarak kabul edilen hizmet sektörünün AVM (alışveriş merkezi) inşaatı sırasında yanarak öldü. Bilgi Çağı mı demiştiniz Endüstri toplumu çözülmüş yerine enformasyon toplumunun “bilgi çağı” gelmişti. Ama bu “bilgi”nin enformasyon toplumuna nasıl sunulacağı, nelerin sunulacağı ve bu bilgi bombardımanı altında insanların o bilgileri nasıl işleyeceği konusunda kafalar karışıktı. Özellikle 2008 yılına kadar kontrolsüz şekilde dünyayı birer atık (zehir) kâğıt olarak dolaşan finans sermayesi patladı. Kapitalist ülkelerin geldim geliyorum diyen bu kriz karşısında özellikle bu sermaye hareketinin ortaya çıkardığı bir orta sınıfı hedef almaya başladı ancak kriz o kadar büyüktü ki bu yeni orta sınıfın işten çıkarılmasıyla çözülebilmesi de mümkün değildi. O zaman endüstri toplumunun yarattığı ayrıcalıklar emekçi sınıfından geri alınacaktı ve kapitalist ülkeler sömürdükleri ülkelerin emekçilerin yaptıkları baskılarla elde ettikleri sömürü sermeyesinin kendine yetmemesi sorunuyla da karşılaştı. İşte bu nokta da “zaten endüstri toplumunun yarattığı refah toplumundan yeterince pay alan tembel işçi ve emekçi sınıfların kazanımlarına” yönelecekti.” Bu yalanlara enformasyon toplumunun medyası ve internet de katılarak emekçilerin merkezsiz ağ toplumu için fazla gelen refahını gözden çıkararak “ulus devletleri”ni ayakta tutması için özveri göstermesi istenecekti. Ama gelinen noktada hiç de beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. Dünyanın büyük kapitalist ülkelsi kendi işçi sınıfından hem de örgütlü biçimde direnişle karşılaştı ve bu mücadele halen sürüyor. Bu anlamda Yunanistan işçi sınıfı başta olmak üzere, İngiltere, İrlanda, Portekiz, İspanya gibi ülkelerin emekçi sınıflarının, “ağ toplumu ve devleti”nin kendilerine önerdiği bireysel “kimlik”leri ve “tercihleri”nin yeterli bulunması ve bu kimlikler ve tercihler etrafında siberuzaydan da yararlanarak özgürlüklerini var etmesi önerisini reddetmesi anlamını da taşıyordu. Bu aşamaya gelindiğinde ağ toplumu ve devletinin başka bir gerçeğiyle karşılaşıldı: “İşverenle çalışan arasındaki toplumsal sözleşme geleneksel endüstri toplumunda tanımlanmış tazminat, sosyal güvenlik ve iş güvencesi dayatamayacaktı. Ağ toplumunda ve devletinde emekçi sınıflar çalıştığı şirkete ve işine adanmış, fazla mesai için ücret talep de etmeyen” bir sınıfı talep ediyordu. Ancak kapitalizmin yapısal kriziyle ortaya çıkan direniş hareketi bu talep edilen ve sosyalizmin çözülüşünden kriz anına kadar kabul edildiği varsayılan talebin hiç de öyle kabul edilmediğini de gösteriyordu. Sermaye sınıfı irkildi: Hayalet geri mi dönüyordu? Emekçi sınıfların şu andaki yanıtıysa şu oldu: Hiçbir yere gitmemişti ki. Bu gelinen aşamada küreselleşme çağında, ağ toplumu ve devletinde emekçiden kabul etmesini beklediği toplumsal sözleşmenin reddini kabul edemezdi ve endüstri toplumunda sınıf hareketlerine karşı kullandığı polis ve asker gücünü devreye soktu. Ağ toplumu ve onun ortaya çıkardığı iddia olunan “kimlik”ler de “emek ve ezilen” kimliğinde bulunmaya başlıyor ve doğrudan sermayenin kendisine yöneliyordu. Hem de bu direnişin önemli bir kısmı “ağ”ın yani siberuzayın içinde örgütleniyordu. Emekçi sınıflar bilgiyi gerçekten kullanmaya başlamışlardı ama hiç de “bilgi çağı”nın beklediği biçimde değil. Endüstri toplumunun mücadele tarihi bilgisine ulaşmak için. Yine de bu gelişmeler kapitalizmin ortadan kalktığı göstermiyordu. Göstermiyordu ama “ağ toplumu ve devletin”de öneminin azaldığı ileri sürülen, büyük fabrikaların ve en önemlisi “tarım”ın geri dönüşünü de yakın bir zamanda yaşanacağının işaretlerini gördük. Özellikle petrol ve doğal kaynakları tükenen ülkelerin ve kapitalist ülkelerin de enerji yolları ve bu enerjiye ulaşmak için gösterdikleri kendileri için aşırı pahalı maliyet (savaş, insani işgal, terorizm bahanelerini anımsayalım) ve özellikle tarım ürünlerinden elde edebilecek daha ucuz maliyetli biyo-yakıt vb. ürünlerin keşfi tarımın önemini tekrar bu ülkelerin gündemine taşıdı. Yine kullanılabilir suyun azalması, ithal tarım ürünlerinin ithalinin (İhracatçı ülkelerin -Rusya gibi- kendi ülkesi için ihtiyacının artması...) zorlaşması da göz önüne alarak yoksul Afrika ülkeleri başta olmak üzere yine azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tarım alanları satın almak veya kiralamak yoluna gittiklerini gördük. Bu anlamda satan ve kiralayan ülkelerin hükümetleri kendi halkına zorla göç ettirme, tehditle topraklarında sürmeye çalışmaları bu ülkelerin tarım nüfusunda önemli bir direniş başlığı olarak öne çıkmaya başladı. Hatta “kiralık ülke”, “satılık ülke” kavramlarını daha çok okumaya başladık. Bu başlık da kapitalist ülkelerdeki finans krizi gibi toplumun başka kesiminde direniş nüvesi taşıyor. Eğer kendi ülkelerinin ve gelişmiş ülkelerin ilericilerinin bu başlıkta daha fazla dikkat çekmeyi başarırlarsa “ağ toplumu ve devletinin” ve enformasyon toplumunun aştığı iddia ettiği bütün endüstri toplumu çelişkileriyle baş başa kalacağız demektir. Yine AB'nin sosyalizmin çözüldükten sonra AB'ye kattığı eski sosyalist ülkelerin tarım emekçilerini kendi ülkelerinde ucuz emek olarak kullanmaya başlaması bu ülkelerin içindeki tarım kesiminde büyük tepkiler yarattı. Batı ülkelerinde kendilerinin köle ve plantasyonu andıran şartlarda çalıştırılmaları (Örneğin İtalya'da ve Hollanda'da lale bahçelerinde plantasyon şartlarında çalıştırılan Polonyalı tarım işçileri...) Avrupa içine sosyalizmin geri dönüşü korkusuyla katılan ülkelerle, merkez kapitalist Avrupa ülkelerinin arasında oluşan büyük hiyerarşi, son finans kriziyle Yunanistan'a yapılan düyunu umumiye muamelesine kadar varan şartların dayatıldığı halkların onurunu zedeleyen şartların oluşmasına karşı “merkezsiz, hiyerarşisiz, hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu, hiperkapitalist ya da kapitalizm ötesi olarak adlandırılan küresel (ya da ağ) sistemine karşı direnişin örgütlendiğinin en büyük göstergesi. Küresel kapitalist ve postmodern çağ çatırdıyor. İşte bütün bu boyutlarıyla sosyalizmin çözülüşünden sonra ortaya çıktığı varsayılan ağ toplumun (ya da postmodern toplumun) devletinin bildiğimiz kapitalist ülkeler gibi davranmaya başlaması beni hiç şaşırtmayacak. Tabii bu varsayılan ağ toplumu etrafında akademi ve sosyal bilimlerde örülen kültürel ögelerin de sorgulanmasını birlikte getirecektir. Kültürel çalışmalar, internette ortaya çıkan edebiyat metinleri, hipermetinler, monitör çağı gençliği, matbaanın sonunun geldiği, buradan çıkan kültürel boyutlar oluşturulmuş yine yirmi yıldır pompalanan kocaman bir teori bütünü de önümüzde duruyor. Siberuzay ya da sanal alem ya da internet (Ben siberuzay kavramanı daha doyurucu buluyorum.) bütün bu süreçle birlikte ortaya çıkmasına rağmen sürecin muhalefetine de zemin oluşturacak düşüncelerin ve eylemlerin taşıyıcısı olacaktır. Bundan geri dönüş olmayacaktır. Egemen sınıfların kendileri için yarattığı bir araç emekçi ve ezilen sınıflar için doğru kullanıldığında çok büyük olanak taşımaktadır. Yine de bu olanağın sadece bizim farkında olduğumuzu düşünmemek gerekir. Yukarıda saydığımız çelişkilerle birlikte sıkışan kapitalist devletlerin siberuzayda kontrol ve sansür yasalarını tek tek çıkarmaya hazırlandığını görmek zorundayız. (*)http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=321494 (12 Mart 2012 Pazartesi gecesi saat 12:17) 1- Kavram Jos de Mul'un Siberuzayda Macera Dolu Bir Yolculuk (çev: Ali Özdemir, 1. Basım 2008, Kitap Yayınevi) adlı kitabından alındı... 2- Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Bilgi Üniv. Yayınları... 3 Cilt olarak... 3- Jos de Mul, agy, s.9 Nihat Ateş Gerçekedebiyat.comEnformasyon (Ağ) Toplumu mu demiştiniz
Tarımın geri dönüşü
YORUMLAR