Son Dakika



Peyami Safa'nın 1956 yılında Milliyet gazetesinde, Abdülhamit'in kızına 'Ayşe Hanıma Açık Mektup' başlığıyla yazdığı mektuplarda, Abdülhamit'e sert eleştiriler yaptığı görülüyor.

Yazar Mine Kırıkkanat Cumhuriyet'teki köşesinde Peyami Safa'nın bu yazılarını 'Muhafazakâr kesimin önde gelen yazarlarından Peyami Safa*’nın Milliyet gazetesindeki Objektif köşesinde yayımlanan 26 Nisan 1956 tarihli yazısıdır' diyerek yayınladı.

İşte o yazılar:  

Ayşe Hanıma Açık Mektup

Size inananlar, babanız için tarihin yalan söylediğine hükmedeceklerdir. Bize merhametin, şefkatin ve bütün iyi insan vasıflarının bir müstesna adamda toplandığını söylemek istiyor ve bu fazilet abidesine “Sultan Hamit” adını veriyorsunuz. Türkiye’nin en güzel magazini “Hayat” da bazı klişelerin altına yazdıklarından anladığımıza göre, yazık ki sizin gibi düşünüyor. Öyle olmasaydı, hatıralarınızı neşretmezdi.

Fakat Osmanlı tarihi, zalim ve müstebid Sultan Hamit için veya, Avrupalıların diliyle “Kızıl Sultan” için, sizler gibi düşünmüyor.

Muhterem pederiniz bir kaatildir. Ayşe hanım! Hem de bir defa değil, birkaç defa kaatil! Mithat Paşa’yı Taif’te boğdurmuştur, babam İsmail Safa’yı Sivas’ta öldürmüştür. İki yaşımda yetim kaldığım tarihtenberi başıma gelen felaketlerin de müsebbibi haşmetlû ve faziletlû pederindir, Ayşe hanım. 

SUÇLARI HÜRRİYETE İNANMAKTI

Mithat Paşa’nın da İsmail Safa’nın da suçu hürriyete inanmaktı. Onlar Namık Kemal gibi babanızla pazarlığa girişip rahat döşeklerinde ölmediler. İnandıkları mukaddes mefhum için kayıtsız şartsız mücadele ettiler. Muhterem pederiniz, onları siyasi tarihin en kahpece metodlarını kullanarak öldürmekle kalmadı, “vatan”, “millet”, “hürriyet” mefhumlarını da katletti, lügatlardan sildi ve onları fısıldaşan memleket evlatlarını uzak diyarlara sürdü.

Kardeşi kardeşten ettin, validi evlattan

Ey Halife. Söyle, farkın var mıdır cellattan

Tarihle muvazi olarak hür edebiyatımızın babanız hakkında verdiği hüküm de budur, muhterem Ayşe hanım.

Sizden bütün bu hakikatleri yazmak cesaret ve faziletini beklemek hatırımızdan geçmez. Böyle bir mahlukun kızı olmak talihsizliği, kolayca kabul edebileceğimiz bir mazerettir. Memleket de bunu kabul ettiği için, sinesinde barınmanıza razı olmuştur. Fakat ona karşı bir tek vazifeniz vardı: Susmak! İşte bunu bile yapmadınız. 

TARİHTE İSTİBDAT, TAHRİFTE FAZİLET

Bütün hür milletlerin istibdatla kollektif bir mücadeleye girdikleri ve Türkiye’de babanızın pençesinden zorla koparılan demokrasinin betonlaştırılmak istendiği bir tarih anında Osmanlı İmparatorluğu’nun en müstebid, cahil ve en hain hükümdarına Türk milletini ısındırmaya çalışıyorsunuz. 

Eğer hatıralarınızın tarihi bir vesika değerini taşıyan doğru tarafları varsa ve bunların sadece sizin müşahedelerinizden ve iddialarınızdan ibaret olmadığını gösteren delillere sahipseniz, bunları Türk Tarih Kurumu’nun incelemesine tevdi edebilirdiniz. Bunu yapmayıp da hakikate uygunluk derecesi meçhul hatıralarınızı büyük okuyucu kitlelerine anlatmayı tercih etmeniz, tarihe hizmetten başka niyetlerle hareket ettiğinizi elbette hatıra getirir, Ayşe hanım.

SUSMAK ERDEMDİR, O DA BUNLARDA YOK!

Görülüyor ki faziletlû pederiniz, size haksız olduğunuz hallerde susmayı ve başınızı öne eğmeyi de öğretmemiş. Öyle yapsaydınız, ızdıraplarına hâlâ saygı göstermediğiniz bir milletin kalbinde, otuz üç sene süren kanlı bir istibdat devrinin yarasını tırnaklamaz ve korkunç hatıraları ayaklandırmazdınız. 

Susunuz, Ayşe hanım, susunuz. Meşhur mesele göre, bazan susmak, babanızın memleket ve hürriyet düşmanlarına, hafiyelere ve jurnalcılara dağıttığı altınlardan çok daha kıymetlidir, Ayşe hanım.

PEYAMİ SAFA’NIN MİLLİYET GAZETESİNDEKİ OBJEKTİF KÖŞESİNDE YAYIMLANAN 6 MAYIS 1956 TARİHLİ YAZISI:

HİÇBİRİNİZİ KIRMAK İSTEMEZSEM...

Eğer hiç kimseyi kırmayan bir yazar olmak istiyorsanız tek kelime yazmaz olmanız lazımdır. Herkesin aynı fikirde olduğu bir dünyada değiliz. 

Ayşe Hanıma yazdığım açık mektup üzerine, evvela, evimin ve gazetedeki odamın telefonları ötmeye başladı. Her biri ayrı ayrı mevki ve değer sahibi okuyucularımız, hüviyetlerini bildirdikten sonra, en kuvvetli teşekkürü zayıflatacak bir teveccüh ve iltifat coşkunluğu ile beni tebrik ettiler. Sonra mektup mektup üstüne. Büyük Millet Meclisi azalarından, kadın teşekkülleri reis ve mensuplarından, üniversite profesör, doçent ve gençlerinden teşekkürler. Fakat bunun tam zıddına birkaç da tezyif, tahkir, tehdit mektubu. Ya imzasız; ya imzaları okunaksız ve hepsinin de hüviyetleri meçhul. 

Bunlardan bir zat-ı şerif, Ayşe Hanım için şöyle diyor:

“Dünyanın en asil familyasına mensup bir sultandır o. Mahalle karısı Ayşe değil...”

VATAN DÜŞMANI ABDÜLHAMİT

Bu okuyucumuz, Sultan Hamit’in kızına “Sultan” demeyi Türk kanunlarının yasak ettiğini bilmiyor. Fakat başka bir okuyucumuz da tam aksi görüşle Ayşe Hanıma “Hanım” denmesini çok buluyor ve şöyle diyor:

“Ona, vatan, millet ve hürriyet düşmanı Abdülhamit’in kızı diyecektiniz. O babasını müdafaa etmekle millet huzurunda bu damga ile anılmağa hak kazanacak. Sizden bir ricada bulunuyorum: Abdülhamit’e ve onu kızının gözü ile tanıtmak isteyenlere lanet okuyunuz!”

Ayşe Hanıma açık mektubumda Mithat Paşa’nın ve İsmail Safa’nın Namık Kemal gibi Sultan Hamit’le pazarlığı kabul etmediklerini yazmıştım.

İki okuyucumuzu, Namık Kemal’in bu memlekette vatan aşkını ve hürriyet heyecanını ilk şakıyan şairimiz olduğunu tekrarlayan birçok yazılarımı okumamış olacaklar ki bana lavlar püsküren mektuplar göndermişler. 

NAMIK KEMAL’İN MİDİLLİ’Sİ

Fakat -garip tesadüf- diğer iki okuyucumdan biri, bana Namık Kemal’in Sultan Hamit’e dehalet etmek ve özür dilemek için yazdığı mektupların Türk Tarih Kurumu tarafından neşredildiğini bildirdi. Öteki okuyucum da şu anekdotu hatırlattı:

Sultan Hamit’in birisine cins bir Arap atı hediye ettiğini duyan ve Midilli’ye mutasarrıf olmak için yanıp tutuşan Namık Kemal şöyle demişti:

-Filan zata at ihsan buyuran Padişahımız bize bir Midilli’yi çok mu gördüler?

Bu söz üzerine, sürgün bulunduğu Midilli Adası’nın mutasarraflığına tayin edilmiş. 

KULLANIŞLI CEHALET, JURNALCI LİYAKAT

Evet. Eğer hiç kimseyi kırmadan Sultan Hamit’den ve kızından bahsetmek istersem şöyle yazmalıyım:

Taif’te Mithat Paşa’yı boğduran, Sivas’da İsmail Safa’yı öldüren, daha nice vatan evladını sürdüren ve süründüren, memlekete Avrupa’dan kitap, mecmua ve gazete gelmesini yasak eden, hafiyeliği ve jurnacılığı rütbe ve makam elde etmenin şartı haline getiren, fazilet; adalet; ilim ve irfan hamisi cennetmekân Sultan Hamit-i Sani Efendimiz Hazretlerinin kerim-i iffet vesimeleri Ayşe...

Nasıl? Yine mi olmadı? 

Y. N. GÜNÜMÜZ İKTİDARININ ABDÜLHAMİT EMPATİSİ

İkinci Abdülhamit’in Hariciye Nazırları (Dışişleri Bakanları)  1878’den 1908’e Aleksandros Karateodori Paşa, Gabriel Paşa, Sava Paşa; Hazine-i Hassa Nazırları Agop Ohannes Kazazyan, Mikail Portakalyan ve Ohannes Sakız oldular. Maliye Nazırı, 1885’ten 1891’e Agop Ohannes Kazasyan Paşa’ydı. Nafia (Bayındırlık) Bakanı Ohannes Çamiç, Aleksandr Karatodori Paşa’ydı. Ticaret ve Ziraat Nazırları, Bedros Kuyumcuyan ve Gabriel Noradonkyan efendilerdi. Keza ayan üyeleri ve elçileri de imzaladığı kapitülasyonlarla ülkeyi de devleti de teslim ettiği Batılı emperyalistlerin üstün haklarla donattığı azınlıklardan oluşuyor, böylesi Abdülhamit’in de işine geliyordu. 

Çünkü Abdülhamit, bir Türk düşmanıydı, değerli okurlarım. 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni batırmakta olan iktidar ve yandaşlarının Abdülhamit aşkı; iki yüz yıl arayla aynı düşmanlığı güdüp aynı ihanetin içinde olmaktan doğan bir empati halidir.

* PEYAMİ SAFA (1899-1961) Muhafazakâr, milliyetçi, antikomünist yazar ve gazeteci. Server Bedi takma adıyla çok sayıda roman yazmış; Fatih Harbiye ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserleri MEB tarafından ortaöğretim öğrencilerine tavsiye edilen 100 temel eser listesinde yer almış, bazıları sinemaya ve dizilere uyarlanmıştır.

Mine Kırıkkanat
(Cumhuriyet)

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)