Özdemir İnce’de eleştirel yöntem üzerine Mevsimsiz Yazılar
Birçok kez yineledim, yeniden ve bir kez daha yinelemekte sakınca yok. Yaşadığımız çağ, yönlendirenlerin kurallar koyduğu, kendi koydukları kuralları çiğnemekten kaçınmadıkları bir dönem. Sermayeden yana işleyen bir sistem karşımızda. Sanatın kuralları değil bunlar. Hiçbiri sanatsal ve topluma yarar politikalar, ilkeler değil geçerli olan. Sanat, işlevini yitirmiş, anamalcı düzeni erekleyen saldırı imha silahlarıyla donatılmış, metalaştırılmış. Bedeli ödenerek kullanılabilen, alınıp satılabilen, içi ne kadar kötü olursa olsun, yapılan ve satışı gerçekleşen yalnızca ambalajıdır. Sanatın yerel, evrensel yasaları yok sayıldığında, geride orman yasaları kalıyor. Böylece yazar ve okur ortadan kalkıyor, meydan alıcı ve satıcıya kalıyor. ‘Menkul Kıymetler Borsası’ gibi ‘Kerameti Kendinden Menkul Kıymetler Borsası’ olmaya doğru hızla yol alıyor. Bu borsayı sermayenin ticari kaygıları ve çıkarları belirliyor. Ticaret Yasaları yaratıcılığın yerine geçiyor. Belirleyici olan paranın gücü ve satın alma özelliği. Yazarlar ve şairler kendilerine tanınan sınırlar içinde ve ona bu olanakları sağlayanların çıkarlarına dokunmaksızın yazarlık ve şairlik yapıyorlar. İçlerinden gelen ses, yaratıcılıklarının sesi değil, ona fısıldayanların sesidir. Bu ses kapitalizmin, yenidünya düzeni, küreselleşme adı altında dünyaya dayattığı sistemin sesi. Bu ses, düşünmemeyi, sorgulamamayı, üretmemeyi önermektedir. Kapitalizmin sahte peygamberler ve sahte kutsal kitaplar aracılığı ile insanlara getirdiği yeni dindir! Sanatın poetikasını tarikat, cemaat, siyasetin belirlediği biat kültürü ile efendilerinin istekleri doğrultusunda yapan yazıcılara bırakırsanız, onların getireceği yıkımdır. Türk Yazın’ı artık bağımsız olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek durumundadır. Çünkü piyasa tanrıları böyle istiyorlar. Saltanatları sorgulanmasın, hesap sorulmasın… İnsanları uyandıracak, bilinçlendirecek yapıtlar yerine sanal ve yalan bir dünya istiyorlar. Türkiye’de, bilimsel ve kuramsal araştırmalar neredeyse yok denecek kadardır. Olanlar da aynı piyasa tanrıları tarafından içeriksizleştirilerek bilimsel nitelikleri tartışılacak kadar acınası bir durumdadır. Kendi bilimsel ve kuramsal araştırmacılarını yetiştirmeyen uluslar, bilim ve kuramı ithal etmek durumundadır. Herkes kendi gözleriyle görür, kendi aklıyla düşünür. Başkalarının gösterdiklerini görenler, başkalarının görmelerini istediklerini görürler. Aslında kördürler. Türkiye’nin, yazın, bilim ve kuramının gelişmesi kabullenmeyle değil başkaldırıyla gerçekleşecektir. Bu bağlamda Özdemir İnce de başkaldıran insanlardan biridir. Anglosakson kültür temel bilgi, Frankofon kültür ise kökene inme, en küçük ayrıntıya kadar bilme üzerine kurulu. Algı temel bilgilerin karşılığı duyumsanır, nesnenin tanınırlığı onun en küçük ayrıntılarına kadar bilinmekle gerçekleşir. Özdemir İnce, bunların tamamıdır; temel bilgiye ulaşır, en küçük ayrıntıyı bilir, her iki yöntemi bileştirir. Diyalektiğin sav, karşı sav, bileşim ilişkisinin de oluşumu budur. İnce, Türk yazını ve çağdaş Türkçenin en iyi yazınsal örnekleriyle öğretilmediği, konuşulan ve yazılan ana dilin önemsenmediği, çünkü eğitimde Türkçe öğretilmediği, dilimizin halkın ve kitle iletişim araçlarında kullanıldığı biçimiyle giderek yolsulaştırıldığı, kirletildiğini söyler. Özel bir alan olan yazında da eleştirinin yerini tanıtım, tanıtımın yerini de ardında sermayenin gösterişli dergilerinde çarpıcı haber ve ‘promosyon’ girişimleri yer alır. “Artık yazarlar ve şairler tıpkı bir seks yıldızı gibi tuhaf bir nesneye” dönüştürülür. Ya da İnce’nin söylemiyle, “Yazar yapıtının önüne” geçer. “Falancanın kaleminden çıksaydı önemsenmeyecek bir yapıt, önemli bir yazınsal değerli olmamasına karşın, filanca yazdığı için yazınsal vitrinde yutturuluyor.” Yazar ya da şair de bu metacı yaklaşımla “…Gelenek’i okuyup öğrenmek yerine, kendinden birkaç yaş büyük ama meydanın daha sonra bir kenara atmak üzere birkaç aylığına ya da yıllığına yıldızlaştırdığı şaircikleri, yazarcıkları, yazmaları okuyup onlara benzemeye çalışıyor.” İnce’ye göre bu ‘tüyler ürpertici bir yazınsal cehalet terörü’dür. Kültürel terör, ülkeyi çağın dışına, Yazın’ı da ‘çağın ve mekânın’ dışına itiyor. Dışlanan yazın, başka dillerin yazını karşısında onlarla ‘rekabet’ edebileceği donanımdan yoksun kalıyor. İnce bunu ‘gecekondulaşma’ olarak adlandırır: “Uçurum uçurumu çağırır, yanlış başka yanlışlara yol açar. İçinde bulunduğumuz koşullarda başta basın, reklam ve medya meslekleri olmak üzere, bütün meslekler yozlaşmaya yargılı görünüyor. Çünkü bu meslek düzeni reddedemezler, düzen nereye giderse onu izlerler. Düzeni reddetme olanağına sahip olan tek meslek ise yazarın, şairin mesleği, daha doğrusu mesleksizliği. Şair ve yazar bu şansı, bu son şansı iyi kullanmalı, elinden kaçırmamalı. Çünkü iletişim çağının koşullarına karşın şairin ve yazarın ilkel toplumdaki görev ve yükümlülükleri değişmemiştir: Hekim, din adamı, tarihçi ve bilici.” İnce, yeniden basılan kitabı Mevsimsiz Yazılar için şunları söylüyor: “Mevsimsiz Yazılar’ı tekrar okurken Türk şiir eleştirisinin kendinden hoşnut bir cahil olduğunu söyleyebilirim.”* Ne demek bu? İnce Türk şiir eleştirisinin olmadığını, olanının da aslında olması gerektiği gibi yapılmadığını söylüyor. Cahil her şeyi bilir, Türk şiir eleştirmenleri de şiir eleştirisi olmadığı bilindiğinden yaptıklarının şiir eleştirisi olduğu düşüncesiyle hoşnut oldukları anlaşılıyor. Eleştirel yöntem, bilimsel bilgi ve kuramı bilmeyi gerektirir. Yalnızca birinin yokluğu, diğerinin de yokluğu demektir. Devrimci bir teori olmadan, devrimci bir pratik olamayacağına göre, teori ve pratiğin eşgüdümsel birlikteliği zorunluluktur. İnce, Mevsimsiz Yazılar’ı üç bölüme ayırmış. İlk bölüm ‘Yeni Defterler’ başlığını taşıyor. İnce bu bölümde bir başka evren olarak kabul ettiği şiire ilişkin denemelerini topluyor. Şiirin poetikasından, içeriği ve biçemine, şiir evrenine ilişkin görüşlerini açıklıyor. Antoloji geleneği ve Antoloji derleyicilerinin yanılgı ve eksiklikleri üzerinde duruyor. İkinci bölüm ‘Eski Defterler’ adını taşıyor. İnce bu bölümde eski defterleri açıyor ve ilk bölümde ileri sürdüğü düşüncelerini şiir geleneği içinde kanıtlamayı amaçlıyor. Üçüncü Bölüm ‘Yeni Yazılar’ başlığını taşıyan ve her iki bölümdeki yanıt/karşı yanıt eleştirilerini tamamlayan yazılardan oluşuyor. Mevsimsiz Yazılar bir mevsimin ya da bir dönemin kapandığı, yeni bir dönemin ya da yeni bir mevsimin başladığı döneme denk düşüyor. Eğer yazından söz edilecekse, piyasa tanrılarının vahiyleri değil, eleştirel yöntemin bilimsel bilgisi ve yazının gereksinim duyduğu kuramsal kendiliklerin de bir arada olması zorunluluktur. Bunu yapabilmek için de Özdemir İnce gibi kuramcıların nicelik olarak artması, nitelik olarak yapmaya çalıştıklarının yapılması gerekir. (*) İtalikler Ö. İnce’ye ait. Mevsimsiz Yazılar Halit Payza
Özdemir İnce
Eksik Parça Yayınları
İstanbul, Ekim 2020
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR