Osmanlı döneminde kadın işçiler / Prof. Dr. Şehmus Güzel
Osmanlı İmparatorluğu’nda öteden beri kimi işler kadınlara ayrılmıştır. Dokuma ve gıda işkollarındaki birçok iş kadınlarca yerine getirilmekteydi. Zaman içinde sanayinin gelişmesi üzerine iplik, iplik bükme, kumaş dokuma, deri, ipek, halı, kilim, nakış, tütün, sigara, kimya işlerinde gittikçe daha çok sayıda kadın, genç kız ve çocuklar çalıştırıldı. 1830’lu yılların sonunda Rumeli ve Anadolu’daki halı atölyelerinde genellikle genç kızlar çalışmakta, hangarlarda ya da uzun koridorlarda çömelmiş vaziyette halı dokumakta ve ayda en fazla 30-35, yılda 360-400 kuruş kazanmaktaydılar. Gümüş ve altın işlemeler yapan kadın işçilere İstanbul’da, İzmir’de, Yanya’da ve Anadolu’nun birçok kentinde kalabalık kitleler halinde rastlanmaktaydı. Bu tür işlerde 17. ve 18. yüzyıldan beri yoğun bir biçimde kadınlar ve genç kızlar çalıştırılıyordu. Özellikle Ankara, Bursa, Edime, Amasya vb. dokuma merkezlerinde. Dokuma işkolunda göreceli bir düzeyde makineleşme başlayınca, işlerinden olmak, işsiz kalmak korkusuyla kadınların dokuma merkezlerinde makine kırıcılığı eylemlerine giriştikleri olmuştur. Örneğin, 1851’de Samakov’da kurulmuş olan mekanik tarağa karşı girişilen harekette özellikle kadınların kürek, balta ve sopalarla dokuma atölyesine hücum ettikleri saptanmıştır. Kendilerine bu mekanik tarağın bir daha kullanılmayacağı sözü verildikten sonra tarağı kırmaktan ve atölyeyi tahripten vazgeçmişlerdir. Kadın işçilerin ücretleri oldukça değişiktir ve her zaman çok düşüktür: 1867’de İzmir, Kula, Uşak ve Saruhan gibi yerlerde, çoğu Avrupalılarca çalıştırılan halı fabrikalarında kadın işçilerin gündelik ücreti 33 paradır. Bu arada ücretlerin zamanında ödenmediği ve bu durumun kadın işçilerin protestolarına yol açtığı da bilinmektedir. İşte bir örnek, dönemin gazetelerinden birinden aktarıyorum: Ocak 1867’de “maliyeden 20-30 parayı geçmeyen alacakları olan bir küme kadın, tekrar ücretlerinin ödenmesi isteğinde bulundular. Cevap olarak, alışılmış ‘para yok’ sözünü işiten kadınlar gittikçe daha fazla şamata yapmaya başladılar ve (ancak) dışarıdan müdahaleyle sustular. Çıkan kargaşalıkta, kadınlardan birçoğunun itilip kakıldığı söylenmektedir.” (The Levant Herald, 4 Ocak 1867). OSMANLI’NIN MALİ İFLAS YILLARI 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayide çalışan kadın sayısı gittikçe artmakta, dokuma ve gıda gibi geleneksel işkolları yanında başka işkollarında da kadın işçiler görülmektedir. Bu dönemde kalifiye işçi yetiştirmek amacıyla Rumeli’de kız çocuklar üzerinde bazı denemeler yapılmış sanayi okulları açılmıştır. Dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun mali bakımdan iflas ettiği bir zaman dilimidir. Bu ve başka nedenlerle işçi ücretleri zamanında ödenememektedir. Bu genel ve tatsız durum, çalışma koşullarının zorluğu, çekilmezligi işçilerin protestolarına ve grev yapmalarına yol açmıştır. Eylemlere kadınların işçi, eş, anne, kızkardeş, hala, teyze olarak katıldıklarına tanık olunmuştur. Birkaç örnek: Ocak 1873’te Tersane işçilerinin grevinde, Babıali’ye doğru yürüyüşlerinde ve oradaki toplantılarında eş ve anneleri de katılmıştır. 27 Ocak 1873 tarihli Hadika gazetesi yazıyor: Bazı grevcilerin “zevce ve valideleri dahi beraberlerinde oldukları halde yine Babıâli pişegâhına gelerek toplanmışlardır.” İkinci örnek, Mayıs 1876’daki Tersane grevinden: Greve katılmak istemeyen işçilerin, grev kırıcıların başına gelenleri La Turquie gazetesinin 23 Mayıs 1876 tarihli nüshasından okuyalım: “Bu işçiler işten çıktıklarında grev yapan işçilerin saldırısına uğramışlar ve pek çok grev karşıtı işçi yaralanmıştır. Silahlı birlikler tarafları dağıtmıştır. Grevci işçilerin eşlerinin de en az grevciler kadar saldırğan oldukları ve sopalarla silahlanmış ‘hanum’ birliklerinin Tersane’in kapusunda durarak çalışmak isteyenlere sopa yağdırdıkları söylenmektedir.” Tramvay grevlerinde de grevci eşlerinin tramvayların sefere çıkmasını engellemek amacıyla raylar üzerine yatması eylemine/olayına sık sık rastlanmıştır. Bu tür “dayanışma eylemleri” kadınların toplumsal mücadelesinde gelenekselleşmiştir. Dönemin İstanbul’unda ve diğer kentlerinde işçilerin belli mahallelerde oturuyor olması, bu tür olayların kulaktan kulağa daha kolay yayılmasına ve işçi toplulukları arasında bir tür “müşterek hafıza” (memoire collective) doğmasına yol açmıştır. Mayıs 1876’da sayıları 200-300’ü bulan grevci Tersane işçileri eş ve çocuklarıyla yine Babiali’ye yürümüşler ve sadrazamdan gecikmiş ücretlerinin ödenmesi için emir vermesini rica etmişlerdir. 22 Ağustos 1876 salı günü Feshane’de çalışan 50 kadar Rum ve Ermeni kadın işçi, Babıali’ye yürüyüp sadrazama bir dilekçe sunmuşlar ve uzun süredir ödenmeyen ücretlerinin ödenmesi için gereğinin yapılmasını istemişlerdir. Yaptığım araştırmalar sayesinde 1872 ile 1907’yi kapsayan 35 yıllık dönemde elli grevin örgütlendiğini/yapıldığını saptayabildim: Bu grevlerin dokuzu kadınların yoğun bir biçimde çalıştığı dokuma işkolunda geçekleştirilmiştir. Bu veri, kadınların greve gitmeyi bildiklerinin ispatıdır. Bunlarda ve diğer grevlerin kiminde kadınların greve katılımı ve yaptıkları ilgi çekicidir. Örnekleriyle gördüğümüz gibi: Tersane grevlerinde kadınlar ana, eş ve kızkardeş olarak grevcilerin yanında yer almaktadır. Gerekince grev kırıcı işçilerle kavgaya bile tutuşmaktadırlar. Feshane grevindeyse bizzat elli kadar kadın işçi eylemin örgütleyicisi ve yürütücüsüdür. Bu ve benzeri eylemler işçi kadınların ekonomik ve toplumsal bilinç sahibi olduklarını sergilemektedir. 1908 VE SONRASINDA 23 Temmuz 1908’den sonra çalışan kadın sayısı artmıştır. “Hürriyet’in İlanı”yla ekonomideki kısmi canlılık üzerine kadın kol gücüne daha çok ihtiyaç duyulmuş, geleneksel işkolları yanında yeni birtakım işkollarında da kadın işçi alınmıştır. 1908’de işçi kadın sayısına ilişkin resmi rakamlardan maalesef yoksunuz: Osmanlı İmparatorluğu’nda askere alma ve vergilendirme konularında yararlanmak amacıyla yapılan sayımlarda kadınlar zaten dikkate alınmadığından, onların genel nüfus ve çalışan nüfus içindeki paylarını belirten resmi rakamlar da bulunmamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının dokumada, tütünde ve sigara üretimi işinde çalışma koşullarına, yaptıkları işlere kısaca değinip, 1908’de ve öncesiyle yakın sonrasındaki üretici kadının durumuna açıklık getirmek istiyorum: Önce, İstanbul Fransız Ticaret Odası’nın 31 Agustos 1900 tarihli aylık Bülten’inden bir alıntı yapalım: “Sivas’ta ve yöresindeki kazalarda yaklaşık 10.000 dokuma tezgahı var. Kadın işçilere günde 20 para ile 1 kuruş arasında ücret ödeniyor (0,10 Frank ile 0,20 F.). Bir günde 4.500 ile 5.000 arasında düğüm atıyorlar.” Sivas yöresindeki dokuma tezgâhlarının çoğu Aliotti ve Andrea şirketlerine aittir. Bu iki şirket arasındaki rekabetten yararlanıp ücretlerini belli bir düzeyde tutabilen işçiler, iki şirketin bir süre sonra birleşip bir anonim şirket kurması üzerine bu şanslarını yitirmişler, anonim şirket ise tekel olanağını ücretleri düşürmekte kullanmıştır. İstanbul Fransız Ticaret Odası Bülteni’nden bir alıntı daha yapalım: “Uşak’taki 1200 dokuma tezgâhında 6000 kadın işçi çalışıyor ve günde her biri 2 ile 6 kuruş arasında ücret elde ediyor.” Bültende dokuma işi konusunda şu saptamaya yer verilmiş: “Dokuma işinde genellikle kadın işçiler çalışmaktadır, erkek bu işi onuruna yakıştırmamaktadır.” Erkek, “kadın işi” olarak gördüğü dokumaya 1900’de elini sürmemektedir. Bu ve diğer nedenlerle dokuma, kadın ve çocuğun ucuz emeğinin yoğun bir biçimde kullanıldığı, utanmazca sömürüldüğü bir işkolu olma özelliğini sürdürmekte ve bu durum “Şark Halısı”na yatırım yapmış yabancı ve yerli şirketlerin akıl almaz kârlar elde etmelerine yol açmaktadır. Fransa’daki halı üreticileri şark halılarının Fransa’ya girişindeki gümrük duvarlarının arttırılmasını ısrarla isterken özellikle bu noktaya işaret etmektedirler. Örneğin Fransa Millet Meclisi’nin 19 Mayıs 1919 tarihli oturumuna sunulan yasa teklifine ilişkin raporda, Fransa’daki büyük mağazaların şark halısı ithalatından olağanüstü kazançlar elde etmesi Şark’ta işgücünün “dérisoire” (sudan ucuz) olmasıyla açıklanıyor ve bunun haksız rekabete yol açtığı vurgulanıyordu. Geçerken, Şark’ta işgücünün ucuzluğunun Fransız milletvekillerince ifade edildiğinin altını çizelim. Halı üretimi, ticareti ve satışında dillere destan kârlar kazanan “The Oriental Carpet Manufacturers Limited” 1907 sonu ve 1908 başında 40.000’in üstünde işçi çalıştırmaktadır. Bu işçilerin önemli bir oranının kadın ve çocuklardan oluştuğu kesindir. Şirketin İzmir, İstanbul, Sivas, Burdur, Isparta ve Maraş’ta atölyeleri ve satış mağazaları bulunmaktadır. Musul’da konik biçiminde sigara tüpü yapımında 300-400 kadın işçi çalışmaktadır. Bütün Mezopotamya’da yaygın bir biçimde kullanılan tüpler Kerkük ve Süleymaniye gibi iç bölgelerdeki kentlere hatta Bağdat ve Basra’ya bile gönderilmektedir. Sigara kağıdı Musul’daki ithalatçı-komisyoncularca daha çok Avusturya’dan ithal edilmektedir. Daha tutucu olduğu tahmin edilen Musul’da bile kadın işçilerin çalıştırılması, onların hangi dinden ve hangi halklardan olduklarını soruşturmamızı gerektiriyor. Ancak, kaynak raporda bu konuda maalesef bilgi bulunmamaktadır. Adana yöresinde, Bursa, Kütahya ve Gördes’te kadın işçilere halı ve kumaş dokuma atölyelerinde rastlıyoruz. Bunların bir kısmı “evde iş” yapmaktadır. Bu tür çalışma yöntemi o zamanlarda epey yaygındı... Bursa’da 1907’de 165 iplik fabrikasında toplam yaklaşık olarak 20.000 iplikçi kadın çalışmaktadır. Aynı dönemde Bursa’da dokuyucu kadın işçilerin sayısı 2100 civarındadır. Bunlar 700 tezgâh etrafinda çalışmaktadır. Ya evde ya da çarşı civarındaki atölyelerde üreten dokumacı kadın işçilerin çoğunluğu Rum ve Ermeni kadınlardır. Selanik, Samsun, Kavala, Drama ve Gümülcine tütün işletmelerinde, Selanik ile Halep’te ve bu iki kentin çevresindeki ipek atölyelerinde binlerce kadın işçinin varlığını, 1908 grevlerini incelediğimde saptayabildim... Örneğin, Eylül 1908’de Kavala ve Drama’da greve giden 14.000 işçinin arasında kadınlar önemli bir yer tutmaktadır. Tütünde ve dokumada çalışan, dönemin gazetelerinin ve diplomatik raporlarının betimlemesiyle “Müslüman ve Türk” kadın işçilerin pek çoğunun 1911’den itibaren Balkan Savaşları, 1914’ten itibaren 1. Dünya Savaşı nedeniyle peyderpey, 1925’ten sonra ise “nüfus mübadelesi” sırasında (Batı Trakya’dakiler hariç), kitleler halinde, yoğun bir biçimde Türkiye’ye geldiklerini, özellikle İstanbul, İzmit ve yöresiyle Ege bölgesinde yerleşip işçilik mesleğini sürdürdüklerini biliyoruz. Kadın ve erkek “muhacir”lerin daha sonraki yıllarda Türkiye’de işçi örgütlenmesinde, komünist ve sosyalist hareket içinde önemli roller oynadıklarını da biliyoruz. Bir örnekle yetineceğim: 1900’lerde Kavala Tütün İşçi Cemiyeti üyesi Yanboylu Hatçe, 1920’lerde İstanbul’da da birçok harekete katılıyor, kiminde başı çekiyor... Edirne’de ve çevresinde de ipekçilikte ve dokumada kadın işçilere rastlıyoruz. Stefan Velikov’un belirttiğine göre, Edirne’de dört ipek fabrikası vardır. Dimitriadi’nin fabrikasında 100 “masura” bulunmakta, 160 işçi çalışmaktadır. İşçilerin çoğunluğunu 7-12 yaşları arasındaki çocuklar oluşturmaktadır. A. Pappa ve Kıtıbyan’ın fabrikalarında da durum aynıdır. İşçiler günde on altı saat çalışmaktadır. Günlük ücret 1 kuruştur. KADIN İŞÇİ SAYISI Bu bilgilerin ışığında 1908’deki kadın işçi sayısına ilişkin bir tahminde bulunabilir miyiz? Şansımızı deneyelim: 1908’deki toplam işçi sayısı konusunda, Stefan Velikov “iki milyon”, Oya Sencer “bir milyon”, Paul Dumont “200-250.000” rakamlarını ileri sürüyorlar. Kanımca 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda 250.000 sanayi işçisinin varolduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu toplamın içinde kadın işçi sayısının, değişik ve güvenilir kaynaklardan edindiğim rakamları göz önünde tutarak, 70 ile 75.000 arasında olduğunu söyleyebilirm. Hesabı şöyle yaptım: Sivas (10.000 işçi), Uşak (6.000), The Oriental Carpet (1910’da 15.000), Musul (350), Bursa (22.100), Selanik, Samsun, Kavala, Drama ve Gümülcine (12.000), Adana ve Halep (4.000), Edirne (500-600). Böylece toplam 69.950-70.050 rakamına ulaşılıyor. ÇALIŞMA KOŞULLARI Kadın işçilerin çalışma ve yaşam koşulları içler acısıdır. İmparatorluğun bütün halklarını etkileyen bulaşıcı hastalıklar, kıtlık, yokluk vb. belalar yanında kadınların çalışma koşulları, yaşamı daha çekilmez hale getirmektedir. Adana’dan Fransa Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir konsolosluk raporunda aynen şunlar yazılı: “Dokuma fabrikalarında işgünü sabah saat dörtten önce başlıyor.” Kadın işçiler günde on dört, on beş saat çalışmaktadırlar. Grev filminin geçtiği Bursa İpek Fabrikası’ndaki o dönemin çalışma koşullarını “Hakk-ı Sükut” (Sus Payı) ile öyküleştiren Refik Halid (Karay), “böcekhane, kozahane ve iplikhanede üç dört kuruşa karşı on dört saat kaynar sular başında, pis kokular, hasta nefesler emerek zehirlenen” genç kızlardan söz etmektedir. Karay’ın belirttiğine göre, ayda 90-120 kuruş kazanan kızların yanında “amele kâtibi” ayda 8 lira almaktadır. (“Hakk-ı Sükût” öyküsü yazarın “Memleket Hikâyeleri” başlıklı yapıtında yer alıyor.) REFİK HALİD KARAY Bu konuda örnekler çoğaltılabilir. Konu o denli acı ve acil bir duruma gelmiştir ki, birbiri peşi sıra düzenlenen “grevlere çeki düzen vermek üzere” hazırlanan Tatil-i Eşgal Kanunu (Grev Kanunu) 1909’da Meclis-i Mebusan’da görüşülürken Vartkes Efendi lafı bu meseleye getirip adeta isyan etmektedir: “Bazı yerlerde kadınlar bile çalışıyor. Hatta hamile oldukları vakit bile, erkekler gibi, on-on iki saat çalışmak mecburiyetinde bulunuyorlar. Çocukları(nı), evlerini terk ederek mütemadiyen çalışıyorlar. On-on iki yaşında kız çocukları bile gidip çalışıyorlar.” Daha sonra bir başka milletvekili, Halil Bey, “Ameleyi kumpanyaların keyfine bırakmalı mı?” diye sorup birtakım önerilerde bulunuyor ve “Çocukları, kadınları himaye ederiz. Bu suretle bir takım kavanin vaz’edebiliriz” (kanunlar çıkarabiliriz) diyor. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nda çalışan kadını koruyucu kanunlar ne yazık ki çıkarıl(a)mamıştır. Kadınlara ve çocuklara yönelik sosyal/toplumsal bir politikanın oluşması için 1920’leri, kadın nüfusunun peşpeşe gelen savaşlarda “kırılan” erkek nüfustan daha çok olduğu dönemleri beklemek gerekmiştir... GREVLERDE KADINLAR Fransa Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın Paris’teki arşivlerindeki araştırmalarımdan ve dönemin günlük gazetelerinden elde ettiğim verilere göre, 23 Temmuz’la 31 Ekim 1908 arasında İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut, Midilli, Samsun, Eskişehir, Konya, Bulgurlu, Edirne, Demirkapı, Gümülcine, Foça, Kavala, Drama, Ergani, Balya, Karaaydın, Adana, Gevgeli, Manastır, Üsküp, Varna ve Ereğli’de yüzü aşkın grev örgütlenmiştir. Üç aydan biraz fazla bir süre içinde bütün ülkede aniden ortaya çıkan bunca grev toplumsal bir patlamadır. Grevle yüzleşmeyen kasaba ve kent kalmamıştır, diyeceğim ama demiyorum. Merak edenlerden, grevlerin ayrıntılı listesini, tablosunu sunduğum Türkiye’de İşçi Hareketi Tarihi’ne ilişkin çalışmalarıma, kitaplarımdan birine veya ikisine göz atmalarını rica ediyorum. Evet, Osmanlı İmparatorluğu 1908 “ihtilalini” izleyen günlerde hakiki bir grev patlaması yaşamıştır. Bu eylemler dizisinde KADINLAR DA kendilerine düşeni başla göz üstüne yerine getirmişlerdir. Mesele hayat ve gelecek meselesidir çünkü, şakaya gelmez! Nitekim bu grevlerin işkollarına göre dağılımına baktığımızda 40’a yakınının gıda (tütün dahil) ve dokuma (kumaş, ipek, iplik, deri, halı, vb.) gibi kadınların yoğun olarak alın teri ve göz nuru döktüğü işkollarında düzenlenmiş olduğunu saptıyoruz. Yukarıda bir ölçüde belirtmeye çalıştığım koşullarda uğraşan, üreten, yaratan işçiler, kadın ve erkekler ve çocuklar, 1907 ve 1908 yıllarının ekonomik bunalımı, mali darboğazları, kıtlığı ve zorlukları ile çarpışarak zar zor da olsa isyanlar, gösteriler, grevler düzenlerken, “Hürriyet’in İlanı”nın kendilerine “Cennetin Kapısını” açtığını, araladığını sanarak bir üst vitese geçtiler. İşçilerin, özellikle de kadın işçilerin yılların zapturaptı altında birikmiş öfkelerini grevler biçiminde ortaya koymaları kaçınılmazdı. KADINLARIN ROLLERİ Kadınların grevlerdeki rollerinin iki biçimde ortaya çıktığını görüyoruz: Birincisi, kadınlar işçi olarak grevlerde rol alıyorlar. Kimi kez grevin lideri rolünde. Kimi kez greve gidişi başlatıcı(lar) biçiminde... Kadınların eylemlere ikinci katılım biçimi, işçi kocalarını, sevgililerini, nişanlılarını, akrabalarını, kız ve erkek kardeşlerini desteklemeleriyle, onlarla dayanışmalarıyla beliriyor. Kavala ve Drama’daki 14.000 tütün işçisinin katıldığı kitlesel grev Veta isimli bir önderin başı çekmesiyle, grevi başından sonuna yoldaşlarıyla birlikte örgütlemesiyle düzenlenmiştir... Kadınlar grev komitelerinde görev almışlardır. Grevcilerin istekleri arasında, “işgününün yazın dokuz, kışın sekiz saate indirilmesi, gündeliklerin 18 kuruşa çıkarılması, işyerlerinde tükürük kapları, içme suyu, havalandırma tesisatı bulundurulması” gibi bir işyerindeki en basit çalışma koşularına ilişkin olmaları da dikkatten kaçmamalı. İzmir’de, İzmir-Aydın demiryolu grevinde olup-bitenler sırasında kadınlar kocalarıyla dayanışma içindedirler. İzmir’deki Fransız Konsolosu’nun 2 Ekim 1908 tarihli raporunda belirttiğine göre, 1 Ekim 1908’de grevcilerle güvenlik güçleri arasındaki çatışmaya kadınlar da katılmışlar. Silahlı çatışmadan sonra grevciler geri çekilmiş, “eşleri/kadınları gelip askerlere küfür etmiş, demiryolu yönetimine karşı tehditler savurmuşlardır.” Kadın işçilerin grevlerdeki etkinlikleri daha sonraki yıllarda da sürmüştür. Bu bağlamda 1910’da çoğu kadın olan Bursa’da 3.000, Bilecik’te 1.000 ipek işçisinin grevlerini anımsayabiliriz. GREV filminde sözü edilen eylem bunlardan biri olmalı... Bu filmi izlemek için bir belirleyici neden daha... Hayat ve çalışma koşulları zordu, ücretler düşüktü, verem ve benzeri belalar kol geziyordu ama kadınlar, işçi kadınlar Tarih’le randevularına gelmiş, yapabileceklerinin en iyisini yapmış, gözleri bizde deneyimlerini bize emanet ederek gitmişlerdir. Evet deneyimleri kadın erkek bizlere emanet. Emanete ihanet, emanete hiyanet olmaz. Bu emanete sahip çıkmalıyız. NOTLAR: BİRİNCİ NOT: Grev filminin yönetmeni Metin Yeğin’i, sevimli, yetenekli ve cömert oyuncuları İtziar Ituro Martinez, Deniz Tansel Öngel, Pelin Batu, Nihan Aker, İrem Alnıaçık ve isimlerini yazmadığım için beni affetmelerini rica ettiğim diğer oyuncuların tümünü, senaryoya yardım edenleri, teknik ve sanatsal takımların tüm üyelerini böyle aykırı ama tam da yerine oturtulan bir eser yarattıkları için kutlarım. Bilhassa. Öncelikle. İKİNCİ NOT: Bu çalışmada yararlandığım ve daha ayrıntılı veri arayanlar için şu kitaplarımı anımsatayım. Makalede ismi geçen yazarlar ve kaynakları için de bu kitaplarımda pek çok bilgi ve kitaplarının, makalelerinin künyelerini bulmak mümkün: Grev, Grevin Yapısal ve İşlevsel Açıdan İrdelenmesine Katkı, birinci baskısı: Bilimsel Yayıncılık, Ankara, 1980; ikinci baskısı: Sosyalist Yayınlar, İstanbul, 1993. Türkiye’de İşçi Hareketi, 1908-1984, Kaynak Yayınları, İstanbul, birinci baskısı: 1996; ikinci baskısı: İmge Yayınları, Ankara, 2016. Türkiye’de İşçi Hareketi (Yazılar-Belgeler), Sosyalist Yayınlar, İstanbul, 1993. Kadın, Aşk ve İktidar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1996, özellikle “İŞÇİ KADIN” başlıklı bölüm: s. 34-43. Bu makale bu bölümün 29-31 Ekim 2021’de gözden geçirilmiş ve kısaltılmış biçimidir. İşçi Tarihine Bakmak, TÜSTAV Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, birinci basım: 2007: ikinci basım ekitap olarak “ekitap.ayorum.com” sitesinde ücretsiz, okunabilir, “indirilebilir”, hediyemizdir. Prof. Dr. Şehmus Güzel
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR