Son Dakika






Pencere kenarına sıkışmış bir hayat benimkisi. Annem her sabah aynı saatlerde açar odamın perdesini. Ben hep aynı merakla izlerim sokağımızda olanı biteni. Hiçbir zaman beni şaşırtacak yeni bir olayla ve tanımadığım bir insanla karşılaşmadığım halde gene de aynı heyecanı duyarım. Aslında bu işin en sıkıcı yanı itiraf etmeliyim ki, yeni bir olay ve yeni bir insanla karşılaşmayacağını bilmenin tekdüzeliğidir.

Bu sokak sürprizlere, yeniliklere açık bir sokak değildir. İnsanları da öyle… Örneğin şu karşımızdaki binanın alt katındaki bakkal elli yılı aşkın bir süredir oradaymış. Ayhan amca. Babam çocukken de bakkalmış kendisi. Sanırım o ölünce yerine oğlu Abdullah abi geçecekmiş, geçenlerde evde konuşuluyordu oradan biliyorum.

Sokağımızdaki her haberi annemden duyarım. Kendisi sık sık altın günlerine, komşu ziyaretlerine, saatlerce süren misafirliğe gittiği için haber kaynağım hayli sağlamdır. Bu da yıllardır değişmeyen bir gerçek olarak hayatımın odak noktasında duruyor. Babam şu bakkal dükkânına bitişik duran karanlık camlı, pas rengi demirli kahvehanede geçirir zamanının çoğunu, küçükken de o kahvede çalışmış, getir götür işleri yapmış. Kahvenin sahibi de Aytekin abi. Babası Müslüm dayı geçen sene ölünce o işletmeye başladı kahveyi.

Ben bildim bileli muhtarımız Hüsamettin amca. Yetmişini çoktan devirdi. Otuz seneden fazladır kendisi muhtar. Seçimlere tek aday olarak giriyor ve her seçimi kazanıyor. Mahalle muhtarlığı da sokağın bitimindeki küçük parkın içinde. Ekmek büfesi kadar küçük bir yer. Hüsamettin amca sabahın yedisinde penceremizin altından ayaklarını sürüyerek geçer. Korkumuz o ki görevi başında ölecek. İşte Melahat teyze de açtı camını. Sokağı izlemeye bayılır. Kafası bir o yana bir bu yana dönmeye başladı. Kendisi hiç bıkmadan saatlerce boynunu döndürebiliyor. En uç noktalara, en imkânsız yerlere bile kafasını uzatabiliyor. O da kimsesiz evinde bu uğraşla hayata tutunmaya çalışıyor. Birkaç sene önce kızı Aysel abla da evlenince iyice yalnızlığa gömüldü Melahat teyze. Arada sırada binanın önünde oturur örgü örerdi, onu da bıraktı.

Sokağın başındaki kiremit rengi, cumbalı evin çiçeklerle bezeli penceresinden ara sıra başını uzatıp ürkekçe içeri çeken kişi Matmazel Eleni’dir. Kendisi söylentilere göre doksan yaşlarında. Kimseyle konuşmaz, sokağa çıkmaz, yaz aylarında sıklıkla olmasa da perdelerini açar. Ailesi yıllar önce terk etmiş buraları. Bir tek o kalmış. Gene annemden duyduğuma göre gençliğinde bir Türk subayına âşık olmuş o yüzden terk edememiş buraları. Âşık olduğu adam bir gece hiçbir şey söylemeden gidince Matmazel Eleni elini eteğini çekmiş hayattan. Bazı yaz geceleri gramofondan yükselen cızırtılı bir plağın ince nameleri sokağa yayıldığında onun hayatta olduğuna seviniriz ailecek. Matmazel Eleni’nin yaşadığını bilmek garip bir huzur veriyor bence bu sokağa.

Emekli öğretmen Sadık hoca koltuğunun altındaki gazetesi ve başında meşhur Ecevit kasketiyle kısa adımlarla yürüyor kaldırımda. Ceketinin yakasında ak güvercin rozeti. Dudağının kenarında kendi sardığı tütün. Her zaman derse gidecekmiş gibi takım elbiseli ve tertiplidir Sadık Hoca. O da geçen kış karısını, Makbule hanımı kaybettiğinden beri daha bir çöktü sanki. Belli etmemeye çalıştığı bir yalnızlığın izlerinin her haline sirayet ettiği apaçık gözüküyor.

Çocukları da azaldı sokağın. Yeni bir bebek bile doğmuyor uzun zamandır. Sokağın en son çocuk kuşağı bizlerdik. Eskiden bu sokakta futbol maçı yapar, saklambaç oynar, birbirimizi kovalardık.

Kimsecikler oynamıyor artık sokakta. Yaşıtlarımın çoğu üniversiteye, askeri okullara, ya da şehir dışına gittiler.

Bir tek ben kaldım.

Sokağa tanımadığımız bir otomobilin hızla girip, beni altına alıp da sakat bıraktığından beri pencere kenarındaki yerimi hiç değiştirmedim. Sokağımıza bir gün bir yabancı girdi, böyle oldu. O gün bugündür hiç bıkmadan sokağı izliyorum.


Erkan Öztürk
GERCEKEDEBİYAT.COM
 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)