Kendimi bildim bileli sabahları erken kalkarım. Son on beş yıldır 06’dan sonra yatakta olduğumu anımsamıyorum. Kimi geceler 02.30-03.00’ten sonra ayaktayım. Birileri dürtüyor beni. Durmaksızın konuşuyorlar kulağımın dibinde… Hatta arada bir enseme tokat atıyorlar. Hayat kaçıp gidiyor elinin içinden... İnsanlara yalan söylüyorlar, dünyalarını karartıyorlar, sen yatıp duruyorsun hâlâ... Ne çok güzellik var hayali cihana değecek, ne çok insanca duygu var, aşk var, sevgi var paylaşılırken yaşanabilecek… Kalk! Karış hayata…

 

Kalkıp oturuyorum kitaplarımın, dergilerimin, yazılarımın başına; okuyor, yazıyor, kendime göre dünyanın zembereğini ellemeye çalışıyor, omuz başımda bir insan omzu, dost bir hayvan nefesi, bir çiçeğin açışı, bir ağacın dallarının rüzgârla salınışı, uzak bir deredeki suyun kayaların üstünden çağlayarak akışı, yüksek dağların başındaki karların erimek için kıpırdanışı, haksızlığa karşı bir adalet arayışı, bir insanca direniş, sevdayla bakışan gözler, aşkla birbirine sarılan bedenler görüyor, duyuyor, kendimce kayıt altına almaya ve sonra da elden geldiğince paylaşmaya çalışıyorum.


Bu arada yine on beş yılı aşan bir süredir bitki çayı içiyorum sabahları. Ardahan’dan getirdiğim cincar yapraklarına Ankara’dan aldığım narçiçeği kurusunu, ıhlamur çiçeğini, papatyayı katıyor kaynayınca demlemeye bırakıyor ve aklıma geldikçe ya da aklıma getirmeyi başarabilmişsem içiyorum…


Çok dalgın çalıştığım ve ot çiçek kuruları birbirine yapıştığı için suyu yarıya kadar koymuş olsam da çaydanlık taşıyor, gerideki ocaktan gelen patırtı gürültü ile ayaklanıyor, kendime söverek ocağı kapatmaya, sağa sola dökülen bitki artıklarını temizlemeye koşuyorum. Bu arada elektrik ocağının kızgın gözüne taşan otlardan farklı bir koku çıkıyor. Bana köydeki ocakları anımsatıyor. Hani o yıllar yıllar önce evlerin içine daha sobalar kurulmamış, daha tüpgaz çirkinlikleri girememişken… Ateşin bekçisi analarımız, nenelerimiz, bibilerimiz tan ağarırken kalkıp ilk iş ocağın külünü silip oradaki bir tezek közünden kocaman bir ateş yakarken… O ateşi yenileme çabası içinde eline geçen çalıyı çırpıyı, otu ateşin içinde üfleyerek yakarken.


O ocaktaki hareket, o otun çalının çıtırdayışı, oradan yükselen hülyaları çağıran kokular, alevlerin yalımında hayatın yeniden doğuşu… O yediren, doyuran, dağıtan, paylaştıran, kat kat etekleri süt, emek ve direnç kokulu, o sabrı, o bitmez enerjiyi, o üretkenliği, o kocaman insan kucağı gücünü nereden aldığını asla çözemediğim kadınlar henüz yataklarından çıkmamış olanlara hiçbir söze gerek kalmadan müthiş bir hayat çağrısı yaparken…


Elektrik ocağından gelen yanık ot ve çiçek kokusu, yüreğimin en kuytu köşelerinde sakladığım ve ömür boyu koruyacağım o güzel duyguları ayaklandırıyor, gözlerim doluyor, ruhum kabarıyor… Daha yeni bir umutla ulaşmaya çalışıyorum hayatın zembereğine, daha çok duymaya başlıyorum güzellikleri, daha pervasızca ve yalın duygularla, hiçbir önyargı ve bencil işleyiş katmaksızın zihnimde doğup büyüyenlere, güne başlıyorum...


Belki böyle güzel duygularla başladığım için güne, birçok kötülük, yalan, dedikodu, saldırı, ihanet, kanış, kandırış, haksızlık vız geliyor… 


Aşkın ve kavganın nal izlerinde doğanın kucağına, daha güzel yaşamlar için insanlarla bir şeyler paylaşmaya koşuyorum. Bir de bakıyorum bir gün, her gün bin türlü pisliğine tanıklık ettiğimiz siyaset sahnesine de bir ışık vuruvermiş. Yetmişine yaklaşmış yaşıyla yıllarca sürgünde yaşadıktan ve ilgili bakanlıklar ve bakanlarla yapılan görüşmelerden, alınan sözlerden sonra ülkesine geri dönen, tek suçu halkının öyküsünü, romananını yazmak ve öğretmeye katılmak olan babam Dursun Akçam Ankara Esenboğa Havaalanından karga tulumba götürülüp emniyet sarayının tahta bankları üstünde günlerce tutulurken ve hakkında tam on altı “tahdit” birden sökün ederken yardımını istediğim, günlerce eski sıkıyönetim mahkeme kalemlerinde, savcılıklarda koşturarak on iki yıl sonra o eğitim ve halk emekçisini evine kavuşturmayı başardığımız, sonraki yıllarda da Cumhuriyetçi kadın direnişini izlerken onur duyduğum Şenal Sarıhan’ın CHP Ankara 2. Bölge’de hem de 1. Sıradan milletvekili adayı olduğunu görüveriyorum. Eleştirel aklını her zaman yanında taşımayı başarmış ve özellikle de son yıllardaki duruşuyla siyasette bağnazlıktan hep uzak kalma erdemliliğini paylaşmış eşi Zeki Zarıhan’ın olayı duyuran sıcak duygularla örülmüş bir devrimci geçmişi anlatan yazısını okuyuveriyorum…


Boşa yakmamış analar, neneler, bibiler o ocakları! Boşa beklememişler ateşi... Bir gün birileri devralıyor nöbeti ve ateş yanmaya devam ediyor.


Tütsün ve koksun ocaklarımız, eksilmesin dumanlarımız…


Yaşasın hayatı da insanlığı da bize öğreten kadın gibi kadınlarımız!

 

Alper Akçam

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)