Nazım Hikmet’in dedesi Borzecki Paşa’nın kaleminden Osmanlı’nın çöküş nedeni
Mustafa Kemal Atatürk'ün de altını çizerek okuduğu Mustafa Celalettin Paşa'nın Fransızca yazdığı Eski ve Modern Türkler kitabı 1870'de Paris'te basılmıştı. Türkçe'ye ancak 2014 yılında çevrilip yayınlanan bu eser özellikle Türkler ve Osmanlı'nın yıkılışıyla ilgili ezber bozan ilginç saptamalar içeri...
Mustafa Celalettin Paşa, Osmanlı'nın yıkılışını bize ezberletildiği gibi Türklerin 'dinsel bağnazlık'a gömülmeleri ve bu nedenle Batı'daki gelişmeleri kaçırdığı ezberini bozarak, temel sorunun Saray'a bin bir numarayla yerleşen Türk olmayanların, yabancı azınlık mensuplarının yalan ve entrikaları olduğunu savlıyor! İşte o bölümden bir kaç sayfa: (…) Bu gelişmelerin ortasında ve Osmanlı İmparatorluğu'nun maddî gücü tam zirvedeyken, birden bire, zor fark edilebilecek bazı belirtilerle, derin bir sorun ortaya çıktı. Bu hastalığın sebebi neydi? Örneği olmayan bir hevesle, Osman, Orhan, Murat, Bayezit, II. Murat, Fatih Mehmet, Yavuz Selim, Muhteşem Süleyman gibi on büyük fatih ve kanun yapıcı hükümdar, arkalarından dâhî sadrazamlar dizisi doğuran doğa mı tükenmişti? Türklerin yozlaşması, edebiyat ve sanatın, geleneklerin bozulması olabilir miydi? Görkem, yumuşaklık, gönüllülerin karmaşası, bağımlı olanların hırsı olabilir miydi? Hayır, bu olayın birincil nedenleri bunlar değildir. Türklerin bozulmasının tek nedeni, sonraki Osmanlı sultanlarının, halifelik aylasıyla çevrilince, var olan programı uygulamayabileceklerini zannetmeleridir. Böylece rütbe ve görevleri, sert yaradılışlı fakat adalet duygularıyla yetişmiş sınır bekçilerine değil, sarayın ve başkentin gözdelerine dağıtarak tımar ve dirlik sahiplerini yaraladılar. Sipahiler kendi tımarlarında, İstanbul'dan gelen paşalar yüzünden, kendilerini tehdit altında görmeye başladılar. Gönüllü kaynağı kalmayan Yeniçerilik kurumu, ailesine bakmak zorunda olan Türkler arasından asker aramak zorunda kaldı. Bu nedenle, başkentten dışarı adımını atmadan, hoşa gitmeyi ve kandırmayı bilen için, her şeyi elde etmek olası duruma geldi. Bu dönemden başlayarak, Türk milleti içinde yabancı bir oluşum, renksiz ve kişiliksiz, yarı Fenerli Rum, yarı İranlı bir sosyal sınıf gelişti; bu dalkavuk yazmanlar ve saraylılar kastı, Türklere Farsça, Hristiyanlara Arapça yanıt veriyordu. İşte, bana göre, Osmanlı İmparatorluğu'nu tek çöküş nedeni! Gerçekten de, neden başka sebep aransın? Türk halkında hiçbir çöküş belirtisi görmüyoruz. Böylece, dini yayma isteği, acemilerin coşkusu ve zaferlerin Türk gönüllülerinin dinî gururunu çok yücelttiği ve ruhlarını katılaştırdığı doğru ise de, aslında bağnazlık hiç oluşmamıştır.
Tam tersine Osmanlı hoşgörüsü, Grek Kilisesine özerklik, koruma ve refah sağlayarak ve yabancılara kapitülasyonlar vererek, Devlet içinde bir Devletler sürüsü yaratmıştır. Türkler reayanın ve Müslümanların din işlerine karışmak istemiyorlardı; I. Selim“ ve IV. Murad'ın Greklere zulüm yapma düşüncesi, düşmanlığın algılanmasıyla o kadar sevimsiz oldu ki, bu hükümdarlar bundan geri adım atmak zorunda kaldılar. Grekler, Valaklar ve Moldavyalıların milliyetlerini korumaları, bu manevî eğilimler sayesinde oldu; aksi halde, Bizanslıların, İtalya, Avusturya Polonya ve Rusya'nın egemenliğinde, bu halklar milliyetlerini korumayı bilemezlerdi. Bu dönemde, Bizans İmparatorluk Geç Dönemi'nin zehirli soluğuna rağmen, Türk halkının örf ve âdetleri saftı; millet dürüst ve konukseverdi. Sonu gelmeyen savaşların zorluklarına rağmen sipahiler Hristiyanları korumaya ve tımarlarım tarım işlerini gözetmeye hazırdılar. Millî kalkınma, sanayiyi geliştiriyor ve dünyada var olan en güzel üretim mallarını sağlıyordu. Levanten ticareti büyük çaptaydı ve Türk tüccarların dürüstlüğü meşhurdu. Birçok han, kervansaray, köprüler, su kemerleri, pazarlar ve hastaneler, sanayi yatırımlarının akıllılığını, hükümdarların ve Osmanlı halkının cömertliğini ortaya koyuyordu. Bazı sanatlar gelişiyor, tabyaların, dubaların, taş gülle atan topların, hendek siperlerin, hücum siperlerinin icatçısı olan Türkler, yanlış bir şekilde Bizanslı diye adlandırılan Doğu mimarisi veya Süryani-Arap zevkini sürdürüyordu. Bu akım yalnız Konstantinopolis camilerinde değil, İran'da Sultaniye'de, Necef ve Kerbelâ camilerinde, Şam kervansaraylarında ve Doğu'nun eski pagan ve Müslüman tapınaklarının kalıntılarında da görülüyordu.
Nihayet Osmanlı edebiyatı, Farsça ve Arapçanın giderek artan istilâsından rahatsız olmakla beraber, Sayın Mallouf 'un da gözlemlediği gibi, basılı veya el yazması olan çok sayıda ilâhiyat, coğrafya, tıp kitaplarıyla, düzyazı veya şiir olarak kaleme alınmış romanlardan oluşmaktaydı. Osmanlılar her alanda yazarlara, tarihçilere, astronomlara, matematikçilere, coğrafyacılara, şairlere, hem de büyük sayılarda, sahiptiler. Bursa'da, Edirne'de, İstambul'da üniversiteler ve birçok kütüphane kuruldu. Hükümdarlar her zaman bilim, edebiyat ve sanatların koruyucusu unvanına sahip olmaktan onur duydular. (…) Mustafa Celalettin Paşa
(Eski ve Modern Türkler, İst. 2014. Fransızca aslından çeviren Güven Beker. S. 82-83-84)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR