Mora Türkleri soykırımının acıklı hikayesi / Prof. Dr. Ali Fuat Örenç
Amerika’dan Rusya’ya, Fransa’dan İngiltere’ye kadar bütün Batı’nın kutlamak için yarıştığı 200 yıl önceki Yunan isyanında Mora’da büyük bir Türk soykırımı yapılmış ve 25 binden fazla Türk, kadın ve çocuk ayırt edilmeden katledilmişti. Kaçanların da geri dönmemesi için evleri ve bağları bile yakılıp ...
Osmanlı Rumları, bağımsızlık sloganı ile isyan ettiklerinden itibaren Mora Yarımadası’nda tek bir Türk kalmayana kadar savaşacaklarını bütün dünyaya ilan etmişlerdi. 1821 Rum isyanının başarıya ulaşması ve Balkan coğrafyasında bağımsız bir Yunan devletinin ortaya çıkması, mutlak surette Avrupa devletleri ile kamuoylarının desteği ile mümkün olabilmiştir. Osmanlı ordusu Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın yardımı ile takviye edildi ve 1827 tarihi itibariyle Rum isyanı bastırılma aşamasına geldi. Ancak Rumların bağımsızlığında birbirleriyle yarış halinde olan Avrupa büyük devletlerinin, 1827 Navarin baskınıyla Osmanlı Donanmasını yok etmeleri ve ertesi sene Mora’yı işgal kararı alışları şartları tamamen değiştirdi. Avrupalı aydınlar ve kamuoyunun önemli bir kısmı, sahip oldukları uygarlığın kültürel ve laik köklerinin Antik Yunanistan’dan kaynaklandığı tezini kabul etmekteydi. Özellikle aydın kesim, Antik Helen dünyasına olan hayranlıklarını, Rum isyanına destek vererek tatmin etmek, bu şekilde manevi borçlarını ödemek istiyorlardı. Avrupalı edebiyatçı, ressam, kompozitör ve sanatçılar Yunan bağımsızlığını ya da Osmanlı zulmünü konu alan abartılı eserler ortaya koymuşlardı. Bu şekilde yönlendirilen Avrupa kamuoyu, Yunan bağımsızlığına olumlu bakıyor ve isyanı destekliyordu. Her rütbeden subaylar ve halk isyana katılım için gönüllü yazılıyordu. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın pek çok yerinde kurulan komiteler eliyle para toplanıyor, isyana fiilen katılan gönüllü gruplar Mora’ya akın ediyordu. İsyanın ilk günlerinden itibaren Benefşe (Monev Vasia) Kalesi Müslümanları kuşatma altındaydı. Deniz yolu isyancılar tarafından tutulduğu için buraya takviye imkânı yoktu. Yardım alamayan kuşatma altındaki Türkler çok zor durumlara düştü. Kalede dayanılmaz bir açlık baş gösterdi. Bu duruma daha fazla direnmeyen kale halkı, 5 Ağustos 1821’de İpsilanti’nin emrindeki Rumlara teslim oldu. Teslim şartları gereği 600 Türk’ün Anadolu sahiline götürülmesi gerekirken, Suluca Adası’na ait teknelere bindirildiler. Bu Türklerin çoğu öldürüldü, kalanlardan bazısı bütün varlıkları gasp edildikten sonra Akdeniz’de Girit’e yakın Kaşot Adası’na terk edildiler. Aynı şekilde birçok Türk’ün yaşadığı Navarin Kalesi Rum isyancılar tarafından kuşatılmıştı. Bu kale de uzun süre direndi ise de yardım gelmeyince halk teslim kararı aldı (19 Ağustos 1821). Buradaki Türklerin de Anadolu kıyılarına götürülmesi şartı yerine getirilmedi ve kadın ve çocuklar dâhil tamamı öldürüldü. 1821 sonbaharında Rumlar, yönetim merkezi Tripoliçe’yi ele geçirerek önemli bir stratejik üstünlük kazanmak istiyorlardı. İsyancılar Tripoliçe önlerine geldiğinde her ne kadar Hurşid Paşa’nın ordudan yolladığı 3.500 kadar asker Mayıs’ta buraya gelmiş ve şehirde 2 bin kadar da Müslüman Arnavut askerleri bulunuyorsa da, bu birlikler planlanan büyük saldırı karşısında yeterli değildi. Daha Kalavrita hadisesi duyulur duyulmaz Tripoliçe Müslümanları Mora’daki Türklerin yok olmaması için ordudan acil yardım istemişlerdi. Ancak tedbirler zamanında alınamadı. Diğer taraftan, daha önceki dönemlerde Mora Valisi Sallabaş Ahmet Paşa, Tripoliçe şehrinin etrafını surlarla çevirdiği için güvenli olduğu gerekçesiyle çevre kasaba ve köylerden on binlerce Müslüman buraya sığınmıştı. Güvenlik nedeniyle bazı üst düzey komutanların haremleri de şehirde ikamet ediyordu. Ancak, Tripoliçe mevkii olarak Mora’nın iç kesimlerindeydi ve sahile uzak olduğundan yiyecek temininde büyük zorluklar yaşanmaktaydı. Ahmet Cevdet Paşa, bu hususta yine Vali Hurşid Paşa’yı hatalı bularak, düşmanı hakir görmekle suçlamaktadır. Cevdet Paşa, Hurşit Paşa’nın Mora Rumlarını sille-tokatla yola getirilebilecek eski reaya zannettiğini, hâlbuki onların üstlerinden (Avrupa) destekle bir büyük isyana hazırlandıklarını ve vakit kazanmak için çeşitli hamleler yaptıklarını ifade etmekteydi. Tarihin en büyük katliamlarından birinin eşiğinde olan Tripoliçe şehri, 5 ay boyunca 50–60 bin Rum tarafından aralıksız kuşatıldı. Kalede 12 bin eli silah tutar adam bulunuyordu. Kuşatma başladıktan bir müddet sonra kaleye yardım için gelen Bayram Paşa, Rum isyancılar karşısında yenilgiye uğradı ve 7 Eylül 1821’de çekildi. Bu arada isyancılar, Badra tarafından Tripoliçe’ye sığınan Müslümanlarla gizlice haberleşmeye başladılar. Bunlardan bazılarını memleketlerine dönmelerinin sağlanacağı vaadiyle kandırdılar ve kaleden ayrılmalarını sağladılar. Ancak isyancılar sözlerinde yine durmadı. Kaleden çıkan bu Türklere yollarda saldırdılar ve tamamını öldürdüler. Bu gelişmeden sonra şehirde erzak sıkıntısı hat safhaya ulaştı. Bu durumda isyancılarla teslim şartlarının görüşülmesi kararlaştırıldı. Rumlar, kaledeki Türklerin İzmir’e nakledilmeleri karşılığı 5 milyon kuruş bedel istediler. Bu nedenle müzakereler uzadı. Sonunda anlaşmaya varıldı. Buna göre, Tripoliçe’deki Türklerin önce Guston İskelesi’ne ve oradan da Arnavutluk sahillerine nakli hususunda mukavele yapıldı. Teslim şartları görüşülürken şehirdeki Arnavutların lideri de Rum isyancılarla ayrıca gizli bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma gereği Arnavutlar 10 Ekim 1821 gecesi kale kapılarını açtı. Arnavutlar dışarı çıkarken, Rum isyancılar anî bir baskınla şehre girmeye başardılar. Şehre giren asiler Rum isyanı boyunca meydana gelen en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdiler. Şahit olanların kanının donduran saldırılarda, Tripoliçe’de bulunan 40 bine yakın Türk’ün hemen tamamı 3 gün boyunca vahşice öldürüldü. Burada bulunan komutanlar ile ailelerinden oluşan 97 kişi rehin alındı. Kin dolu Rum isyancılar Türk mezarlığını dahi kazıp, Müslümanlara ait kemikleri çıkarıp yaktılar. İsyancılar, kuşatma esnasında Türklere gayret vererek savaşa teşvik eden Tripoliçe Kadısı Halim Efendi’yi de üzerine yağ döküp yakmak suretiyle katlettiler. McCarthy, Tripoliçe katliamını şu çarpıcı cümlelerle nakleder: “Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ve ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi Kolokotronis’in kendisi bile, kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti”. Tarihçi N. Lorga, eserinde Rumların Tripoliçe’yi 5 Ekim 1821’de ele geçirişlerini şöyle aktarıyor: “Kendilerinde disiplinden eser bulunmayan Rumlar en vahşi Asyalılardan daha korkunç bir şekilde ortalığı kan ve ateşe verdiler. Yalnız fidye umdukları kimselerden başka, kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere herkesi parçaladılar. Elebaşılardan biri, Tripoliçe ve civarında öldürülen Türklerin sayısını 32 bin olarak tahmin etmektedir ki, bu sayı Osmanlı İmparatorluğu zamanında öldürülen Rumların sayısından kat kat yüksektir. Tripoliçe şehrinden yalnız duman tüten harabeden başka bir şey kalmamıştı”. İsyancılar, Tripoliçe şehrinde hiçbir şey bırakmayacak biçimde yağma yaptılar. Öyle ki, katliama katılan Manya Beyi, payına düşen ganimeti 20 katır ve 2 deve ile ancak taşıyabilmişti. Araştırmalarında Mora’daki katliamlara dikkat çeken Salâhi N. Sonyel, Tripoliçe kıyımı bütün dehşetiyle ele almıştır. Yazar, bilhassa Yunan tarihinin kahramanları arasında yer alan isyancı liderlerden Theodoros Kolokotronis’in vahşetine dikkat çekmektedir. Tripoliçe katliamı sırasında kentte bulunan ve aralarında Albay Thomas Gordon’un da olduğu Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit oluyor ve bazıları, daha sonra bu olayları bütün çirkinlikleriyle anlatıyorlardı. Bu sahnelere dayanamayan Almanyalı Helen dostu genç Doktor Wilhelm Boldemann, zehir içerek intihar etmişti. Türk hakimiyeti döneminde, hiç kimse dinine, milliyetine, ırkına göre muamele görmedi. Ayırım yapmaksızın herkese hizmet veren binlerce vakıf eseri oluşturuldu. Günümüzde bu eserlerden ne yazık ki çok azı ayakta kalabildi. Çünkü silinmek istenen Türk iziydiler, yıkıldılar, yakıldılar, yok edildiler. -ABD’li yazar McCarthy’nin, Ölüm ve Sürgün adlı kitabında, Mora Yarımadası’nda Rumların Müslümanlara karşı genel bir yok etme politikası içinde olduklarına özellikle vurgu yaparak, ayaklanmanın milliyetçi sloganını Balyabadra Piskoposu Germanos’un ağzından dökülen; “Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” söyleminin temsil ettiğini belirtiyor. -Rum isyanı ve sonrası gelişmelere dair eseri bulunan David Howarth, Mora’da Türklere yapılanları ibret verici cümlelerle kaleme alıyor. Howarth, 1821 ihtilalini yerinde izlemiş, İngiliz, İtalyan, Fransız, Alman subay ve gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra yazdıkları kitap, makale ve günlükleri tek tek inceleyerek eserini hazırlamıştı. Howarth eserinde verdiği sarsıcı bilgilerden sadece aşağıdaki satırlar yaşanan vahşeti anlatmaya yetiyor: “Yunanlıların, barbarlıklarına 20 kadar Avrupalı tanık olmuştu. Bunlardan biri de İskoçyalı Albay Thomas Gordon’du. Tripoliçe’de gördüğü olaylar o kadar dehşet vericiydi ki, utanç verici bu olayların, sonsuza değin bilinmesini istedi: İki gün içinde, on binlerce Türkün yaşadığı şehirde tek canlı kalmamıştı. Bunların çoğu, kafası, kolları ve bacakları kesilerek öldürülmüşlerdi. 1821 ihtilali döneminde, Yunanistan’da yaşayan yabancıların sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. Bu yüzden Avrupa ülkeleri Yunanistan’da neler olup bittiğini bilmiyordu. Yunanistan dışına gönderilen raporlar savaşa katılmamış, Atina’da yaşayan aydın romantikler tarafından hazırlandığı için, Yunanlıların ideallerine uygun ölçülerde kaleme alınıyordu. Bu Avrupalılar Türkleri kınarlarken, barbarlık edenin ve katliamı başlatanın Rumlar olduğunu bilmiyorlardı.” Ünlü İngiliz yazar William St. Clair, Mora’daki Rum katliamlarını şu çarpıcı cümlelerle anlatıyor: “Dünyanın haberi olmadan yok edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler.” Tanıklardan Lütfi Efendi’nin kaleminden dökülen notlar: “Rumların ayaklanmasıyla, yaklaşık dört asır Mora’yı vatan edinen Türkler, isyancıların çok şiddetli saldırılarına maruz kaldı. İsyana Rumlara destek için katılan ancak gördükleri vahşet karşısında irkilen bazı Avrupalı müelliflerin gözlemlerinden anlaşıldığı kadarıyla, Rumların bu vahşi cinayetleri tam bir soykırım özelliği taşıyordu.” -1821’de başlayan isyan yaklaşık 10 yıl devam etti. Dönemin Avrupalı büyük devletleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya isyancı Yunanlıların lehine diplomatik ve askeri müdahalelerde bulundu. Avrupalılar isyancıları açıktan destekledi. Bu da Osmanlı Devleti’nin isyanı bastırmasını imkansız hale getirdi. -Geçmişin derinliklerinde unutturulmaya çalışılan Mora Türklerine yönelik katliam “medeniyet beşiği” olmakla övünen Yunanistan için tarih sahnesinden silmek istediği kara bir leke. Yunanlılar'a koşarak gelen birçok Helen hayranı, katliamı görünce ya intihar etmiş ya da Yunanlılar'ı terketmişti. Almanyalı Doktor Wilhelm Boldemann zehir içerek intihar ederken, İskoçyalı Albay Thomas Gordon ise Yunan barbarlığını görünce asilerden ayrılmıştı. Kimi Helen hayranı da gerçekleri gördükten sonra ülkelerine dönüşlerinde "Başkalarının, benim işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum. Modern Yunanistan, eski Yunanistan gibi değildir. Yunanlılar, şükran bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar" diye yazılar yazmışlardı. Yunanistan'dan ülkelerine dönen birçok Fransız subay, Yunanlılar'ı "Alçak, korkak ve iyilik bilmez bir soy!" olarak tasvir ederken Korint katliamına şahit olan Prusyalı bir subay, "Orada yalnız sefalet, ölüm ve nankörlükle karşılaşacaksınız. Size Almanya ve İsviçre'de söylenenlereinanmayınız; yaşlı bir askerin söylediklerineinanınız" demiş, Prusyalı başka bir subay ise"Eski Yunanlılar artık yoktur. Solon, Sokratesve Dimosthenis'in yerini kör cehalet almıştır. Atina'nın makul yasalarının yerini barbarlıkalmıştır. ...Yunanlılar, basın aracılığıyla yabancılaravermekte oldukları çekici sözleri yerinegetirmiyorlar" diye yazmıştı. Tarihçi William St. Clair, "That Greece Might Still be Free": "20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Yunan komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler. Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler, kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. Olaylar başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da Yunan güruh tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini korumaya çalışıyorlar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak, hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren asilere teslim oldular, ama yine de öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle olarak asilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı. Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silahlı Yunan asiler, çevreyi dolaşarak öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks papazlar, onlara önderlik ediyor ve bu sözde 'kutsal' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı. Yunanlılar arasındaki bu 'vahşice öç alma iştiyakı, çok geçmeden katletme zevkine' dönüştü. Yunanistan Türkleri 1821 yılı baharında dünyanın geri kalanının kaydına girmeden ve yas tutulmaksızın ortadan kayboldular". İskoç Tarihçi George Finlay, "History of the Greek Revolution": "1821 Nisan ayında Yunan yarımadasının her tarafına yayılmış, tarımla uğraşan 20 binin üzerinde Müslüman insan yaşamaktaydı. İki ay geçmeden bunların çoğunluğu kadın-çocuk denmeden acımasızca ve pişmanlık duyulmadan vahşice katledilmişti. Şimdi bile yoldan geçen seyyahlara taş kümelerini gösterip, 'İşte şurada Ali Ağa'nın konağı vardı ve biz onunla birlikte ailesiyle hizmetkârlarını burada kestik' deyip bir gün bu yaptıklarından ötürü kindar bir öfkeyle karşılaşacağını hiç düşünmeden, bir zamanlar Ali Ağa'ya ait olan tarlaları sakince sürmeye koyulan yaşlı adamlara rastlarsınız. İşlenen suç bir ulusa aitti ve doğurduğu huzur bozucu sonuçlar ne olursa olsun, telafi etmesi o ulusa ait bir davranış biçimi olarak o ulusun vicdanında yer etmeliydi". İngiliz Tarihçi Walter Alison Phillips, "The War of Greek Independence": "Nisan ayında isyan yaygınlaşmıştı. Sanki bir yerden işaret almış gibi köylüler birden her tarafta ayaklandılar ve ellerine geçirdikleri tüm Türkleri çocuk, kadın, erkek ayırt etmeden katlettiler. Ağızdan ağıza dolaşan 'Mora'da hiç Türk kalmasın; hatta tüm dünyadan silinsinler' şarkısı, bir yok etme savaşının başlangıcını haber verdi. Mora'daki Müslüman sayısının 40 bin olduğu sanılıyordu. İsyanın başlamasından sonraki üç hafta içinde şehirlere kaçabilen birkaç kişi haricinde hiç Müslüman kalmamıştı". Amerikalı Tarihçi McCarthy, "Ölüm ve Sürgün": "Bazen savaş sarhoşluğu içinde ve eski efendilerin düştüğünü görmek arzusuyla, Türkler derhal öldürülmüşlerdi ama katliamların çoğu planlı ve serinkanlılıkla işlenmişti. Şehir ve kasabaların tüm Türk nüfusu toplanıp şehir dışına yürütülmüş ve kuytu yerlerde boğazlanmışlardı". İngiliz Tarihçi David Armine Howarth, "The Greek Adventure": "Yunanlılar, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı". Prof. Dr. Ali Fuat ÖrençPİŞMAN OLAN AVRUPALILAR
YABANCI TARİHÇİLERİN GÖZÜNDEN MORA TÜRK KATLİAMI
(forumsa.com)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR