Son Dakika



Şunu kabul etmek gerekir ki, insanlığa mal olmuş büyük sanatçılar ve başyapıtlar en çok Fransa'dan çıkmıştır. Sanayi devrimi 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere’de başladığı kabul edilse de sosyal devrimlerin vatanı olarak Fransa tartışmasızdır.

1789-1848 Devrimleri öncesi ve sonrasında “modern” denen yeni üretim ilişkilerinin insan yaşam biçimi ve bilinci üzerinde yarattığı derin etki ve yaptığı değişimler, Fransız sanatçılarının “ilkler”i başarmasını sağlayan en önemli etken oldu.  

Sanayi devrimi, gücünü “buhar”dan almıştı; sosyal devrimler, gücünü sanat ve edebiyattan aldı. Bütün eski biçimleri, kalıpları “yıkıp geçen” yeni sınıf burjuvazi, kendisini edebiyatla “inşa” etti diyebiliriz. Düşünsel devrimin daha başlangıcında (Edebiyata “deneme” türünü kazandıran Fransız yazar) Montaigne’nin (1533 - 1592) "Ben kitabımı yazdığım kadar, kitabım da beni yazdı." demesi bu etkinin insan teki üzerinde muazzam değişim gücünü anlatan en güzel sözlerdendir. La Fontaine’in (1621 - 1695) hayvanlar üzerinden insanlara “ahlak” dersi veren “yapay” masalları, insanın eleştiri yapabilmesinin önünü açmış, sonuçta bu gibi gelişmeler, bu "Rönesans", edebiyatta “Klasizm” akımını da başlatmıştır. Tiyatroda “trajedi”, “komedi” ayırımını büyük tartışmalarla yok eden “trajikomedi”nin kurucusu Corneille (1606 - 1684), kadın kahramanları sahneye taşıyarak kadın ruhunun toplumda etkin hale gelmesini sağlayan Racine (1639 - 1699) ve nihayet güldürürken düşündürmeyi, eğlendirirken öğretmeyi başaran Molière, bugünkü modern demokrasi anlayışının temelini kuran, özgürlük, eşitlik, erdem gibi kavramları savunarak sosyal devrimlerin önünü açan Jean Jacques Rousseau, Fransızların insanlığa kazandırdığı öncü ve önemli yazarlardandır.

İki büyük sosyal devrim ve onun öncü depremleri yeni doğan yaşam biçimin, onun yarattığı insan ilişkilerindeki depremlerin artçı sarsıntısı şöyle ya da böyle “gerici” ya da “ilerici” sayılsın insanlığın karşılaştığı hep “yeni” tartışmalar olmuştur. Bu tartışma/çatışmanın diyalektiği “Modern” edebiyatın hemen hemen bütün akımlarının Fransız yazar ve şairlerinden çıkmasını sağlamıştır.

Chateaubriand (1768 - 1848), Lamartine (1790 - 1869), Alexandre Dumas (1802 - 1870), Victor Hugo (1802 - 1885) edebiyatta “Romantizm" akımını başlatıp ölümsüz yapıtlar kazandırmışlardır.

“Realizm” akımı da Fransız yazarlarından Honoré De Balzac’ın (1799 - 1850) başlattığı bir akımdır. Stendhal (1783 - 1842), Gustave Flaubert (1821 - 1880) bu akıma altın çağ yaşatmışlardır.

Emile Zola (1840 - 1902) “Realizm”in kendini tekrar etmesine tepki olarak “Natüralizm"i yaratan Fransız yazardır. Hatta yalnızca diğer yazarlardan kendini ayırmak için yarattığı “kişiye özel” bir akımdır denebilir. Guy de Maupassant da (1850 - 1893) olaya dayalı öykü türünün muhteşem örneklerini gerçekçi/naturalist akımın içinde yazmıştır.

Devrimci rolünden uzaklaşıp tutuculaşan burjuvaziye karşı gelerek, gelişen kapitalist sistemin insanlığı mahvedecek özünü görüp tehlikeyi sezen (iki dünya savaşını düşünün) ve yeniden inşa ettiği gerici kurumlara, Katolik kilisesine vs. ilk saldırıları başlatan “Modernizm”in kurucusu Charles Baudelaire (1821 - 1867), Arthur Rimbaud (1854 - 1891), Stéphane Mallarmé (1842 -1898), Paul Verlaine (1844 -1896) gibi şairler “Sembolizm”, “Parnasizm” gibi akımlarla edebiyatın bayrağını bir ileri düzeye taşımışlardır. İlk bilim kurgu eserler de bir Fransız yazarın Jules Verne’in (1828-1905) eseridir. André Gide (1869 -1951) Jean-Paul Sartre (1905-1980) Fransız edebiyatının çağdaş temsilcileridir.

Diğer sanat akımlarında olduğu gibi edebiyatta Klasizm, Romantizm, Parnasizm, Modernizm, Naturalizm, Empresyonizm, Sembolizm, İdealizm, Realizm, Fransa’da kurulmasa da adını Fransızca “tahta at”tan alan Dadaizm, 1924’de André Breton öncülüğünde Louis Aragon’un da içinde olduğu manifestosunu yayınladıkları Sürrealizm, Jean Paul Sartre’le başlayan Egzistansiyalizm, hatta hatta Letrizm (Harfçilik) bile Fransız yazar ve sanatçılarının başlattıkları akımlardır. Bunca yenilik arasında yalnızca “Füturizm”,  Marinetti (İtalya), Helebinikov ve Mayakovski (Rus) Fransa’da başlamamıştır.

FRANSIZ EDEBİYATI - TÜRK EDEBİYATI   

Neredeyse tüm hayatı sanat üzerine kurulu biz Türklerin bu denli zengin ve yeni edebiyata ilgisiz kalması düşünülemezdi. İkinci Yeni'yi aratmayan Orhun Kitabeleri, dünya tarihinde belki de ilk ve başka örneği bulunmayan ve bin yıl önce yazılmasına karşın Türkçe'nin etimolojik özelliklerini dikkate aldığı için neredeyse günümüz akademik çalışmaları düzeyinde bilimsel bir kitap olan Divan-ı Lügat'it Türk'ü yazan Kaşgarlı Mahmut, şiirsel bir kültürün baş yapıtı Dede Korkut Oğuznameleri, muhteşem bir Halk Şiiri (Yalnızca Karacoğlan yeter), beş yüz yıl önce, “Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal/Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” diyen Baki Efendi'yle başlayan Divan Şairleri gibi zenginlik barındıran edebiyata epey düşkün bir tarihe sahip toplum olarak, Fransa'da mayalanan bu yeni (modern) edebiyattan etkilenmememiz düşünülemezdi.

Modern Türk edebiyatı bu gelişmelere koşut bir doğallıkla, özellikle yüz yılın başında (Fransızca'nın başat dil olmasının etkisiyle de) tümüyle Fransız edebiyatının etkisi altında kalmıştır. Kapitalizmin tüm kurum ve kuruluşlarıyla (sermaye birikimi - hukuk - laik eğitim) gelişimini tamamladığı Batı ülkeleriyle, kapitalizmini kör topal geliştirmeye çalışan yarı sömürgeleşmiş bir ülkenin edebiyatlarının ilişkisi eşit bir ilişki olmadığı gibi kolay da olmasa gerekir.

Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde kurduğu "Tercüme Bürosu"nun 1941-46 arasında Türkçe'ye çevirdiği 1000'i aşkın "Dünya Klasikleri" külliyatında Rus klasikleri 63, İngiliz klasikleri 66, Alman klasikleri 53 yapıtla yer alırken Fransız klasiklerinden 171 yapıtın çevrilmiş olması bir anlam ifade edebilir.

Türk edebiyatı fena halde taklit düzeyindeki ilk yapıtlar dönemini/düzeyini aşmayı başarıp, Anadolu ve Türk kültürünü de kaynaştırarak özgün bir edebiyat (Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı) yaratabilmiştir. Bugün sayısal çağda nasıl bilimsel bilgi tekel özelliğini giderek kaybediyor ve erişim kolaylaşıyorsa yayınlandığı anda anonimleşen edebiyat yapıtlarının bilgisine ulaşmak, ondan yararlanmak daha kolaydır. Bugün edebiyatımızın başarısı, ülkenin sanayileşmesi, kalkınması, tarımsal gelişmesinin önündedir.

Ne var ki arkalarından koşup yetişmeye çalıştığımız "Fransızlar" boş durmadılar. 20. yy'da da edebiyat kuramları ve genel olarak sanat üzerine dünyayı etkilemeye devam ettiler. Kapitalizmin "cicim" yıllarından çok farklı bir kapitalizmle, artık emperyalist aşamaya geçmiş, 1. ve 2. Dünya Savaşlarını çıkararak çoğu kendi vatandaşı yüz milyona yakın insanın ölümüne neden olacak denli vahşileşmiş bir sistemle karşı karşıya kaldı yazar ve şairler. (Biz İkinci Dünya savaşına girmedik; biraz vidalarımız gevşek; tuzumuz kuru!)

Estetik yetkinlikle boy ölçüştüğümüz ve Nobel'e kadar uzanmayı başardığımız bu hareketli "edebi" süreçte, bunun tersi olarak, kendimize özgü bir estetik, "edebiyat eleştirisi", bir "edebiyat kuramı", bir edebiyat düşüncesi oluşturamadık.

 

EDEBİYAT ve AKADEMİ

Son yıllarda üniversite sayımızın artması bilim insanlarımızın da artmasına neden oldu. Sayısız Türk edebiyatı bölümü, Batı dilleri ve edebiyatları bölümümüz var. Yine de Fransa'dan yayılan kuramları, yalnızca çevirilerle anlamaya çalıştığımız uzunca bir sürece girdik. Genelde Batı'dan özelde ağırlıklı olarak Fransa'dan kaynaklı kuramları, Türk edebiyatının ve onun beslendiği kültürün gelişmesine yarayacak bir sentezde buluşturamadık. "Batı" kaynaklı "akım"ların onlarda işi bittikten sonra çok geç, işlevsiz, ölü bir halde ülkemiz kültür ortamına aktarıldığı (Alain R Robbe-Grillet'in Yeni Roman örneğindeki gibi; bize bir türlü gelemedi!) genel bir kanı haline geldi.

Bu kez aktarmaya, anlamaya çalıştığımız Fransız düşünürleri de  açık söylemek gerekir ki tuhaflaşmıştı. Kapitalizmin devrimci olduğu yükselme döneminin, bilimi tek meşru güç kabul edip gündelik yaşamın akılcı düzenlenmesini savunan Aydınlanmacı Montaigne, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler Cumhuriyetin kuruluşu yıllarına tak oturup çok kolay okunabiliyor, benimsenebiliyor ve böylece eğitmeyi / değiştirmeyi başarabiliyordu. "Modern"in ülkülediği bütün hayallerin tek tek yıkıldığı ve bilinçsiz bir biçimde akıp sürüklendiğimiz kapitalizmin bu gerici döneminde, bir başka deyişle Avrupa merkezli insanlık idealleri yolunda mücadelenin çöküş döneminde, kültür ile ticaretin kesiştiği bir ortamda sanatçı ile sermaye arasında, piyasanın küresel zaferi uğruna bir suç ortaklığı ortaya çıkmış olabilir miydi?

Bu yeni dönemde, Foucault (1926 - 1984), Derrida (1930 - 2004), Lyotard (1924 - 1998) gibi Sartre sonrası yeni kuşak Fransız düşünürlerin hem yazar ve şairlerimizde hem bilim insanlarımızda epey bir kafa karışıklığı yarattığını gözlemliyoruz."Tercüme Bürosu"nun kapatılıp çevirilerin "resmi" özeni yitirmesi ve özel yayınevlerinin "editör"lük problemi de buna eklenince "aktarma"nın bile doğru düzgün yapılamadığı kakafonik bir ortama evrildik.

"Yapısalcılık" Ferdinand de Saussure (1857-1913) tarafından yüz yılın başında kuruldu, Lévi-Strauss (1908 - 2009) tarafından dille, dolaysıyla edebiyatla ilişkilendirildi. Roland Barthes (1915-1980) "Göstergebilim"in kurucularındandı. Ancak "Postmodernizm"in de kurucuları arasındaydı.

 


Türkiye'de de sorunlar zaten "Postmodernizm" aktarımlarına sıra gelince patladı. Ahmet Oktay'ın Postmodernist Tahayyüle İtirazlar kitabında vurguladığı gibi: "Türkiye'de postmodernizm…" bilim düzleminde "Kapsamlı bir kuramsal tartışmaya girmeksizin, de facto olarak kabul edildi." Bu akıma eleştiriler Avrupa merkezlerinde özellikle Marksist kökenli düşünürlerce daha yüksek sesle dile getiriliyordu. (Ne yazık ki bu "itiraz"lar da bize geç geldi!) Sanayi öncesi, sanayileşme dönemi, sanayi sonrası, teknoloji dönemi toplumları olarak temellendirilerek tartışılan "Batı" merkezli düşünceler, Türkiye'nin "sanayi"si, "teknoloji"si ve toplumu işe katılmadan kabul edilip dogmalaştırıldı.

Romanya asıllı Fransız vatandaşı Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır kitabının girişinde "Postmodernizmin üzerine yine mi bir başka kitap? Dünyanın giderek azalan ormanlarının yok edilmesine bir katkıdan başka neye yarar…" diye yazması itirazın şiddeti açısından bir örnek olabilir. Toplumu ekonomik politik sınıfsal bir çatışma alanı değil dilsel bir iletişim yumağı olarak görmeyi öneren Condition Postmoderne (Postmodern Durum) yazarı François Lyotard (1924 - 1998) bizim bunca ciddiye aldığımız akımı yaratan bu kitabı hakkında "Hikayeler uydurdum, asla okumadığım kitaplara göndermelerde bulundum; belli ki insanlar çok etkilenmiş…" diyebildi. (Aktaran Perry Anderson, Lotta Poetica, Ocak 1987)

Günümüzde de, akademisyenlerin içinde bulundukları toplumun sorunlarına işaret etmeleri ve o toplumu sağlamlaştıracak çalışmalarda bulunmalarıdır kanısı hala yaygındır. Oysa kendi içinde bile bilim tartışmalı; Aydınlanma dönemindeki gibi tartışmasız bir meşruiyete sahip değil. Bilim insanının hayatı büyük oranda, akademik kariyer için fetişleştirilmiş kavramlar ve fetişleştirilmiş akademik yayınlar arasında bir hayata dönüşmüş durumda. Hatta yakın zaman önce okuduğum bir yazıda artarak devam eden "ihtisaslaşma"nın, akademisyenler ve halk arasında, hatta profesörler ile profesörler arasında bir yabancılaşmayı, uzaklaşmayı da beraberinde getirdiğini savlayıp, çoğu "Batılı" akademisyen, entelektüel kapasitelerini kimsenin sormadığı soruları kimsenin okumadığı sayfalarda yazmakla yayınlamakla meşgul, diye yazıyordu.

Prof. Dr. KUBİLAY AKTULUM KİMDİR?

Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Aktulum, yetiştirdiğimiz en önemli bilim insanlarımızdan. Anadolu'nun bir yerinde (Adana) doğup bir başka uzak köşesindeki üniversitede (Atatürk Üniversitesi) Fransız edebiyatı okuyarak Avrupa (Fransa Aix Marseille ve Sorbonne Üniversitesi) ve Amerika'nın merkezlerinde (Kanada Laval Üniversitesi) bilimsel çalışmalar yapmak, sonra ülkesine gelip çalışmak, yazmak kolay bir yolculuk değil.

Kubilay Aktulum, yukarıda özetlemeye çalıştığım her biri insanlık için ayrı bir kazanım olan külliyatın içinde onu özümsemiş ve sentezleyerek işe yarar hale getirmiş farklı bilim insanlarımızdan.

Dikkat çekmek istediğim gibi bizden önce çok önemli deneyimler yaşamış Fransız sanat ve düşünce insanlarını atlayıp geçemeyiz. Ancak yalnızca aktararak da bir yere varamayız. Bir kaç kilometre ötemizde bombalar patlıyor bedenler parçalanmaya devam ediyor, milyonlarca insan evini yurdunu hala terk ediyor ve bütün bu tartışmalar bir işe yaramıyor.

Fransız kültürüyle ilişkimizde, ilk romanımız (tümüyle taklit) Taaşuk-ı Talat ve Fitnat'dan CHP Genel Merkezi görevlisi olarak Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınlarını yöneten Ahmet Muhip Dranas'a, oradan Tahsin Saraç'a, en son Tahsin Yücel ve Enis Batur'da odaklaşan, büyük oranda aktarmacılık ilişkisi, Kubilay Aktulum'da yerini bilimsel bir senteze dönüştürmesi bu anlamda önemli bir gelişmedir.

"RESİMSEL ALINTI"

Edebiyat yapıtını hücrelerine ayırıp bütün bir külliyat üzerinden bize yararlı olacak şekle getirmek gerçek bir edebiyat bilim insanının temel yöntemlerinden. Prof. Dr. Kubilay Aktulum "öğrendiği" yöntem ve kavramları bu amaçla kullanıyor. Uzmanlaştığı, yazınsal yapıtlardaki "metinlerarasılık" sorunlarını, "Postmodernizm" dahil her düşünce/akımını eleştirel bir bakıştan geçirerek inceliyor, yorumluyor.

Kubilay Aktulum, ilk kitabı Metinlerarası İlişkiler (1999), Kopuk Yazı/Kopuk Yapıt (2002), Parçalılık/Metinlerarasılık (2004), Metinlerarasılık/Göstergelerarasılık (2011), Folklor ve Metinlerarasılık (2013) kitaplarıyla Türkiye'de edebiyat eleştirisine yararlı, eleştirmenlere zengin bir kaynak ve bakış açısı sunan birbirinden değerli çalışmalar sunuyor, engin bir alan açıyor. Bir Türk estetiği kuramı oluşturmaya yardım edecek denli estetik sorunlarına evrenselden yerele uzanan zengin bir bilgi/yorumla yaklaşıyor.

Kubilay Aktulum'un en son, Çizgi Kitabevi yayınlarından Resimsel Alıntı - Resimlerarası Etkileşimler ve Aktarımlar(2016) kitabı çıktı.

Kitabı yazmasındaki amacı, "Belli bir yöntem üzerine oturtulan kimi resimlerin özel bir çözümlemesi yanında genel olarak alıntılama, resimlerarasılık, göstergelerarasılık, resimsel etkileşim ve aktarma vb. sürecine uyan birkaçını gönderge yapıtlar olarak göz önünde bulundurup bu görüngüdeki işleyişlerine, bileşenlerine ilişkin bir dizi saptama yapmak olacaktır. İlk aşamada resimlerarasılık bağlamında gündeme gelen temel yöntemlerin, yaklaşımımıza uygun düştüğünü düşündüğümüz, değişik dönemlere ve ülkelere ilişkin kimi sanatçıların yapıtlarından yararlanarak neler olduklarının bir tiplemesini yapacağız. Yaklaşımımızla doğrudan ilintili olan ve kavramların kuramsal düzlemde daha iyi kavranmasını sağlayacak olan en belirgin özellikleri de kendi içinde kısaca tanımlamaktan geri durmayacağız. Kitabın başlığına gelince. Burada tüm çalışma, üzerine oturduğu dört temel kavram 'alıntı', 'resimlerarası(lık)', 'etkileşim' ve 'aktarma' çevresinde toplanıyor…" diye açıklıyor.


Aktulum, "Gerçeklik sandığımız şey, aslında 'kendi' gerçekliğimizden öte bir şey değildir. Öyleyse bu yaklaşımda, gerçeklik, bir matematikçi tutumuyla algılanmak yerine, öznel bilginin süzgecinden geçirilmelidir." diyor. Bu biraz da Sartre'ın "kendinde dünya" ile "benim/bizim için" dünya düşüncesidir.

"Kopukluk parçalanma kırılma parçalama…" gibi kavramların postmodernizmin değil bu kötü dünya karşısında "içine kapanan özne bilinç, birey"in ve dolayısıyla edebiyatın temel sorunsallarından olduğunu Aktulum'dan öğrendim: "Toplumda değişim dönüşüm ilerleme süreklilik içinde değil kopukluk içerisinde dile getirilmiştir." (Parçalılık/Metinlerarasılık, s. 63)

Resimsel Alıntı, yararlı bir "Giriş" yazısından sonra, "Resimde Alıntı", "Alıntı Nedir?", "Alıntılama Biçimleri", "Pop Art ve Alıntı", "Alıntı ve Ayrışıklık" bölümlerinden oluşuyor.

Prof. Dr. Kubilay Aktulum "Batı dışında" bir ülke entelektüeli olarak modernliğin sırlarına vakıf olmayı başarmış bilim insanıdır. Batı dışında bu çalışmalarını Türk edebiyatının önünü açacak, daha derin bir özgünlük kazandıracak yöne çevirmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. (Bu cesareti son kitabı Resimsel Alıntı veriyor.)

Kendimize özgü bir estetik kuramı, edebiyat kuramı, bir eleştiri kuramı niçin olmasın? Türkiye'de "sosyal" yaşam, edebiyat ve sanat, yazar ve şairlerimiz gittikçe uzaklaşmak zorunda kaldığımız "Batı" merkezli düşüncelerin kıskacından kurtulup 
yukarıda özetlemeye çalıştığımız Fransız klasik yazarları düzeyinde, insanlığa kazandırılmış yeniliklerin öncüsü niçin olmasın?

Ahmet Yıldız
(Edebiyatta Doğu'ya Dönmek, Boyalıkuş Y. İst. 2020. s. 91)

ahmet yıldız

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)