‘Mal’laştırılan canlar duygular değerler / Yücel Çağlar
Her durumda gerektiğince ayırdında olunamasa da çoğu kişi doğal, toplumsal, bireysel değişim ve dönüşümleri görmezden gelemiyor. Bu gelişmeyi olumlu mu olumsuz mu değerlendirmek gerektiğini kestiremiyorum doğrusu. Sanıyorum, genellemeden kaçınmak daha doğru olacak. Ama şu söylemi kullanmamı yadırgamazsınız umarım: “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!” Bu gidişe gündelik yaşantımızdan pek çok belirti verilebilir; işte birkaçı… *** Bir toplumun çoğunluğu “acıyı bal”, canlarıysa sayılabilir mal eyler duruma geldiyse eğer, en azından “sol memesinin altındaki cevahir” henüz kararmamış herkesin durup sorması gerekmiyor mu sizce de? Bu duruma nasıl geldik? Ama yanıtlanması gereken çok daha önemli başka bir soru var: Bu durum aşılabilir mi; nasıl aşılabilir? Çok açık, siyasal iktidarın böyle bir “derdi” yok; peki ya karşıtlarının var mı? En azından gerektiğince yok bence. Olsaydı eğer siyasal iktidar karşıtlığını ekonomik yıkımlar, adaletsizlikler vb. yalnızca olağan koşullarda zaten olmaması gerekenlere indirger miydi sizce? Sözgelimi, yurttaşlarımızın sahip olduğu olumlu değerlerin neredeyse tümünün olumsuzluğa dönüşümünü bu denli görmezden gelebilir miydi? Epeyce bir zamandır böylesi düşüncelerle yatıp kalkıyorum ama bir çıkış yolu bulamıyorum ne yazık ki. Bu durumda olanın yalnızca ben olmadığını gözlemledikçe, deyim yerindeyse “elle gelen düğün bayram” diyemiyorum; içimdeki yangın daha da büyüyor. Ne yapsam acaba? *** Şahin Akdemir’i anımsıyor musunuz? Büyük bir olasılıkla anımsamazsınız: Geçtiğimiz yıl, Marmaris’te orman ekosistemleri cayır cayır yanarken motosikletiyle söndürücülere su taşırken canını yitirmişti hani? Henüz yirmi beşindeymiş. Kimse ona böyle bir görev vermemişti. Ama O, yangınlı günlerde yaşıtlarının çoğu gibi Marmaris’in maviliklerinde serinlemek, kıyılarda oynaşmak yerine “durumdan görev çıkarmıştı.” Daha önceki yangınlarda da benzer çabalara girmişmiş. Motosikleti arızalanıp alevler içinde kalmasaymış daha kaç söndürücünün içini serinletecekmiş kim bilir… O alevli günlerde Şahin, bir iki günlüğüne hüznü de metalaştırabilenlere gündem olmuştu. Sonra? Sonrası yok! Gelin de şimdi Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şu dizelerini anımsamayın: “… bak şu bebelerin güzelliğine kaşı destan gözü destan elleri kan içinde kör olasın demiyorum kör olma da gör beni…” Gördüler mi dersiniz? Şahin’in kardeşinin söylediklerine bakarsanız, hayır görmediler: Önce dönemin ilgili Bakanı, “Marmaris’te maalesef bir canı, vatandaşımızı kaybettik. Başımız sağ olsun. Ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum.” (29 Temmuz 2021, Gazeteler) dedi. Ardından Orman Genel Müdürlüğü “İyi ki varsın Şahin” sözüyle -ama Şahin yoktu ki artık; yanarak ölmüştü!- yayımladığı “tweette” yalnızca, “Muğla/Marmaris'te ekiplerimize su götürürken hayatını kaybeden 25 yaşındaki Şahin Akdemir'in kahramanlığını asla unutmayacağız. Tıpkı çalışma arkadaşımız Görkem Hasdemir gibi...Yeşil Vatan'ımızın ormanlarında adlarınızı hep yaşatacağız. Ruhunuz şad, mekanınız cennet olsun.” demekle yetinmişti*. Sonrasında ne yapıldığını araştırdım ama herhangi bir bilgiye ulaşamadım; üzüldüm. Ancak durun bir dakika; Şahin’in ölümünden iki ay sonra, 1 Kasım 2021 tarihli gazetelerde kardeşinin bir açıklamasına rastlamıştım*. Şöyle söylüyordu Kardeş Akdemir: “Bize verilen sözler tutulmadı. Ne babamın ne annemin ne de benim, hiçbirimizin sözü tutulmadı. Marmaris'te Cumhurbaşkanı’mız ile yüz yüze görüştük. Ama bakanların verdiği söz tutulmadı. Cumhurbaşkanımız bakanlara talimat verdiği halde bakanlardan bir cevap yok. Annem babam, ‘emekli olacak’ dediler, olmadı. Beni bir işe alacak oldular, olmadı. Benim KPSS puanım var, yeterlilik belgelerim var. Ama hiçbir icraat yok… İki defa Köyceğiz Orman İşletme Müdürlüğü’ne gittim, Müdür Adem Bey’in yanına. Adem Bey, beni cep telefonumdan arıyor. 'Baykal senin işin hazır, gel’ diyor, ‘şu tarihte işe başlayacaksın’ diyor. Köyceğiz’e varıyorum, adam bana, ‘İşe alınamıyorsun, İŞKUR üzerinden başvuru yapman lazım’ falan diyor. ‘O zaman beni niye çağırdın’ diyorum, ses çıkaramıyor adamlar. İki defa gittim. Birincisinde aynı bu şekilde anlattığım gibi. İkincisinde gittim, yine aynı şekilde. … Köydeki evimle şehir arası bir saat. Araç bulma sıkıntı, aracımız yok. Babam bunu kaç kere dile getirdi zaten. Beni çağırdılar, yine aynı şekilde vardım. Konuştuk. ‘İŞKUR üzerinden seni alacağız, 3-4 ay çalışacaksın, maaşını biz yaptırmayacağız, köydeki kooperatif yatıracak, sigortan da yatmayacak’ dediler. Ben de ‘sigortasız nasıl çalışayım? Sigortasız çalıştıramazsınız’ dedim. Bu şekilde insanların hakkı yeniyor, bir benim değil.” İkinci kez “çarpıldım”: Belki daha önce verilen sözleri anımsayan, büyük olasılıkla iktidar karşıtı yönelimli bir gazeteci sorunca o da böyle bir açıklama yapmıştı. Nedense, örneğin Roboski’yi anımsadım birden; unutmamışsınızdır: Öldürülenlerin yakınları, iktidarın tazminat olarak vereceği –“kan parası” mı diyorsunuz?- toplam 4,2 milyon TL’yi kabul etmemişti. Peki, neden; çok mu varsıldılar? Ya Soma’daki göçük altında canlarını yitirenleri tekmeleyen o insan görünümlü varlığı? Anladım; emek “maldır” ama can da “mal” oldu yoksa? *** Son yılların en çok kullanılan sözcüklerden biri de “paylaşmak” olsa gerek: O denli çokça, daha önemlisi rastgele kullanılıyor ki çağrıştırdığı yüce anlamını yitirdi artık. Herkes her şeyi –“her şeyini” mi?- kafasına göre “paylaşıyor”. Yapılan da çoğunlukla “yerse…” dercesine bir tutum ya da söylemle dayatma biçiminde oluyor; en küçük bir duygudan yoksun… Herhangi bir yitimden “kelle”, “tane” vb sayıcıl söylemlerle söz edenlerin su başlarını tutabildiği ülkemizde bu tutumlar ne yazık ki artık yadırganmaz oldu. *** Ayırda mısınız; günümüzde gençler aşık olamıyor sanki. Olabilenlerin ise çoğunluğu aşklarını gerektiği gibi yaşayamıyor artık. Nereden mi biliyorum; söyleşilerim de şakayla karışık sorduğumda hemen hemen hiç olumlu yanıt alamıyorum çünkü. Çoğunluğu şiir bile okumuyor; dolayısıyla, öne çıkmış –“medyatik” olmuş?- birkaçı dışında ozanlarımızla tanışık olanlarla pek az rastlaşıyorum. *** Çok merak ediyorum: Çoğu sonuç olarak yaşanan bireysel görünümlü her türlü açmazın toplumumuzda daha önce bu denli yaygınlaştığı bir dönem yaşandı mı acaba? Seksenine beş kalmış bir yurttaşınız olarak söylüyorum; ben böylesine tanık olmadım. Bana sorarsanız bunların başında da yalnızlıklar geliyor. Bu dönüşümü açıklayabilecek öyle çok gösterge verilebilir ki… Covid bulaşısı bugünleri beklemişti sanki ya da yaşanmakta olanı su üzerine çıkarıp pekiştirdi. Öyle ki bakarsanız, genciyle yaşlısı, kadınıyla erkeği, emekçisiyle çalıştıranı, varsılıyla yoksulu herkes “yalnız”. Üstelik bu yalnızlıkların çoğu istendik –“seçilmiş yalnızlık”?- . Bunun da etkisiyle olacak, toplumsal yaşam toplumsal olmaktan çıktı neredeyse. En sıradan (!) toplumcu sayılabilecek sıradan, en masum değerler bile anlamsızlaştı gibi. Kanıt mı istiyorsunuz; alın size çok yalın bir yanıt: Orta ya da küçük kentsoylular arasında hızla yaygınlaşan evcil hayvan “tutkusu”; artık nasıl bir tutkuysa… Çoğu ailede en az bir kedi ya da köpek vb evcil hayvan var. Olsun, bence bir sakıncası yok. Ancak toplumsal ve bireysel dönüşümlerin ne yönde olduğu da gözden kaçırılmamalı *** Sanırım kimi okurlar; “- İşte içi kararmış, bardağın hep boş yanını gören bir kafa daha !” deyip beni kınıyordur. Varsa böyle düşünenleri hiç yadırgamam doğrusu; haklı da olabilirler. Ne yapayım ki yaşadıklarım, gözlemlerim başka türlü duyumsamalar düşünceler içinde olmamı çok güçleştiriyor. Öyle ki, sözgelimi, bozkırlar, ormanlar, akarsular, denizler, bulutlar vb önceleri karşısında kendimden geçtiğim doğal ortam ve varlıklar bile artık eskisi gibi görünmüyor gözüme. Sanırım çooook yaşlandım; doğal olarak bezginlikler içindeyim. Dilerim gerçekten öyledir, ondandır. Öyle de olsa şu soruyu sormayayım mı: Ne oluyor insanlara, bizlere böyle? Aman yanlış anlaşılmasın; ekonomi politik anlamda söylüyorum: Tüm duygu ve düşüncelerimizle, kısacası benliğimizle fena halde “mallaştırılıyoruz” –“metalaştırılıyoruz”?- sanırım. *** Tüm bu gözlemlerimden hareketle öne süreceğim şu savı yadırgamazsınız umarım: Keşke başta şiir olmak üzere yazınsal ürünler ile etkinlikleri yaşamımızdan bu denli çıkarmasaydık… Kolayca teslim olduğumuz yaşama alanlarından birisinin de bu olduğunu düşünüyorum; bilmem katılır mısınız? Bu alanda olup bitenleri -ya da olmayıp bitmeyenleri- daha çok kimi gazetelerin “kitap eklerinden” izleyebiliyorum ne yazık ki; kimileyin çok üzülüyor kimileyin de kızıyorum. Gazetelerin, yayınevlerinin kaygılarını açıklayabiliyor ve anlayabiliyorum. Ancak yazarları, özellikle de ozanları inanın hiç mi hiç anlayamıyorum. Çoğunlukla yaşamı, deyim yerindeyse “ıskalıyorlar” çünkü. Böyle giderse, yaşamın da onları “ıskalaması” yakındır; albenili görsellikler üretenler kapıda bekliyor çünkü. * “Orman Genel Müdürlüğü’nden Şahin Akdemir'e “İyi ki varsın Şahin”; (Kaynak: https://www.aksam.com.tr/yasam/orman-genel-mudurlugunden-sahin-akdemire-iyi-ki-varsin-sahin/haber-1192365; 30 Temmuz 2021; Erişim 21 Ağustos 2022). * “Muğla'daki orman yangınında yaşamını yitiren Şahin Akdemir'in kardeşi: Bize verilen sözler tutulmadı…'Annemi ve babamı kandırıyorlar'', (Kaynak: https://t24.com.tr/haber/mugla-daki-orman-yangininda-yasamini-yitiren-gencin-kardesi-bize-verilen-sozler-tutulmadi,989935?ysclid=l73hv9u9ik365776520; 1 Kasım 2021, Erişim 21 Ağustos 2022). Yücel Çağlar
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR