Son Dakika




Edebiyat dünyamızın gündeminde çok uzun zamandır Maksim Gorki yok.

Oysa bir zamanlar, 12 Eylül denen kâbus ülkenin üzerine çökmeden önce edebiyatla ilgilenmeye başlayan her gencin pusulasıydı Gorki’nin kitapları.

Elbette Ana başta olmak üzere Çocukluğum, Ekmeğimi kazanırken, Benim Üniversitelerim üçlemesini okumayana hiçbir şey okumamış gözüyle bakılırdı.

Yoksulluğun, isyanın ve devrimin içinden gelen, son derece gösterişsiz ve bu yüzden herkese ulaşan bir sesti Gorki. Kendini sıradan insanlardan ayırmak, seçkinler kastına dahil olmak şöyle dursun; bir yazarın sıradanlaştığı, sadeleşebildiği ölçüde büyük bir yazar olacağını söylüyordu.

İnandığı gibi de yaptı. Hayatını “acı” anlamına gelen “Gorki” adını aldığı güne kadar nasıl yaşadıysa, kitapları Rusya’nın her yerinde okunmaya başladıktan sonra da öyle yaşadı, öyle yazdı.

1906’da yazdığı Ana romanında 1905 Devrimi’nde Rusya’da yoksulların hayatını ve nasıl devrimci dönüşüme katıldıklarını yazar.

Ana Pelage, kendisini sürekli döven işçi kocasının ölümünden sonra oğlu Pavel’le birlikte adım adım devrimci mücadeleye sarılır. Pavel ve arkadaşlarının konuşmalarını, bildirilerini merakla izleyen Pelage, giderek farklı bir bakış açısı edinir ve 1905 Devrimi’nden önce işçileri çarın despotizmine başkaldırmak için ayaklanmaya çağıran devrimcilere katılır. İşçi ve köylülere gizli bildiriler dağıtır, hapse düşen oğlunun ve arkadaşlarının peşine düşer, sürgün cezası alan oğlunun mahkeme savunmasını dağıtmak üzere harekete geçerken öldürülür.

1905 Devrimi günlerini son derece canlı ve gerçekçi bir hikayeyle anlatan ve 1906’dan bu yana milyonlarca kez yeniden basılan Ana’yı bir kere daha okuyalım; belki de o “zamanların ruhu”nu hatırlamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

ŞÖHRET BALTAŞ’IN, MESELE121.ORG’DA YAYINLANAN BU YAZISININ TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)