Küba halk kahramanı şair Jose Marti / Sultan Su Esen
Sömürgecilerin asimilasyonuna uğramalarına karşın El Turks adasının başkenti Grand Turk olarak günümüze kadar gelmiştir. Turizme yeni açılan bu adaların tarihçilerin dikkatinden kaçmayacağı, derinlemesine araştıracakları bellidir. Doğrusu Türk adının buralara kadar gelmesini, Piri Reis zamanında dün...
Küba’daydım, Trinidad’a, Karayiblere kadar uzandım, bizde deniz yokmuş gibi orada denize girdim. Jose Marti’nin betimlediği dalgalar gelip ruhumu serinletti. (..) ruhumun hakimi/yüzüyor uykumda/ve çağırıyor beni/.. durmaksızın… Paris, Charles De Gaulle Havalimanından La Habana’ya(Havana) on bir buçuk saatte güzel bir uçuş gerçekleştirdik ülkemizin bölgemizin bütün sorunlarını geride bırakarak. Yediklerimiz benim desem de çoğu deniz ürünleri ve İspanyol mutfağı ağırlıklıydı… Sebze ve iklime özgü meyveler boldu. Turist çok, ithalat yoktu! Ambargo acımasızdı. Kimi eksikleri hoşgörü ile karşılayan turistler, Küba’ya çantalar dolusu kağıt peçete vd ile geliyordu… Yokluğun hoşluğu yaşanıyordu. Terk ettiğim evime geri dönmüş gibiydim. Çocukluğumun yokluklarını, pozitif düşünceli insanları, yalınlığı gördüm… Ruh doyumuydu gezimiz, tüy gibi hafifledim. “Obama gelecek” diyorlardı. Kimi keyifle, kimi endişeyle… Jose Marti adı efsaneydi. Onun isteyip de göremediği özgürlüğü uğruna şehit düştüğü bu düzen değişirse ruhu üşürdü. O şair, yazar, hukukçu, aynı zamanda bir halk kahramanıydı. Düş konuklarım; Che’nin, Fiedel’in yanına Jose Marti’yi koymuştum. 28 Şubat onun Doğum Günüydü. Küba Üniversitesinin düzenlediği kutlamalara biz de katıldık. Havanalıları bir arada görmenin mutluluğuna vardık. Birlikte yürüdük. Unuttuğum her şeyi rüyamda uyur uyanıkken anımsarım. “Sakın Atatürk büstünü ziyarete gitmeyi unutma!” diyordu Rüya sevgilim bana. Jose Marti’nin şu dizeleri kafamda: "Açık gözle düş görürüm/ Gece ve gündüz" Ataol Behramoğlu'nun şahane çevirisinde yüzüyorum gündüzlü gecelerde. Ayrıldığım yerlerde karanlıkla baş etmeye çalışırken burada güneşle kol kola dalga geçiyoruz altımızdaki bulutlarla… Gök konuksal avratlar ve beyler yeme içme servisi yapmaya başlayınca, hele de self servis saati, iştah kabartıyor. Tam düşlediğim gibi, mutluyuz dev bir küpün içinde Havana’ya ineceğiz az sonra… Onlar ki dünya devi zamanın acımasızları; İspanyası, Fransa sonra da günümüz ABD sömürgeciliğine karşı zafer kazanmış bir halk, Ada ulus devleti… İçimdeki çocuk, Jose Marti’nin "Uyanık Düş" şiirini okuyor kulağıma: ..düş görüyorum/ Kah bir okyanus var karşımda/ Sonsuz ve isyancı Kah sonsuz kum…/(..) Ruhumun hakimi / Yüzüyor uykumda… Bu güzel betimlerin estirdiği rüzgâra kaptırıyorum kendimi Küba’ya… Az gidip Uz gidiyoruz, Trinidad’ta unuttuğum çocukluğumu, sokak kapısında oturmuş komşusuyla sohbet eden anneannemi bulmuş gibiyim… Yabancım değil hiçbiri, nehir, deniz, gökyüzü vd. Çocuklar aynı şekilde çekingen bakışlı… Bir yol arkadaşım, ‘AVMleri bile yok, biz buraya neden geldik? Böyle düşünmemiştim Küba’yı?’ dediğinde ne demek istediğini soramadım, başka biri oluvermişti karşımda. Herkes istediği açıdan bakıyordu gördüklerine elbette. “Doğrusu ben de böyle düşünmemiştim, aslında. Çocukluğumuzda da böyle masumdu doğa ve yaşam, kaybettiklerimi buldum” dememe şaşırdı. “Kır gezisine çıkmış gibiyim adeta… Gökdelenler yok! Zaman kendi halinde sakince akıp gidiyor. Günler, geceler korkusuz eğlenceli, stres, heyecan yok gibi! Elektrikler kesiliyor, su iki günde bir geliyor umurumda değil, tanıdık… Su gelince avlular, sokaklar baştan ayağa yıkanıyor, depolar dolduruluyor. Lüks yok” dediğimde “Doğru, ben geçmişi değil, şimdiki zamanı yaşamak istiyorum, ama yine de rahatmış burası” diyebildi. Ardından; “Haber yok memleketten” der demez kulağı delik diğer arkadaşımız: “Haberler kötü, ama tam alamıyorum internetten. Burada borsa oynamak yok, İntihar saldırıları yok!” dedi gülerek. “Burası heyecansız, köprüden atlayan yok, sadece gelinler geçiyor...” Havana’da sabaha kadar canlıdır sokaklar, uyumadan bitirirler geceyi. Hem sesli, hem sakin yer nasıl olur diyeceksiniz: Canlı müzik var, turist var, taşkınlık yok... Turizm geliriyle, bin beş yüzlerde inşa edilmiş Barok stili binalar onarılıp kullanıma açılıyor. Döner sermaye ile diğer mahalleler meydanlar onarılıyor bizdeki Eskişehir örneğine benzetebiliriz. Suç oranı düşük, hırsızlık yok. Eğitim üst düzeyde. Doğaya ve sakinliğe özlem duyan bilinçli Batılılar buraya dans etmeye, dinlenmeye, Castro’yu görmeye ya da sağlık kontrolüne, üniversite okumaya geliyorlar. Muhacir almıyor Küba, bozmak istemiyor sistemini, sanatçılar biraz daha uzun kalabiliyormuş durum incelemesi yapıldıktan sonra. Süresiz oturum almak zormuş. Ünlü yazar Ernest Hemingway de Küba’dan vazgeçemeyenlerden... Yıllarca yaşamıştır burada, kadın, doğa, denizi burada sevmişse de, Küba İhtilal’inin(1959) Amerikalıların da mallarını devletleştirmesiyle sinirleri bozmuş ve ABD’ye dönmüşse de mutsuzdur. Bilindiği üzere altmış iki yaşında kendi eliyle yaşamına son vermiştir... Küba, coğrafi konum olarak, kötü hava şartlarına hortumlara açık bir okyanus ülkesi olsa da Domuzlar Körfezi vd. korunaklı, denize girilen kıyıları var. Ünlü Guantanamo, daha ötesinde El Turks, başkenti de Grand Turk olan, hikâyesi tam bilinmeyen, varsayıma göre Türklerin yerleşip kaldığı adalarının varlığı, İngilizler gibi sömürgecileri rahatsız etmiş. Bayraklarının ortasındaki ay yıldızları söküp atmak için uğraş vermişler. Sömürgecilerin asimilasyonuna uğramalarına karşın El Turks adasının başkenti Grand Turk olarak günümüze kadar gelmiştir. Turizme yeni açılan bu adaların tarihçilerin dikkatinden kaçmayacağı, derinlemesine araştıracakları bellidir. Doğrusu Türk adının buralara kadar gelmesini, Piri Reis zamanında dünyanın en büyük donanmasının buralara varması kuvvetle muhtemel olmalı. Bu varlık bizi heyecanlandırsa da o adalara gidememenin üzüntüsünü yaşadım diyebilirim. Bir rüyadan uyanıp kendimi İstanbul’da bulunca hava hava, Havana, İstanbul’da hava tükenmiş galiba, demişim … Gerçi Havana da turistlerin yoğunluğundan eski sakinliğini yitirmiş olsa da, deniz kenarı olması, tarihi görünümü, kafe- barları, yerel giysili para karşılığı sizinle resim çektiren renkli kadınlarıyla neşeli bir yer yine de. Yaşlı erkeklerin kadınları nezaketle dansa kaldırması ve şiir gibi dans etmelerine hayran kalıyor insan. (..) Ortaçağdaki aristokrat beyefendilerin hanımefendilerin arasında buluyor insan kendini. Fransız bayanların buraya ilgisi dans ve müzik olmalı. Ah Jose Marti, keşke sen de bu günleri görmüş olsaydın! Halkın yüzünde yüzün, kulaklarında dizelerini işitmek ne kadar güzeldi… Küba kahve memleketiydi aynı zamanda. Trinidad’da konakladığımız yerli bir evde kahvaltıdan sonra çok özlediğimiz köpüklü Türk kahvesi pişirmek için ev sahibemizden izin istedik. “Tabii ki” dedi ve bizi ilgiyle izledi. “Aha da taşırdım ocağa. Hadi şimdi temizle ocağın fayansını” dedim. Zaten dünyada bizler kadar kendini zor işlere veren, lezzet peşine düşen, insanı strese sokan, pirincin taşını ayıklayan insanlar yoktur. İlle de köpüklü kahve olsun!… Kahve içerken yine konumuz Jose Marti’ydi. Duvardaki İspanyolca dizeleri: "Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında / Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim" diyen şairin tek romanı ise ‘Yalnızlık Avutmaz’ dı. Aynı yalınlıkla ölmek isterim Jose Marti Sultan Su Esen
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR