Son Dakika



Sel’den yeni dizi: Red Kitaplığı yolculuğuna başladı!

İnsanlık tarihinin parıldadığı ve iz bıraktığı ender anların, kurumsal ve düşünsel statükoyu sarsarak kolektif deneyimi farklılaştıran fikirlerin peşine düşen; geçmişin ve günümüzün özlü metinlerini, manifestolarını, unutturulmuş kavramları ve fikirleri hatırlatmayı, tanıtıp tartıştırmayı dert edinen Red Kitaplığı dizisi yolculuğuna başladı.

Gérard Rabinovitch’ten toplumun hem kurbanı hem de zanlısı olduğu terörizm paradoksunda karşıt iki temele dayanan “terörizm” ve “direniş” kavramlarındaki anlam karmaşasını aydınlatmayı amaçlayan Terörizm mi?

Direniş mi? ve Işık Ergüden’den toplumsal şiddetin hem bir parçası hem de üreticisi olan “hapishane” ve “kapatılma” kavramlarını sorgulamaya çağıran Hapishane Çağı’yla yayın dünyasına adım atıyor.

Meşrulaştırılmış kavramları, bulanıklaştırılmış pratikleri tartışmaktan kaçınmayacak Red Kitaplığı, kuvveden fiile geçişe anahtar niteliğinde.

André Gorz, Claude-Lévi Strauss, Paul Ricoeur, Alain Badiou ve Pierre Bourdieu gibi düşünürlerin minimal metinleriyle devam edecek Red Kitaplığı zihnin ve zamanın sınırlarına bir reddiye...




Tıpkı okul ve kışla gibi, muktedirin ideolojik yapısını bütün çıplaklığıyla yansıttığı hapishane, yukarıdan aşağı örgütlenen toplumsal şiddetin hem bir parçası hem de yeniden üreticisidir. Suç ve suçlu kavramı yüzyıllar içerisinde değişmişse de“içerdeki” her zaman siyasal iktidarın düşman bellediği kesim ve sınıflar olmuştur. “Suç”un kendisini oluşturan faktörleri sorgulamadan normalleştirilen “suçlu’yu ne yapacağız” sorusu ise iktidara, günü geldiğinde herhangi birimizi suçlu ilan edebilecek bir meşruiyet sağlar. Üstelik insanı, belirli bir mekâna kapatarak “tedavi” ya da “ıslah” edeceğini iddia edenlerin “suç”larını da ortadan kaldırır.

Cezaevlerinin tarihi şiddet ve baskı kadar direnişin de tarihidir. Işık Ergüden, koşulların iyileştirilmesi, somut taleplerin karşılanması, hak ihlallerinin azaltılması için verilen mücadeleleri elbette yadsımadan, hapishane ve kapatılma kavramının kendisini, hapishanesiz bir toplumu düşünmeye; sistemin medya ve teknoloji dahil bütün aygıtlarıyla “dışarıda” kapattığı insanı bir kez daha dört duvarın arkasına, görünmezliğe, hem insana hem de insansızlığa mahkûm etmenin insanlıkdışılığını sorgulamaya çağırıyor.
Hapishaneye giren insan tipolojisinin giderek daha geniş bir yelpazeye yayıldığı, neyle suçlandığını bile bilmeyen insanların yıllarca hapis yatabildiği, hukuk sisteminin yerini açıkça bir intikam ve rehine sistemine bıraktığı günümüzde hepimizin ihtiyacı olan bir sorgulama...



“Terörizm paradoksu”nu yaşıyoruz. Hepimiz hem kurbanız hem de zanlı. Her an herhangi bir yerde patlayacak bir bombayla ölebilir, ağzımızdan çıkacak en ufak itirazdan dolayı terörist damgası yiyebiliriz. Bütün kavramları bulandırıp dejenere etmek, her türden iktidar ve tahakkümün temel marifeti, propagandif bir araçsallaştırma ve manipülasyon yöntemidir. Dolayısıyla tahakkümün öncelikle dilde kurulduğunu söyleyebiliriz.

Gérard Rabinovitch, bu özlü metninde, modern siyaset diline Fransız Devrimi sırasında giren “terörizm” ve “direniş”in karşıt temellere dayalı iki mücadele tarzı olduğunu; İkinci Dünya Savaşı’ndaki direnişlere, tarihsel, antropolojik ve sosyolojik kaynaklara başvurarak, Sokrates, Arendt, Adorno, Benjamin, Camus, Narodnikler, Fransız Direnişçileri gibi farklı düşünür ve eylemcilerden yola çıkarak irdeliyor.

Silahlı biçimlerinde dahi “yaşasın hayat!” diyen, egemen libido’ya engel oluşturan duygusal ve etik bir insanlık haline işaret eden Direniş’in, İnsan Hakları Bildirgesi’nden bu yana zorbalığa ve zorbaya karşı koymak anlamında mutlak bir değer kategorisine yerleştiğini, siyaset felsefesi ve etik açısından taşıdığı tüm anlamlarla birlikte ortaya koyuyor.

Sapla samanın birbirine karıştığı günümüzde ufuk açıcı bir düşünce metni...
 

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)