Birkaç gün önce, evimin hemen yakınında bulunan gezinti parkında karşılaştığım olay beni son derece etkiledi. Adamın biri elinde bardak dolusu buğday taneleriyle çimlerde, ötede beride dolaşan güvercin sürüsünü besliyordu. Bu iyi bir davranıştı ve üzerinde düşünürken, istemediğim halde iyilik, kötülük hakkında aşağıdaki satırları yazmama neden oldu.

İYİLİK KÖTÜLÜK

İyi ve kötü öznel kavramlardır; insanın düşüncesine, sezgisine, zaman ve şartlara bağlı olarak anlam kazanırlar. Kişiden kişiye, toplumdan topluma, kültürden kültüre ayrı özellikler barındırdıkları için de bu ikiliye, sınırları çizilmiş evrensel bir alan oluşturmakta zorlanıyoruz. Çünkü daha çok yöresel niteliklerle şekillenmişlerdir…

ÇIKARLARIMIZA GÖRE İYİLİK TANIMI

Sözgelimi kendimiz için iyi olan bir şeyin, öteki için geçersiz olduğunu görebiliyoruz. Çıkarımıza hizmet eden bizde iyi karşılık bulurken, ötekinde bulamayabiliyor. Olgu ve değerlendirmelerimizi yaşamın dayattığı yarar ve zarar ilkesine göre ölçümlendiriyoruz. Böyle olunca da bir şeye,  bir nesneye iyi ya da kötü sıfatı yüklediğimizde, olmasını arzuladığımız genel kuralların işleyişine göre değil, bize katacağı getiriye göre davranış geliştiriyoruz. Kısacası iyi ve kötünün bizi etkileşim biçimi, ondan aldığımız karşılıklarla ilgilidir. Hepimizin yaptığı da budur…

KENDİNİ ÖNCELEMEK

Bu tutum yanlıştır ama bu şekilde yürüdüğü de gerçektir. Ahlaki sistemler dahil devletler, iktidarlar, ideolojiler, dinler ve kurumların her biri kendilerini önceleyerek değerler geliştirmişlerdir. Her biri mutlak iyi ve mutlak kötüyü, kendi şartlarına, beklentilerine uygun olarak düzenlemiştir. (Tarihsel gelişim böyle olunca -ki böyledir- yeri gelmişken şu notu düşelim: Her dinin Tanrısıyla, her devletin vatandaşıyla, insanın da insanla iletişim dili olarak geliştirdiği iyi ve kötü kavramlarının sorgulanması gerekiyor galiba.)

KİMDEN YANAYIZ?

İyi ve kötü hiçbir şekilde, hiçbir yerde aynı ölçüde kabul görmez. Kimi zenginliği yüceltirken, öteki sade, gösterişsiz bir yaşamı iyi sayar. Kimi başkasından çalma çırpma eylemini iyi görürken, öteki bunu aşağılık görür. Kimi fiziksel zevkleri iyi, kimi bozulma görür… Bir yerde herhangi biri, karnını doyurmak için hırsızlık yapar ve bunu da açıkça, çekinmeden övgüyle anlatırken, -kimi zaman kahramanlık öyküleri bile yazar- başka yerde bu onursuzca sayılır… Biri yalan söylemenin ipten kurtulmak için iyi olacağını söylerken, diğeri her şartta bunun kötü olduğunu, doğası gereği insanda ve toplumda çürümeye neden olacağını söyler.

Soru şudur: Kimden yanayız, hangi tarafta olacağız?

Birinde, bize göre kötülüğü meşru gösteren anlayış ve alışkanlık, diğerinde ruhumuzu sarsan kahredici davranış… İlkinde kurtulacak bir hayat, ikincisinde bozulacak insan ve yaşam…

NEHİRLERİN ÇIĞLIĞI

Yağmurlar nehirlere, nehirler denize ulaşmak için sürekli çaba içindedirler, ne var ki denizin umurunda değildir bu zahmet.  İster gelin, ister gelmeyin der ikisine de… Çok uzun zamandan beri iyi ve kötü üzerine sayısız fikirler, görüşler ileri sürülmüş, eylemler düzenlenmiş, kurallar konulmuş ama büyük çoğunluk her defasında, kendi beklentileri ve çıkarları doğrultusunda iyiyi ve kötüyü biçimlendirmiş, nehirlerin çığlığını duymamıştır bile.

İYİ ve KÖTÜNÜN BİRLİĞİ

Şaşkınlığımıza neden olan önemli bir taraf da bu ikilinin birliğidir. Her yerde her zaman yan yanadırlar.  Şaşırtan bir ilişkidir bu… Zıtlık, zaman zaman uygunluk ve birinin ötekini dengelediği bir ilişki… İnsanın düşüncesinde, toplumun her uzvunda, canlı organizmalarda, yaşamın her safhasında birlikteler. Bazen yapıcı, bazen yıkıcı görevler üstlenirler. Kiminde de birbirlerini dengelerler. Dengenin bozulduğu dönemlerde, her ikisi de şu veya bu şekilde yok olmaya hazırlanır. Çünkü uzun süreli kötülüklere katlanılamadığı gibi, uzun süreli iyilik dönemleri de katlanılmazdır. Uyuklama dönemleri, yozlaşma,  şatafat, tembellik, düşkünlük vs. yanında, yıkımı, savaşı, adaletsizliği, hak tanımazlığı arzulayan yeni taraflar vardır… İyiliği sağlayacak unsurların yanında, kötülüğü ateşleyen unsurlar da bulunur. Ancak bu ikili arasındaki dengede biri her zaman iki adım öndedir: Kötülük çok daha etkin ve bulaşıcıdır,

Peki ne yapmalı?

Evrensel niteliklere sahip, her yerde geçerli olabilecek ölçülerde değerler geliştirilmeli… Öyle ki ne İsa’ya, Musa’ya ne Buda’ya, güneyin ya da kuzeyin, doğunun ya da batının ahlaki görüşlerine, anlayış ve alışkanlıklarına mecbur edilmeden eğitilmek, aşırılıkları yontmak, kusurları ayıklamak, yargı gücünü geliştirmekte birleşmek… Tek tek insanın ya da tek tek topluluğun seçimine bağlı olmaktan çıkarıp, bir dizi anlam ve ifadeyle geniş bir geçerlilik kazandırmak…

Yeni bakış açısı gerekiyor bize. Yeni bakış açısı ise onu sürdürmek ve pekiştirmekle biçimlenir. Tepkilerimiz, eylemlerimiz öğrenme sayesinde yön değiştirirler. Öğreneceğiz… Bir programa bağlı olarak etkinlikte bulunmak, zaman içinde durgunluğa neden olur. Bundan dolayı ortak yargılarımıza ve toplumsal yararlarımıza yönelik oluşumları, öğrenebileceğimiz kadar öğreneceğiz.

Ahlaki yaptırımlar ve değerlendirmeler asla kesin değildir. Değiştirilemez, dokunulamaz hiç değillerdir. Daha yaşanılır, daha az sorunlu, iletişim ve genel kabul gören ilkeler ortaklığında, birinin zararına ötekinin yararına, birinin iyiliğine ötekinin kötülüğüne olmayacak şekilde, özgürlük ve onur duyulabilecek tasarımlarla yaşamımızı yükseltebiliriz.

Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)