İnci Aral'da Üç Renkli Yeni Yalan Zamanlar / Alper Erdik
Edebiyatımızın toplumsal gözlemci, çağa tanık olma iddiası ile yazan ve sayıları çok olmayan yazarlarından İnci Aral’ın, renklerin toplumsal kod ve bunların bilinçaltımıza yansıyan hallerinden esinlenerek isimlendirdiği üçlemesi Yeşil, Mor ve Safran Sarı romanları hem farklı dönemlerde çekilmiş birer fotoğraf hem de geleceğe öngörülerden mürekkep tek bir eser olarak da düşünülebilir.
Kitap/ların ön adı olan Yeni Yalan Zamanlar ise, hem dünyada hem de ülkemizde hangi dönemde yaşadığımızın tespitidir ve maalesef hem yeni hem yalan hem de egemen olanın egemenliğini bize hatırlatmaktan başka bir görevi olmayan zaman kavramı, büyük çaresizliğimizi resmetmektedir.
Yazar, üçlemenin ilk kitabı olan Yeşil’de, "siyaseten" günümüzü görmek açısından erken denilebilecek bir süreçte, ’92-’94 kavşağında henüz devletli olamasa da toplumsal yapıya nüfuz edebilen, insanların yaşam tarzını hegemonik biçimde değiştirmeye ve yönlendirmeye aday olan politik İslamcıların yükselişine dikkat çekiyor.
Aral’ın önceki ve sonraki kitaplarında pek rastlamayacağımız, dilsel alanda olmasa bile anlatım ve kurgu açısından "modernist" yazını yer yer terk ettiği, başka ve kendisi açısından deneysel olarak görülebilecek bir tarzla kaleme alınan Yeşil’de, yazar, geleceğin Türkiyesi'nde kimin kazanacağını, kimin kaybetmeye mahkûm olduğunu anlatıyor.
Birkaç yıl önce "reel" anlamda etkinliğini ve ideolojik varlığını kaybeden sosyalizmin, ülkemiz özelinde Cumhuriyet değerlerinin diyelim, eksikliğinde ve yokluğunda ortaya çıkan para, kariyer ve çıkar üzerinden şekillenen ilkesizliğin, toplumu ve bireyleri nereye götürebileceğinin ilk notlarıdır bu kitaptaki karakterlerin yaşadıkları adeta.
Bir üçlemenin ilk kitabı olması amacıyla kaleme alınmayan Yeşil’de, yazarın üçleme boyunca sahip olacağı bakışı net olarak görüyoruz aslında.
Yeni düzende iyi olan kaybedecektir. İyi olanın çırpınması boşunadır. Bunun, yazarın dünyaya umutsuz bakışı mı yoksa yansız görüşü mü olduğu, başka bir tartışma; ancak Safran Sarı’dan sonra kendisiyle yapılan bir mülakattaki sözlerini hatırlatmak gerekirse, şöyle demiş İnci Aral: “Bu yeni dünya düzeni ya da küreselleşme denilen olgu yeni bir keşifmiş gibi sunuldu ama kapitalizmin ve yeni emperyalizmin allı pullu bir versiyonuydu. Bize dayatılan her türlü yoz hayat biçimi, tüketim modelleri ve dünyayı kavrama bilgisi eski yalanlar üzerine oturtulmuştur. Geleceğin önünü kesen de budur.”
Yazar, geleceğin önünün kesildiğini düşünmekte ve karakterlerine bir oyunun çaresiz sürdürücüleri olma rolünü oynatmaktadır.
Zaten üçleme boyunca, hep “kötü”ler kazanacaktır!
Devamında şöyle diyor Aral: “Küreselleşme insanlara özgürlük, refah, mutluluk vaat etti. Ancak bunlar hayal oldu. Bizim gibi her bakımdan zengin kaynaklara sahip gelişmekte olan ülkelerin maddi manevi sömürüsünü hedefleyen bir sistem, yozluk, sığlık ve içeriksizliği güzel ve dertsiz göstererek düşünmemeyi dayattı. İnsani ilişkilerimiz, kültürel dokumuz tahrip edilmeye yöneldi. Sistemli bir biçimde içimizi boşaltmaya çalışıyorlar.”
Özetle, çöküş’ün romanını yazmakta, çıkış’ın olanaklarını atlamaktadır Aral.
Bir çıkış olası mıdır? Olası ise edebiyatın, edebiyatçının buna katkısı olacak mıdır? Bu soru doksanlardan bugüne sorulan ve aslında ekonomi-politik düzleminden uzaklaştıkça silikleşen bir sorudur. Buradaki tavır ise elbette yargılanamaz, yazara bir taraf seçtirmek, romanını nasıl yazması gerektiğini söylemek ne etik ne de mantıklıdır.
İnci Aral’ın kalemi ise bu abesle iştigale konu edilemeyecek kadar güçlüdür!
Yeni yalan zamanlar’ın başat özelliği, toplumsal konumlarından koparılıp atomize edilen, inançsızlaştırılan, hiçleştirilen insanların para kazanma, yükselme, her konuda hızla ve iştahla tüketme, sapkınca dine veya cinselliğe sarılma, ölümlere, zorbalığa, baskıya ve sömürüye karşı, içe kapanarak yok hükmünde bir tavır almalarıdır.
Değerlerinin değersizleştirildiği, bunu fark ettikçe korkusu büyüyen, korktukça vicdansızlaşan bireylerin hayata tutunmak için kendilerini kendi elleriyle yok etmeleridir.
Bu toplumsal çürümenin içerisinden, tanıdığı, yaşamlarına tanık olduğu karakterleri bize sunar, anlatır İnci Aral her zaman. Bunu yaparken, son otuz yılın siyaset ve kültür modasına sığınmaz. Kadınları, eşcinselleri, fahişeleri, tarikatçıları, yasadışı iş tutan adamları, kadınları anlatır sıkça; ancak bunları neo-liberalizmin ve post-modernizmin bakış açısı ile suni kimlikleri üzerinden değil, içsel ve toplumsal çatışmalarına ayna tutmaya çalışarak betimler. Bu bağlamda İnci Aral, bu tekelci ve piyasacı edebiyat ortamında zor olanı yapar. Gerçeği ya da kendince doğru olanı, genel denilebilecek kapsamda sunmaya çalışır. Okurun zihnini popüler ve bayağı olanla doldurmaya uğraşmaz.
İnci Aral, mevcut olanı anlatır; ama mevcut olandan fayda sağlamaya da çalışmaz. Yarın olacağı dünden söylemiştir çünkü. Bunu yazmayayım, ileride başıma dert olur dememiştir. Söylediğimi somutlaştırmak adına Yeşil kitabında yüzeysel olarak yarattığı distopyaya dikkatle bakılması yetecektir. Burada bir radikal dinci ekip büyük kentin varoşlarından merkeze doğru güçlenerek büyümekte, ülke yönetimini ele geçirmekte, yaşam tarzlarına amansız bir saldırı başlatmakta, örneğin içkiyi belli saatlerde sınırlı olarak sattırmakta, nihayetinde de bir darbeyle iktidarı ele geçirip milli bayramları yasaklamakta, Batıcılığı temsil eden tüm kişileri tutuklayıp kurumları kapattırmakta, zaferleri olan 2 Temmuz’un bundan böyle “Kurtuluş Günü” olarak kutlanacağını duyurmaktadır.
"MOR"
Orhan Kemal Roman Ödüllü Mor ise, doksanlı yıllar boyunca süren bir “istikrarsızlığın” siyasi sonuçlarına ulaştığı ve tahmin edilenin başa geldiği yıllarda, 2003-04’te yazılmıştır. Ancak Yeşil’deki politik analiz burada pek yoktur. Mor, kadınlar üzerinden aslında erkeklerin anlatıldığı bir tez-romandır bir bakıma. Karakterler yoksul, genç, yaşlı, ihtiraslı, cinselliğe aç, âşık olmaya muhtaç kadınlardır ve bedel ödeyen, kullanılan, ölen, öldürülen, terk edilen erkeklerdir bunlarca.
Kadın bir yazar olarak kadınları liberal-feminizm örtüsünün altına saklayıp koruyup kollamamıştır İnci Aral. İnsanın toplumsal bir varlık olma sürecinde bastırmak, gizlemek, yok saymak zorunda kaldığı dürtülerinin ikili ilişkilere nasıl yansıdığını anlatmış, kadınların kadınlıklarından gelen gizil ve kötücül güçle neler yapabileceklerini çizmiştir.
"SAFRAN SARI"
Üçlemenin, 2012’de çıkan son kitabı Safran Sarı ise, Yeşil’de tek başına olan ve zaten intiharı seçen, yalan zamanlara, cinselliğe saplanmış aşk anlayışına, yozlaşan arkadaşlık dostluk ilişkilerine, eski solcuların köşe dönmelerine tahammül edemeyen yalnız ama duyarlı, yazar olma hevesindeki Nedim’den sonra, üçlemede umutlu olabilen, en azından bunun için çaba sarf eden Volkan karakterini sunması açısından önemlidir.
Yazar bir kez daha, başka türlü de düşünülüp yaşanılabileceğini söylemekle beraber bunun bu yeni yalan zamanlar’da mümkün olmadığını tekrar göstermektedir. Yani hem Nedim hem de Volkan, kaybetmenin kesinliğini vurgulamak için yaratılmışlardır. Nedim’i intihara sürükleyen, dinci bir üvey babanın tacizleriyle büyüyen ve hayattan intikamını insanları aldatarak ve kandırarak alan Eda iken; Volkan’ı tüm ümitlerine ve cesaretine rağmen hayata küstüren de çalışmanın, üretmenin, hayatını tek başına kazanmanın zorluğuna tahammül edemeyip fahişeliği seçen Eylem’dir.
Tüm toplumsal çöküş hallerini, çelişkileri ve yozlukları kişilik ve yaşamlarında temsil eden bu iki kadın, öyle ya da böyle, yaşamlarına devam edecekken Nedim ve Volkan, yok olarak ve yok olmuş biçimde yaşayarak bedel ödemişlerdir!
İNCİ ARAL'DA CİNSELLİK
Araya eklemem gereken ve aslında “olumsuz” olarak değerlendirebileceğim tek şey, neredeyse yazarın tüm kitaplarında gördüğümüz ve hiçbir zaman pornografiye dönüşmeyen cinsellik edimlerinin ve bunlar üzerinden şekillenen karakter çizimlerinin, özellikle kitaplar üst üste okunduğunda ortaya çıkarttığı yoruculuk ve okurda uyandırdığı ciddi bir itiraz hissidir. İnsan psikolojisi ve davranışlarının seksüel dürtülerle şekillendiği ve hayat boyu sürdüğü tezi, elbette salt bu şekilde ve kabaca ele alınmıyor Aral tarafından; ancak kadın erkek, kadın kadın, erkek erkek ilişkilerini çokça konu edinen yazarda, bunu okura duyumsatacak pek çok işaret bulunuyor.
Bu üçleme ve okuduğum diğer kitaplarında, yazarın hiçbir karakteri normal cinsel ilişkilerde bulunmuyor. Hepsi karısını veya kocasını aldatıyor, "partneri"ne şiddet uyguluyor, tecavüzden hoşlanıyor, paralı sekse bayılıyor.
Elbette bunlar bu sadelikte sunulmuyor; yazar bunların bazılarını toplumsal ilişkilere, siyasete, günlük yaşama gönderme yapmak için kullanıyor, iyi bir edebiyatçı olarak bunlar sayesinde mecazlara, alt okumalara yer açıyor. Örneğin, Mor romanında, eski ve aslında "an itibari ile" de Marksist, insanlara, ülkesine ve toplumsal sorunlara duyarlı bir akademisyen olan Armağan karakteri, zaman içerisinde cinsel gücünü kaybederek eşini memnun edemeyecek duruma düşürülüyor. Burada yazar, sol siyasetin acizliğine ve güçsüzlüğüne gönderme yapıyor; teyidini ise Armağan’ın kardeşi İlhan karakteri ile sağlıyor. İlhan, Armağan’ın aksine sol’dan çok zaman önce kopmuş bir para babasıdır ve kendinden otuz yaş küçük karısını günde üç kez, sert, doyurucu biçimde tatmin etmektedir!
İncir Aral’ın, ister istemez, Polonyalı sinema yönetmeni Krzysztof Kieslowski'nin üç renk üçlemesini (Mavi, Beyaz, Kırmızı) akla getiren bu üç renkli (Yeşil, Mor, Safran Sarı) romanları tahmin edileceği üzere göndermeler, soyutlamalar, paralel anlatımlarla dolu, farklı değerlendirmelere olanak sunan, son dönem Türk edebiyatının önemli eserlerinden.
Yazarın duru ve birkaç istisna dışında anlatım bozukluklarından arınmış dili ve anlatımı; topa girmekten kaçmayışı, riskli de olsa öngörülerde bulunması; üçlemeyi daha da okunur kılıyor.
Yeni yalan zamanlar’da doğru olabilmeyi ve kalabilmeyi bireysel ve toplumsal açıdan fazlaca önemsediğini edebiyat dışı güncel söz ve yazılarından da bildiğimiz bu değerli Cumhuriyetçi yazarın 2014’te yayınlanan ve son romanı olan Kendi Gecesinde de, Safran Sarı’daki yan ama önemli karakterlerden birinin öyküsünü anlatması bakımından, üçlemeye ek olarak okunabilir.
Alper Erdik
GERCEKEDEBİYAT.COM
"YEŞİL"
Söylediğim üzere, psiko-seksüellikten toplumsala uzanan bu çözümlemeler, bir yerden sonra irrite etmeye başlıyor. Ki Armağan, birinci ve son kitabın iki kaybedeni olan Nedim ve Volkan kadar değer görmüyor yaratıcısı tarafından. Safran Sarı’da geçen bir cümleyle öğrendiğimiz kadarı ile cinsel ve duygusal sorunlarını aşamadığı için eşince terk ediliyor ve güneye yerleşerek “kaybedenler kulübü”ne dâhil oluyor.
YORUMLAR