İlk evlilik / Azer Yaran
Selim Esen'in hazırladığı Türkiye Yazıları Dergisi Şiir Antolojisi'nden harf sırasına göre yayınladığımız şairlerden Azer Yaran'ın şiirlerini yayınlıyoruz.
SEN sende oyun yaygın kavga incedir sana gönül vermek başkadır ve yöntemimcedir seni sevdim toprak uçar su çıkar ağaca en son koşu ki denizi görüncedir seni sevdim vardım yüce amaca (Sayı:2, Mayıs 1977, s.25) İLK EVLİLİK Ellerimle yalın bir Akdenizden portakal hışmıyla soyulan Tenin sıcak yoklanışı Ey güzel et İyiliğin ve aşkın bağışı (Sayı:3, Haziran 1977, s.23) MAYIS dirilişin nöbet günleri yitiyor ihtiyar yosma gökte bir bulut ve güvercin ile mavi ova sevgi tutuşur ellerimizde gözlerinde oynak ateşler götürürler mayıs kızları bizde gel beri güzel kız yitti buzlar zamanı soğuk yıldızlar zamanı açtırayım da dereyim gönlünde gülistanı şiirler vereyim inceliğine gel beri güzel kız sıcak bir yel tadından koşarak yollara çıktım zakkum kokuluyum deli ağa ve duygu dokuluyum kül olmaya birikimim var tenimde eritiyorum heyecanı kız yanıt ver nerden tutuşturalım zamanı (Sayı:5, Ağustos 1977, s.12) DELİRMEK ey Pazar yerinde yaşadığım yalnızlık zehirli bir ateş var kaburga kavşağımda geceye ten tadında gizlediğim dostluk düştüm de dünyasına karabasanın acemi er saflığındayım bir serçe korkaklığındayım geçtim suların gümüş aynalığından ayışığı berraklığındayım mutlu bir koşuda yanıyor ayaklarım (Sayı:11, Şubat 1978, s.18) İDAM Kurşun gibi son sesleriyle gittiler Aynı kara, ipte; Sevecen çocuk yürekleriyle Kurbanları kirli intikamın. Ve yürüdüler büyüdüler çifte ilmikte, Sıkıntılı baykuşlar söndü yüzlerinde Onları seyre gelen divanın. Mayıs’dı, ölümdü ve kara kavak Yüzünü ağıtla dallarına gömdü, Karanlık durdu rüzgâr esmedi, Ay bütün filizlerde söndü. Issız sonsuzda acılar dindi Ve bahardı Baharın ağrılı üç eklemi Bu üç ölümdü. Ve yapraklar çiğ ateşte kavruldular, Asılanların son titremeleriyle irkilerek Düzensiz yönlere doğruldular. Cinayet gecesi kesilen sesler, Yarılan yürekleri kumruların, Yaşamın burulan güzellikleri, Sızlayan kemikleri meşelerin Ve yanan canı suların. Çocukları öldürülen ülke, Ateş içinde yer altı kederin. Dolduralım şu yalan erince, Öfkeyi ocağından evlerin. Gelinleri bol ülke Çok kesildiği karanfillerin Ve doyunca sevemeden gidenlerin. Çocukların ve sözlerimin ülkesi, Savur atardamarlarındaki gizleri, Bilinç sarsın toprağı ve denizleri, Parmağın kesilince acılar sarsın Ve bir hücren uyanınca sevinç herkesi. Yeni bahar fışkırıyor kavak ağacından, İdamlıkların yüzü birer birer Son defa canlı göründü. Toprağın iliği seğirdi, Sustu baykuşlar hıncın utancından, Gece daha siyah bir peçeye girdi. Gizli merkezlerin kara ocaklarında Alınmış karar denmeden son söz, Korkulu rolleriyle kucaklarında Giydirmeye gelmişler ölüm urbanı, Pervasız, tedirgin ve mat birkaç göz İzlemeye gelmişler kurbanı. Sorular ya verilmez son dileği, Ama artık asılmıyor, asıyor bir ses. İlmik, gülen yüz ve ölüm gömleği Görünce öldürenler güçnefes. Prangadan boşalan ayaklarından Darağacına aktı tüy gibi son üçbeş adım. Asıldı, ve ürküten bir son söz De fırladı darbesinden celladın. Ben bu şiiri yazmak isterdim. Eninde Sonunda beyaz yazgısıyla yurdun yaşasın. Anababaların ve kardeşlerin derin gönlünde Bağımsızlık renginde güller yaşasın. Biraz sonra tabure çekilecektir, Çekti sigaranın son nefesini. Bütün iyi kuşlara iletecektir, Özgürlükten selam getiren bir güvercin Karanlığa kanatlarıyla yazdı sesini. Gövdesiyle baştanbaşa yanar, Zerresini tutuşturamaz dünyanın, Avuçları toprak tüten yaşlı ananın Taze bir yaradır şimdi yüreği. Analar! Emekle, umutla büyüttünüz Göğüslemek zor, Ve bir anda ve onurla öldüler. Darağacını kuranlar çok titreyecekler, Ölenler ölümden sonra da güldüler. Ölürdü güzeldi çocuk Ve son bir söz söyledi Ve gördü göklerin son lalelerini İdama kara bir tay eyledi, Çökertti avuçlayıp yelelerini. (Sayı:24, Mart 1979, s.11) BAHAR EZGİLERİ Yükseklerde parça parça kar var. Yaramın bağlanma sıcaklığı yüzümde bahar. Uyuyan kuğu sevdiğim göğsümde. Dudağının ucunda soluyan tomurcuklar, parça parça kar var, yükseklerde. Bulutlardan güneş damlıyor, direniyor yükseklerde kar. Otların ılık fısıltısında sevdiğim, ateş bir şarkıyla eritiyor acıları ve yenilgileri. Çift öküz, ağır aksak, devriliyor kızıl toprak. Başaklar, rüzgardan eşarplar doluyor süzgün boynuna gelinciklerin. Benimse hoyrat ışıklarla sürmüşler bağrımı, mavi gökten hiçbir iz ve dalımda gül bırakmayarak. Yatağının ipek bükümüyle kendini buluyor şimdi varlığımda yeşil bir ırmak. Bir deliliğin paslı hummasından sonra iyileşmeye duran benliğim ve sevdiğim, baharın mahmur yollarındayız. Dilimizde parça parça şarkılar, yükseklerde parça parça kar var. Serin dirimle süsleniyor içim. * Kabarıyor çınar, yeşil alev şakıyor perçemlerinde ormanın. Kaçıncı bahar bu? Evlerinin önü yonca. Bitmeyecektir güneşli tesbihi yılların Kül olsam da, Ben sana doyamayınca Baharın dal ucundasın sevdiğim, duru oyasında alnının çiçeklerin pembe baharı. * Tedirgin mırıltı topallıyor böğrümde. Yaralı şahin miyim, kırık uçurtma mıyım telgraf telinde? Daima bir çan vuruşu uçuş duygusu bedenimde. * Yandım. Rüzgâr uçurdu küllerimi. Daha da uçmalıyım, daha da uçmalıyım, yıldız yüklü engininde denizimin türkülerinde ve mavi göğünde bozkırımın. (Sayı:42, Eylül 1980, s.23-24) AĞIT Yayınevinde onaltı sayfaların çınlayan sessizliği ve ölümsüzlüğü kitabın. Bir kitap ölümüz, baskına uğramış, sevgili ağır ölümüz acıdan kundağında, yarım kalmış. Bırakın, ölüyü kaldırsın emekleyen bebeği, kendi türküleri. Ah, sisli günün çiğli çimleri. Deyin, örtmesinler güldeki kanı, sevgili kanı acıdan kundağında. Bırakın, kan kurusun al ipek bir mendil gibi. Yükseğe ölünün gür alnı Ülkenin ağır toprağında. Öldürümün uluyan elleri yok ediyor dizilmiş yazının kurşun gününü ve düşünen kağıt geceyi sızlıyor terli çeliklerin türküleri. Ve yüreğimizin çağlayan kanı çatıyor dağılan her dizeyi böğürtüsünde yaralı kalemlerin, ağrılı gürültüsünde basımevlerinin. Şimdi demir duvarlara işliyorsa kan eğer, oyuyorsa demiri al ipek bir belgi gibi, deyin, kanı silmesinler. Silmesinler kanı, sulasın kan yine göğsel türkülerle türküleri. Yükseğe ölünün gür alnı kaldırın. Yayınevinde onaltı sayfaların çınlayan sessizliği, yenilmezliği kitabın. (Sayı:46, Ocak 1981, s.14) İLK ÇIĞLIK Sürgün türküyüm yeler bürünürüm başağa, tamburam uçarı uyum, ses tartarım. Ezgim akşamla iner dize gümüşler sabah ışığa, ben bir ekin sözüyüm, güz artarım. Yayım enginle gerili öz saplarım erimden uzağa, gücüm gül yalımı, köz atlarım. (Türkiye Yazıları, sayı:49-50, Nisan-Mayıs 1981, s.11) AZER YARAN KİMDİR? (1949-2005), Fatsa’nın Korucuk (Kavraz) köyünde doğdu. 1972 yılında Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 1970’te TRT’nin düzenlediği ses ve yetenek sınavlarını kazanarak kurumun çoksesli topluluğunda bas ses olarak şarkı söylemeye başladı; kurum içinde profesyonel müzik eğitimi gördü. 1974’te TRT dış yayınlar muhabiri olarak çalıştı. 1982’de memuriyetten ayrıldı. Daha sonra, reklam, ansiklopedi, basın çevirmenliği yaptı. İlk şiirleri 1976’da Türkiye Yazıları ve Oluşum dergilerinde yayımlandı. İzleyen yıllarda değişik dergilerde şiirleri ve Rusça’dan çeviri şiirleri yayımlandı. Milliyet Sanat ve Gösteri dergilerinin genç şairler özel sayılarında yer aldı. Sonraki yıllarda çeviri şiirlere ve bilimsel konulara ağırlık verdi. Şiir kitapları şöyle: Mayıs (Türkiye Yazıları, 1979), Burada Günışığı Türk (Gibi Yayınları, 1996), Deniz ve Ten (Öteki Yayınevi, 1998), Giz Menekşesi (Toplu Şiirler, 1975-2002) Azer Yaran Gerçek Edebiyat
YORUMLAR