Son Dakika



Gece yola çıktık. İki yaşındaki oğlumu şalla sırtıma yükleyip düştüm yolun ışığına. Işık mı dedim. Işık mı vardı ki? Her şey kapkaraydı!..

O kadar telaşlıymışım ki yalınayak çıkmışım. Şubat ayının dondurucu soğuğu bacaklarımı kesiyor ama durmuyorum. Benden önce yola düşmüş koşan insanların izinden gidiyorum. Duruyorum, nefesim kesiliyor ve tekrar koşuyorum. Benim yüküm ağır.

Hızlı koşanlar yalnızca kendi canlarını kurtarmak için kaçıyorlar.  Benimse üç yüküm var: Sırtımda iki yaşında balam, rahmimde bebeğim ve zavallı kara bahtım!

Aman Tanrım! Ayaklarımı hissetmiyorum. Odun gibiler. Böyle giderse dizüstü düşüp kalacağım! Ama sırtım sıcak. Oğlum ısıtıyor. Ruhum da sıcak, rahmim de sıcak tutuyor. Sadece ayaklarım.

Büyükannem biraz yağmurdan bir şey olmaz derdi. Ama ah şimdi bu soğuk.  Bacaklarımı kesseler anlamam!   

Birden oğlumun çoraplarını kürk cebime koyduğumu hatırladım. Bir mola verebilsem. Hah tamam. Bir taşa yaslanarak, zorlukla da olsa bir şekilde bebeğimin gıcır gıcır çoraplarını ayağıma geçiriyorum. Uyyyy... Ayaklarım biraz ısındı. Ne güzel ... Tanrı yardımcımız olsun bebeğim. Tanrı bize yardım etsin ...

Bu bebek çoraplarını giydikten sonra ayaklarım biraz ısınıyor. Artık odun gibi değiller; hissediyorum.

Bir dereden geçerken çoraplarım sırılsıklam oluyor. Ayaklarım yine donuyor, yine odun gibi.  Önümüzdeki kişi, bu derenin kenarındaki çalılıkta dinleneceğimizi ve sonra tekrar yürüyeceğimizi işaretle anlatıyor. Kısa süre dinlendikten sonra tekrar yola koyulacakmışız. Bir kadınla diz dize çökmüşüm. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, kadının adını çıkaramıyorum. Yaşadığım dehşet, korku aklımı kaçırdı. Kadının kucağında bir çift erkek botu görüyorum! El atıp eteğini tutuyorum.

-Bunlar kimin?

-Oğlumundu, diyor. Kapıdan çıkarken giydirmek için elime aldım ama tam o anda Ermeniler'in kurşunu çocuğuma geldi; giydirmek nasip olmadı!

-Ne olur, ayaklarım dondu, birazdan yıkılacağım, verin giyeyim...

Kadın biraz düşünüyor, tereddüt ediyor ve sonra ayakkabıları veriyor.

Ah! Hayat varmış. Daha ölmeyeceğim. Çocuklarım ruhumu sıcak tutuyor ve bu şehit çocuğun ayakkabıları da ayaklarımı. Allahım! Bize yardım edin ...

Bir tarlayı geçerken tam açıklığın ortasında düşman bizi arkadan vurdu. Grubumuzun yarısı dağıldı. Şansa sağ kaldım.

Rehberimiz, "Bak, eğer bu tepeyi  aşabilirsek karşısı Şelli'dir" diyor. Şelli bir Ağdam köyüdür. Oraya vardığımızda vurulma korkusu yoktur. Ama endişeleniyorum. Sırtımdaki sıcaklık nedense yavaş yavaş azalıyor, sırtım soğuyor! Sanki sırtım ıslanıyormuş gibi de geliyor bana. "Bizim çocuk işedi galiba. Bak sen yaptığına; oysa az kalmıştı kurtulmaya..."   

Şehit çocuğunun ayakkabılarını veren kadına sesleniyorum:

- Teyze, lütfen şu çocuğa bir bak, bak bakalım uyuyor mu? Arkamı ıslattı...

Kadın yaklaştı ve arkamda sessizce durdu; iç çektiğini hissettim:

- Aman Allahım! Bu çocuğa kurşun mu saplandı. Şal da çocuk da, sırtın, belin her yer kan içinde!

Rehberi bilgilendirdiler. Grup durdu. Kadın çocuğu sırtımdan aldı. Oğlumun boynu kollarımın arasına düştü. Kan içinde yavrum!  

Oğlum kurşunlara kendini siper etti bizi korudu; annesini ve karnımdaki kardeşini!

-Zavallı bebeğim, yiğit bebeğim, körpe bebeğim! Bebeğim, sırtını bir mermiye siper eden balam heyyyyyyyy ...

Yavaşça ağlıyorum. Kadın eliyle ağzımı kapatıyor. Oğlumu zorla alıp birine veriyorlar. Grup yeniden yola çıkıyor. Ve ben hâlâ oturuyorum. Bu sırada içeriden bir şey değiyor karnıma. Bu bir tekme değil, bir "kalk" emri. Kanlı şalı yüzüme bastırarak bebeğimin kokusunu arıyorum, ağlıyorum. Yüzümü göremesem de, şal üzerindeki kan lekelerinin yüzüme gözüme bulaştığını hissediyorum;  kan kurumamış daha.

Dedemin sözleri düşüyor aklıma: "Şehidin kanı kurumaz..."

Kanlı şalı belime sardım ve yürüdüm.

Azad Karadereli
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)