Son Dakika



Onlar içinde bizim daha sonraları yakın arkadaşımız olan Nuran Ertan, Meliha T ürksel, Sıdıka Su, Enver Gökçe, Şevki Akşit vardı; Behice Hanım onların hocasıydı. Ve bende sol mücadele eden insanlara ilk sempati o zaman doğdu diye hatırlıyorum, böyle yorumladım hep. O resimlere herkes dehşetle bakarken, bende imrenme gibi bir şey yaratmıştı. Ve sonra olaylar gelişti, tıp fakültesi ağır bir bölüm. Ben o zaman ilk defa ‘46 yılında gözaltına alındım. Partilerin kapatılması (Esat Adil’in Türkiye Sosyalist Partisi ile Şefikk Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist ve Emekçi Partisi -y.n.) geniş bir tepkiye neden olmuştu. Ama öyle büyük olaylarda olmadığım için birkaç günle çıktık ama o da bir tecrübe oldu.

Sonradan Behice Boran’la 1951 Tevkifatı dolayısıyla ‘53’te cezaevinde tanıştık. Behice Hanım ve ikinci çember, üçüncü çember denilen arkadaşlarla, biz zaten içerideydik üye olanlar, faal olanlar, ben o zaman Paris’teki görevimden gelmiş, dönmek üzereyken tutuklanmıştım. İşte ikinci ve üçüncü çember, Behice Hanım başka arkadaşlar gelmişti, orada bir süre beraber kaldık. Behice Hanım tabi sosyoloji profesörü olarak hepimizin saygı gösterdiği, tabii yaşça da bizden büyük, sempatik bir hanımdı, karizması vardı, güzel konuşurdu. Ara sıra bize seminer verirdi, ama felsefe ve sosyoloji konularında. Klasik bir Marksist seminer olmadı tabii.

behiceboran

Behice Hanım titiz bir kadındı, mesela bazı kimselerden, o kimdir, ne yapar, kuşkuları olan bir kadındı. Beni biraz yadırgatan bir hali vardı. Ama aramızda çok güzel bir dostluk oldu doğrusu. Zaten kadınlar koğuşunda pek problem yoktu o zamanlar, hepimiz aynı yolda yürüyen arkadaşlardık. Erkekler koğuşu gibi bizde gürültü çıkmadı. Sonra Behice Hanımlar erken tahliye oldular ve dava sonunda da hüküm giymediler, berat ettiler. Behice Hanım’la uzun zaman karşılaşmadım. Tabii biliyorum, TİP’in kurulduğu zamanı, sonra başkan oldu vs. Ben bir de ‘64, ‘65, ‘66 yıllarında Cezayir’de bulunuyordum, tabii Türkiye’deki olayları tam takip edemiyordum. Geldiğim zaman Sosyalist Devrim diyenlerle, Milli Demokratik Devrim diyenler arasında slogan yarışması tam hızıyla devam ediyordu.

(...)

Bakın ben şöyle yorumluyorum; Denizlerin de idam edilmeleri, özellikle Amerikan hedeflerine yönelmiş olmaları nedeniyledir. Türkiye’de bağımsızlık meselesini öne çıkardığınız zaman başınız derde giriyordu o zamanı. Şimdi artık orasını karıştırmayalım.

TİP'in bizatihi kurulmuş olması, özellikle Anadolu’da çok büyük bir açılım sağladı. Biz bunun böyle olacağını biliyorduk ve bütün gücümüzle gerçekten destek verdik, baştan kendi partimiz gibi sayıyorduk. Sonra yavaş yavaş arkadaşlarımız dışlanmaya başladı. “Aman çengel atmasınlar" Behice Hanım’ın sözüdür, “rahat bıraksınlar”... Şimdi bir genç bilirim, bana nakletmişlerdi, “TİP’in görevi 141’den hüküm giyenlerin haklarını korumak değildir” dedi. Kendi dertlerine yansınlar gibi bir yorum. Böyle şeyler duyuluyordu. Burjuvazinin bozuk hukuk sisteminin siyasetten men ettiği insanlara arka çıkmayı kendi görevleri saymadılar. Belki bizim arkadaşlar da fazla hücum ettiler ama bu çok kırıcı bir şey. Siz bu memleket davasında, 5, 8 10 sene, ben mesela 6 yıl hapis yattım... Ama biraz arka çıkmak, hiç olmazsa saygı göstermek lazımdı. Aman bizden uzak dursunlar, biz parlamenter mücadelemizi yürütelim havasına girdiler, bizce bu yanlıştı. Ama şimdi diyorum ki; o da bir kategoriydi, onlar da o yolda yürüyebilirdi. Ben belki de biraz fazla zaman kaybettik diye düşünüyorum TİP ile. Biz kendi yolumuzda gitseydik daha başarılı olurduk gibi geliyor. Ama mücadele etmeden de olmuyor, gençlik geliyor soruyor, siz de fikrinizi söylemek zorundasınız. Neyse.

Olaylar gelişti, 12 Mart geldi. Tabi biz de tutuklandık. Ankara’da Behice Hanım’la beraber yattık, iki seneye yakın bir süre. Aramız mesafeli olmakla birlikte, saygılı, dostça bir ilişki oldu. Behice Hanım o zamanlar bir takım şahsi, ailevi sorunları olan bir insandı. Ben kendisine saygı gösterdim. Tabi Behice Hanım’ı bizim ekolümüzden saymıyordum. Bizim ekolümüz daha değişik bir ekoldü, daha Marksizme yönelik bir ekoldü. Ama gelmeden birkaç gün önce sanıyorum, tahliye olmadan önce, çıktıktan sonra Lenin’in Ne Yapmalı ve Bir Adım İleri İki Adım Geri kitapları üzerinde çalışma yapacağını, politikaya aksettirmeye çalışacağını söyledi. Doğrusunu isterseniz ben biraz duraklamıştım. Bizim edindiğimiz izlenim, Behice Hanım o kitaplarla ilgilenmeyecekmiş gibi bir izlenimdi. Akıllı kadındı Behice Hanım. Ama ne kadar akıllı olursanız olun, ortam sizi bir yerlere sürüklüyor. Biz de sürüklenmişiz. Belki ben, başka bir çevreden yetişmiş olsaydım doğrularını daha değişik olacaktı. Behice Hanım’ın doğrulan ile bizimkiler arasında bir fark vardı, nüanstı belki. Ama namuslu bir kadındı. Yurtsever bir kadındı, ama biraz daha değişik, parlamenter mücadeleye biraz daha fazla ağırlık tanıyordu. Belki de kendi açısından haklıydı.

sevim belli

Zannediyorum, biraz daha tecrübe edinmiş (İkinci TİP döneminde -y.n.) ve halkla temas etmişti. İlk karşılaşmamızda herhangi bir profesördü, bir hocaydı daha doğrusu. İkincisinde tabi parti başkanıydı ve Türkiye’nin politikasını daha yakından incelemiş gibiydi. Şimdi bir de şöyle oluyor. TİP’te bazı insanlar var, başkanın etrafında, bizim etrafımızda da var. Bir sürü yorumlar geliyor, o tarafa da bu tarafa da. Hangisinin tam sağlıklı olduğunu, gerçekçi olduğunu doğru tayin ettiğimizi, çok iyi tayin etmiş olduğumuzu söyleyemem, her iki taraf için de böyle. Tan; böyle kesin bir değerlendirme, Behice Hanım şöyle yaptı, böyle yaptı, bu biraz da tarihçilere, belgelere dayanacak bir değerlendirme olacak tır. Burada ben daha çok öznel şeyler söyleyecek durumdayım. Bir de  yaşadığımız günlerin bizde bıraktığı izleri nakledebiliriz. Mesela bir olay oluyor, bakıyorsunuz TİP’ten bambaşka bir tepki geliyor, bizim çevremizden bambaşka bir tepki geliyor. Ve bunlar yığılınca bir birikim meydana getiriyor. Böyle bir şey oldu o zaman. Ama şunu da söyleyebilirim, ben Behice Hanım’ın ömründe Sovyet güdümlü Komünist Parti ve öteki parti ile birlik meydana getirmelerini (Türkiye Birleşik Komünist Partisi kuruluşundan bahsediyor -y.n.), birkaç ay sonra öldü zaten, büyük bir talihsizlik sayıyorum. Büyük bir gaftı. Türkiye devrimci hareketinin böyle bir şeye ihtiyacı yoktu. Demek ki o önceden gelen bir şey.

Daha çok entelektüel bir kadındı Behice Hanım, sosyologdu biliyorsunuz. Alanında bilgili ve iyi bir öğretmendi. Yönetici olarak, etrafının da yardımıyla iyi bir parti lideri olabilir. O konuda ben bir değerlendirme yapamam, çok ilgim olmadı. Biz de kendi alanımızda gece gündüz çalışıyorduk. Ben hem doktorluk yapıyordum, hem çeviri yapıyordum, pek hoş vaktimiz olmadı. Daha çok gençlerle ilgiliydik. Bizim evimiz sabahtan akşama kadar hiç boş kalmazdı. Biz de biraz kendi yağımızla kavrulduk. Behice Hanım neşeli, oyun seven, sevimli, şarkı söyleyen, sesi güzel bir hanımdı. O tarafları hoş, hele hapishane arkadaşlığında o çok önemli tabi. Ben üzüldüm tabi, erken gitmesine. Ne var ki, Tansu Çillerler yetiştirmiş bir ülkede, Behice Hanım gibi bir kadının her şeyi göze alarak sosyalist politikaya talip olması iyi bir şeydir. Ama bunu gerektiği gibi yapamadıysa onu yargılamak bana düşmez, tarih yargılayacaktır. Sempatim. saygım devam ediyor, ancak yanlış yanlıştır.

Hapishanede kestane şekeri gelmişti bana. Behice Hanım çok düşkünlük gösterince, ne olacak ki birkaç tane eksik yesin birkaç arkadaş, bir kutuyu mu, belli bir miktarı mı Behice Hanım’a hediye etmiştim. O da kabul etti. Başkaları da beni eleştirdiler. O da biraz tuhaftı. Çünkü “üç fasulye sana üç fasulye bana” gibi aşırı bir ölçü benimsenmişti. Özellikle genç arkadaşlar titizlik gösteriyorlardı. Biraz damak zevkine önem veriyor gibi bir izlenim yarattı bende Behice Hanım. Hiç üşenmez, salatalar yapardı. Ama bizim için çok iyiydi, anaç bir tavuk gibiydi Behice Hanım. Bizler hepimiz genç insanlarız, Behice Hanım bizlerden daha yaşlıydı, bizi besliyordu aslında.

Onurlu bir kadındı, inatçı bir kadındı. Onun izlediği yol, doğru olduğuna inandığı için o yoldaydı. Boyun eğmek, yumuşaklık değildi. Bu yoldan daha iyi gelişir diye düşünüyordu. Bu zaaf göstermek değil, hataydı belki. Size göre hata da olmayabilir. Tarihçilerin bakış açısına da bağlı. AKP’den(Adalet ve Kalkınma Partisi -y.n.) bir tarihçi başka bir şey söyleyecektir, TKP’den tarihçi başka şey. Bütün bunlar hep göreceli şeyler biliyorsunuz. Belli bir mücadele vermiş bir kadın. Kadın olarak profesör olmuş bir arkadaşımız. Kadın mücadelesinde rol almış sayılmaz, ancak kendi varlığı ile kadınların safında yer alan bir hanım. Onu da olumlu bir yere koymak gerekir. Herkes hata yapıyor.

Nevzat Bey hastaydı. Dursun’un da bir takım problemleri vardı. Ziyarete gelmiyordu. Onurlu kadındı Behice Hanım, hiç şikayet etmezdi. Ama anlaşılırdı. Oğlu ne de olsa ziyarete gelmiyordu. Gerçi benim de ziyaretçim pek olmazdı ama bu adam (Mihri Belli’yi işaret ediyor -y.n.) dışarıdaydı, çocuklarım da küçüktü. Ankara’da da kimse yoktu. Gelenler ayda yılda bir, İstanbul’dan, İzmir’den geliyordu. Ziyaret çok önemlidir içeride.

Cumhuriyet aydını tipiydi Behice Hanım. Ben de biraz öyle bir kaynaktan geliyorum ama biz onu tavrımızla olmasa bile, düşüncemizle aşmaya çalıştık. Ben emeğin savunucusuyum diye ortaya çıkan herkes, gerçekte onu içselleştirmiş olmuyor. Bence bütün yanlışlıklar buradan geliyor. Bir meseleye baktığınız zaman önce arkasında ne var, emek mi, dünya siyasetinde bir bozukluk mu, burjuvazinin çıkarına bir gelişme mi, bunu kavramak lazım. Bakışı öğrenmek lazım. Bu da kendi kendinizi alıştırmayla elde ettiğiniz bir özellik oluyor. Mesela hiç sosyoloji ile siyasetle ilgisi olmayan bir alandan gelseydi Behice Hanım belki daha çabuk olurdu. Yerleşmiş olanı silip de yerine yenisini koymak, sıfırdan öğrenmekten daha zor oluyor her zaman. Sonra bir kere daha dışarıda, İstanbul’da Behice Hanım’la Karaköy rıhtımında demirli Sovyet gemilerinden birinde bir resepsiyon olmuştu. orada askerlik arkadaşları gibi muhabbet ettik. Neredeyse ne güzel günlerdi değil mi dercesine! Victor Hugo’nun bir mısrası var, “Ne kadar da mutsuzduk hey gidi güzel günler!” Bir sürü tatsızlık oluyor biliyorsunuz, sonradan iki dost gibi karşılaşınca o günler güzel geliyor.

Gerçi onlar bizim emeğimize önem vermediler, ama biz önem verelim verirdim de...

Sevim Belli
(Akıntıya Karşı... Behice Boran, Yazılama Yayınları, Ekim 2009 İstanbul. s. 129-134)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)