Hande Kavgacı: İstanbul hafızamın suretidir
Hayatın Kırık Yerinden Akanlar kitabıyla kırılganlık, hafıza ve kadın duyarlılığını derin bir iç sesle buluşturan yazar Hande Kavgacı'yla Ebru Akyürek konuştu.
Şehrin, özellikle İstanbul’un, onun metinlerinde yalnızca bir mekân değil; zamanın, kaybın ve içsel dönüşümün sesi olarak yer aldığını görüyoruz. Yazar, kırılmanın dönüştürücü yanını, geçmişin iyileştirici gücünü, sessizliğin edebiyattaki yerini ve kadın bakışının anlatıya kattığı çok katmanlı derinliği içtenlikle anlattı. Bu röportaj, hem kitabın ruhuna hem de yazarın içsel yolculuğuna kısa bir pencere açıyor. Kitabınızın başlığı, ‘Hayatın Kırık Yerinden Akanlar’, bir tür ontolojik kırılmayı da ima ediyor. Sizce insanın kırıldığı an mı, yoksa kırılmayı fark ettiği an mı onu dönüştürür? Bana öyle geliyor ki insanı dönüştüren şey bilincinin kırılmaya tanıklık ettiği andır. Fark etmek varoluşsal kırılmanın sesine kulak vermektir. İnsan, fark ettiğinde- kayıp, ölüm, aşk, hastalık, sürgün, savaş gibi gerçeklerle yüzleştiğinde- parçalarından bir anlam örmeye başlar. “Kendine yabancılaşmak” yerine, “kendine yeni bir biçimde uyanır.” Çoğu zaman acı vericidir; ama aynı zamanda dönüşümün ve yeniden doğuşun da koşuludur. Denemelerinizde sık sık şehir, özellikle İstanbul, bir içsel harita gibi karşımıza çıkıyor. Bu şehir sizin için bir mekân mı, yoksa hafızanın metaforu mu? İstanbul benim için ne tam anlamıyla metafordur ne de bütünüyle içsel bir olgudur. O, hatırlamanın biçimidir. İstanbul içinde çok şey barındırır. Kendi üslubu, bakış açısı, kurgusu, karakteri olan kadim bir şehirdir. Bir sokağın köşesinde, bir vapur düdüğünde, bir martının uçuşunda, geçmişle bugünün aynı anda titreştiğini fark edersiniz. Bir İstanbullu olarak, bu şehir, benim için zamanın şahidi. Onun yanında, bir bakış, bir kayıp ya da bir umut her an vücut bulabiliyor. Yazarken İstanbul’u anlatıyor olmam, aslında kendime dönmem demek. Şehir hafızamın sureti. Kitap boyunca geçmişe dönmek, yalnızca nostalji değil; bir tür “iyileşme pratiği” olarak görünüyor. Sizce geçmişi hatırlamak bir terapi midir, yoksa bir yük müdür? Ben geçmişe dönmüyorum aslında; yazarken geçmiş, benim içimden geçiyor. İnsana hem yük oluyor hem de sığınak. Beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkıyor. Unutmak çoğu kez konforlu bir suskunluk olsa da, hatırlama yeteneğinin insana bahşedilen bir ödül olduğunu düşünüyorum. Zira geçmişin her çağrılışı, bir yarayı da uyandırıyor ama yapacak bir şey yok. İnsan, hatırlamadan iyileşemez. Bana terapi gibi geliyor. Denemelerinizde sessizlik çok belirgin. “Susmak” sizin için bir savunma biçimi mi, yoksa anlamın kendisi mi? Bana kalırsa susmak, kelimelerin de nihayetinde ulaşmak istediği tek yerdir. Sessizlik hayatın kendi nabzıdır; orada insan, gerçeğin soluğunu duyar. Hatta kimi zaman susmak en güzel savunmadır çünkü dünya gürültülüdür. Ne söyleseniz de karşınızdaki duymak istemediği sürece sesinizi duyuramazsınız. Oysa susmak, gerçeği daha saf bir biçimde duyurabilmektir. Konuşmanın zamanı geldiğinde geride bıraktığınız suskunluk, söyleyeceklerinizin askeri olur. Hayatın Kırık Yerinden Akanlar Kadın olmanın duyarlılığı, metinlerinizde hem gizli hem belirgin bir damar gibi akıyor. Sizce kadın bakışı edebiyatı nasıl dönüştürüyor? Duyarlılığın, sezginin yerini akıl mı, kalp mi belirliyor? Kadın bakışı, dünyanın yüzeyini değil, altındakilerini görür. Katmanlıdır, semboliktir. Bu yüzden hem akıl, hem de duyarlılık gerektirir. Yazmak sadece kalbin işi değildir; aklın en derin yerinde sezgisel bir kıvrımı vardır. Benim için de yazı, bu iki alanı birbirinden ayırmaz—duyguyla düşünceyi aynı nefeste taşır. Yazmak, yumuşak bir direniştir: kalbin sezgisiyle aklın dinginliğini aynı cümlede buluşturmaktır. Kadın bakışı, edebiyatı görünmeyeni görünür kılarak, duyguyu ve zekâyı birleştiren içsel bir derinlikle dönüştürür; böylece hem dilin hem de anlatının biçimi değişir. Kadınlar dünyayı yalnızca tanımlamaz, ona yeni bir anlam kazandırmak ister. Dikkat edilirse, şartların iyice zorlaştığı günümüzde kadın yazarlar, bireysel deneyimi toplumsal ve politik bağlamla birleştirerek kimlik, hafıza, beden, psikoloji ve doğa üzerinden çok katmanlı bir edebiyat üretiyor. Ebru Akyürek
Hande Kavgacı
Gercekedebiyat.com


















YORUMLAR