Feridun Andaç’tan Kaplıcada Son Yaz - Sandım ki Göğün Cennet / Nedret Öztokat Kılıçeri
Feridun Andaç 12 Mart sonrası ve 12 Eylül darbesinde savrulan genç kuşağı anlattığı üçlemenin ilk romanını Kaplıcada Son Yaz - Sandım ki Göğün Cennet başlığıyla yayımladı. Roman konusuyla olduğu kadar kurgusuyla da edebiyat okuruna değişik bir okuma deneyimi sunuyor. Bir göç ve yurda dönüş hikâyesin...
ROMAN YAPISI Romanın örgüsü seksen dört bölümden oluşuyor. Anlatıcının romanda yer alan olayları nasıl ve neden öykülediğini konu eden “Öndeyiş” ve hikâyeyi kurmaya başladığı “Gidememek” başlıklı iki metin ile romanı kapatan “Son Deyiş” anlatıcının okura doğrudan seslendiği üç bölüm. Bunlardan başka, siyah boş bırakılmış sayfaların arasına yerleştirilmiş “Arasöz” başlığı taşıyanve anlatının çeşitli yerlerinde bir durak gibi beliren dört metin daha roman yapısına katılıyor. Bu ilk roman, böylece doksan bir metinden oluşan çok katmanlı ve çok odaklı bir metinsel mimari kuruyor. Başkişi Kerem’in yaşadıklarını resme döktüğü eskizleri temsil eden desenlerin roman akışına yerleşmesi görsel etkiyi de hedefleyen bir metin anlayışını örnekliyor. Romanın bu özel mimarisini yansıtan bir başka özellik her bölümü başlatan birer cümlelik alıntılar ile metin içine yerleşen dizelerdir. Bölümlerin başında yer alan ve bazı bölümlerde yeri geldiğinde şiirlerden yapılan alıntılar içeriğin yanı sıra, biçimsel (italikle ve ayrık verilmektedir metin içinde) ve üst-metinsel bir işlev üstlenmektedir. Böylece Feridun Andaç’ın, içeriği ve biçimiyle romanını özel bir yapı olarak tasarladığı dikkat çekiyor. Yapıtın sonlarına doğru (s. 403) karşımıza çıkan ve yazarın el yazısıyla hazırlanmış, bulmaca tarzında, yukarıdan aşağıya soldan sağa okunan izlekler tablosu, romanın yatay ve dikey düzlemlerde okunmasını akla getirdiği gibi, romanın yerlemlerini sunan bir harita bilgisi gibi de algılanıyor. Yazarın yaratıcı edimi okuru roman kurgusu, roman dili ve roman söylemi, kısaca roman olanakları üzerinde düşünmeye yöneltiyor. GİDEMEYİŞ/OLAMAYIŞ Anlatıcı, Ömer ve Kerem eski üç arkadaştır. Siyasal karışıklıklarla Kerem önce kentini sonra ülkesini bırakmış, aslında meslek hayallerini, sevgililerini, geleceğini terk ederek Berlin’de bir hayat kurmuştur. Mimarlık mesleğini ve oturma iznini olanaklı kılan Alman sevgilisi Anna’yla biten ilişkinin yorgunluğu, doğduğu ülkeyle Almanya arasında kalmış Bosnalı Esma’nın iyi gelen saf sevgisindeki yersiz yurtsuzluk ve içinde dinmeyen yara, gençlik aşkı Aslı’nın yokluğu Kerem’i (yine) bir arayışa sokmuştur. Ve Erzurum’da Deliçermik’te bir yaz sonu İğdebeli Hoca’yla ve bazı arkadaşlarıyla buluşmak üzere ülkeye gelir. Roman eski dostların buluşması bağlamında göçü, çocukluklarının Erzurum’unu, bu kenti terk etmelerini, gençliklerini, kendilerinin ve ülkenin içine düştüğü girdabı sorgulayışlarını anlatır. Kerem çok okuyan, sürekli yazan, edebiyat, felsefe, tiyatrodan beslenen hayatı ciddiye alan bir güzel sanatlar öğrencisidir. Öğrenciliği yetmişli yıllara denk gelmiş bir kuşağı temsil eder: ilerici yazarlardan zevk alan, üniversitenin sosyal ortamında yetişkin olmayı, kendini geliştirmeyi, aşkı tatmayı ve anlamlandırmayı seçen bir delikanlıdır. Ancak ülkenin savruluşu bu delişmen ve hassas ruhun yıkıcı gücünü kendisine yönlendirmesine neden olacaktır: Toplumsal/siyasal/bireysel savurulma Kerem’i “kimsiz kimsesiz” olmaya, “birisiz” kalmaya, kendini bir yerde “oldurmamaya” itecek, Ece Ayhan’ın “meçhul” talebesine dönüştürecektir. Yeni bir hayata başladığı Almanya’da sevdiği kadının yanında “Bugünsüz yarına dönük”tür yüzü (s.302). Böylece Kerem gittiği yabancı topraklarda kök salmanın imkânsızlığını ve aidiyetsizliği deneyimlerken aslında hiçlik temelinde bir kimlik bulur kendine. Bu kimlik aslında duygusal bir kimliktir: Üniversite yıllarının tutkulu gencini geriden bırakarak, çıkış yolunu “hissizleşmek”te bulur. Anna’yla aralarında kurulan “hissizlik iklimi” gibi. Ancak içinde debelenmekte olduğu karanlığın, bitmeyen iğretiliğin, köksüzlüğün, tutunamamanın, sıkışıp kalmışlığın bilincindedir. Sürükleniştir onu anlatan en uygun sözcük; /süreç/ anlam birimi içeren; dönüştüren, bitmeyen ve esir alan bir sürüklenme durumu. Roman, Kerem’in unutamadığı gençlik aşkına rastlamasıyla tetiklenmiş tutku düzeyinde bir savrulmayla başlar, ancak Erzurum’da, kaplıca buluşmasında, söz sözü açtıkça ülkenin yakın tarihinde yaşanan savrulmalar, toplumsal krizler ve travmalarla güçlenir kopuş izleği. Romanda derinleşerek ilerleyen bir karanlık, geri planda sürekli uğuldamaktadır. Issızlaşmanın, kendinden, kentinden ve yurdundan kopmanın dilsizliği kadar ve ülkesine döndüğü zaman karşısında bulduğu yıkıntılardan ve yeni şehirden ibaret kentin ona artık bir şey ifade etmeyişi Kerem’i vurmuştur. Dil ve söz romanın önemli sorunsalıdır. ÇOĞUL SÖYLEMLİ ANLATI Elimizdeki roman Bahtin’ci anlamda “çok sesli” yapıya sahiptir. Anlatıcının söylemi metin dışından farklı yapıtlardan yankı bulur kendine. Şairler, yazarlar, düşünürler karışır anlatıdaki seslere. Bir söyleşim gerçekleşir çeşitli düzeyden söylemler arasında. Kerem “içim sessiz” der, sevdiği kadınların ona ses olmasını diler; çünkü yönünü yitirirken sesini/ sözünü de yitirmiştir. Ancak Feridun Andaç Kerem’in hikâyesini anlatmak üzere üç anlatıcı tasarlamıştır; üç taraftan Kerem’i bize anlatırlar, onun hiçlikle yüzleşmesine rağmen “bir sese dönen yüzünü” (s.384) okura iletirler. Roman çok sesliliğini, yazarın sona eklediği ve sayısı 132’yi bulan yazarın yapıtından alıntılara da büyük ölçüde borçludur. Romanların, şiirin, felsefenin, kısaca dünyanın sesleri, romanda sadece Kerem’in “kaderine dönüşen kederi”nin değil, aynı zamanda uzak ellerde kendilerine bir hayat alanı kurmayı hedeflemiş eski sevgililerin, dostların ve akrabaların deneyimlediği türden bir insanlık koşulunun da yankısına dönüşüyor. Bu çoklu odakların ve çoğul söylemlerin arasında okuyucuya düşen, yolunu şaşırmadan olay örgüsünü başından sonuna büyük dikkatle takip etmek ve yazarın edebiyat birikimine eşlik etmek. Ve tabii, askeri darbelerin ardında bıraktıklarını bir kez daha düşünmek. *Kaplıcada Son Yaz. Sandım ki Göğün Cennet, Eksik Parça, Roman, Ocak 2021, 405 sayfa. Nedret Öztokat Kılıçeri
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR