Edebiyatta verili (gündelik) anlamda yarar arayanlar, gerçeklikle sanat/edebiyat ilişkisini her zaman tartışma konusu yapmışlardır. Çünkü öyleleri, edebiyatı var olan gündelik gerçekliğin bir yansıması olarak algılamakta ve anlamaktadır.

Oysa edebiyatın ne olduğunu anlamak, üretim ilişkileri içinde oluşan düşünce, duygu ve duyarlıklarımızı bir iç varsıllığı olarak değerlendirmeyi gerektirir. Bu nedenle de edebiyat algılananı aktarmayı, paylaşmayı, dünyayı değiştirip dönüştürmeyi amaçlayan kurgusal anlatımlardır. Üstelik bunları yaparken de güzellik duygusu ya da yakışmışlık demek olan güzelduyusal (estetik) kaygıyı göz ardı etmez. Çünkü edebiyat her şeyden önce değiştirme ve dönüştürme, dolayısıyla bir beğeni düzeyi oluşturma, daha yaşanılır bir dünya kurma arayışıdır.

Yani bir anlatımın sanat yapıtı düzeyine ulaşabilmesi için, düşünce ve yaratma aracımız olan dilin işlevselliğini kullanarak duyguları/olguları güzel ve etkili bir biçimde ortaya koymalıdır; insanın böyle bir işlevselliğe de gereksinimi vardır çünkü. Anlaşılacağı gibi edebiyat çok anlamlı, çok işlevli, çok yönlü, çok katmanlı, kısaca söylersek insan ilişkilerini bu anlamda konu edinen bir uğraştır.   

Gerçeklik ise nesnel olarak var olan her şeyin, yani çevremizin, yaşadıklarımızın, tanık olduğumuz olayların, insanın insanla ilişkisinin, kısacası tüm maddi evrenin oluşturduğu bir olgular dizgesi olarak tanımlanabilir. Bunun böyle olması nedeniyle, temelinde kurgusal/yorumsal olan edebiyat/sanat yaratılarındaki içeriğin gerçeklikle her zaman bir ilgisi/ilişkisi olması da doğal bir olgudur. Çünkü öncelikle yazınsal yapıtı yaratan/ortaya koyan kişi bir toplumsal gerçeklik içinde yaşamaktadır. O nedenle yazarın/şairin yapıtına gerçekliğin şöyle ya da böyle, şu ya da bu ölçüde yansı kaçınılmazdır.  

Peki, gerçek olgular varken, sanata/edebiyata neden gereksinim duyulmuştur? İnsanın yaşamını daha da varsıllaştırmak, güzellik duygusu demek olan estetik gibi üstün bir beğeni düzeyine duyulan gereksinimin sonucu olarak sanatsal etkinliklere gerek duyulmuş olmalı.

Bundan da anlaşılacağı gibi sanat, dolayısıyla edebiyat sanatçının verili gerçekliği olduğu gibi taklit etmesi ya da hiçbir yoruma girmeden yansıtması demek değildir. Bu gereksinimin nerelere dek uzanıp ulaştığını, daha da varsıllaştığını sanatın resim ve müzik dallarında, özellikle de daha bir gözle görülür biçimde modern resimde yakalayabiliriz. Ama her şeyden önce, tüm sanat alanlarında sanatın konusunun insan ilişkileri olduğunu unutmamalıyız. Gerçekliği olduğu gibi yansıtılmaya kalkarsak sanatın bize sağladığı o varsıllıktan yoksun kalırız. Gerçekliği aynen kabullenip sergilemek bilimsel metinlere özgüdür.

Tüm bunlara karşın, edebiyat yapıtı ortaya konulduktan sonra da gene toplumsal bir gerçeklik içinde yer alır. Sonuçta edebiyat yapıtını okuyanlar da, belli bir toplumsal gerçeklik içinde olduklarına göre, yapıtın gerçeklikle bağı başka bir biçimde sürüyor demektir.

Evet, yazar içinde yaşadığı gerçekten yola çıkarak yapıtını oluşturur, ama aynen taklit etmez. Yani yaşanan doğal gerçeklik olduğu gibi değil, edebiyatın estetik kuralları içinde yapıta yansır. Sanatçı doğal gerçekliği konu olarak ele alıp yeni bir gerçeklik içinde yeniden biçimlendirir. Bu da sanat yapıtının kurgusal gerçekliğini, bir başka deyişle sanatsal gerçekliği ortaya koyar.

Ancak, insanoğlu zamanla bu doğal kurgusal gerçeklikten devinmekle de yetinmiyor, örneğin “yeraltı edebiyatı” diye yeni bir güzelduyusal gerçekliğin peşine düşüyor. Çünkü insan yenilik peşinde olarak kendisini var edeceğini düşünüyor. O nedenle de örneğin “yeraltı edebiyatı”nın kurallarından ikisini; 1) “Genel kabul gören etik ve estetik değerleri önemsemeyip kendi etiğini ve estetiğini oluşturmak”, 2) “İnsan psikolojisinin gizli kalmış yanlarına ait varsıl veriler aramak ve barındırmak” olarak belirliyor.

Kısaca söylenecek olursa “yeraltı edebiyatı”, bugüne dek kullanılan edebiyat estetiğinin aşındığı kanısını edinerek, yeni bir güzelduyusal arayışa gereksinim duymaktır. İşte sanatın/edebiyatın, yani insanın iç dünyasını olandan farklı bir anlamda donatma arayışının bir örneğidir bu.

Genel bir tanımla söylersek: “Sanatsal nesnellik, gerçek dünyanın öznel tasarımıdır” ve bu bağlamda edebiyat insana özgü özellikleri, kurmacanın dünyasında dile getirir. Böylece de sanatla verili gerçekliği değiştirip dönüştürerek, yorumlayıp yeniden kurarak daha insanca bir dünya yaratma çabasına girer. Bununla belki de ömrünü uzatacağı duygusuna, bunun verdiği doyumun hazzına ulaşır. Bu nedenle de edebiyat, döneminin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten etkilenir; yani ayağını gerçek yaşamın toprağından kesmez.

Ama aslında her şey, geleneksel gerçeklikten kurtulmak içindir. Edebiyat, gerçek yaşamın yorumlanarak, değiştirilerek insanın daha varsıl bir içsel donanıma ulaşma çabasıdır. Öylesine ki o içsel varsıllık dışsal olguları da değiştirip dönüştürerek dünyada daha kabullenilir bir dönüşmeyi amaçlar. 

Kapak resmi: Şerif Karasu

Hüseyin Atabaş

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)