Duygular ulusaldır / Veysel Çolak
Bu karmaşanın içerisinden çıkmak isteyenler ise 'şairlerin vatanı yoktur' deyip sorunu çözümlediklerini, aştıklarını sanıyorlar.
Ulus tanımı yapılırken dil, din, toprak, bayrak ve kültür birliğinin olması bir önkoşul olarak ileri sürülür. Şairlerin ulusu saptanırken de, aynı yola baş vuruluyor sanki. Yerellik, ulusallık, evrensellik kavramları da bu bağlamda değerlendiriliyor nedense. Bu karmaşanın içerisinden çıkmak isteyenler ise "şairlerin vatanı yoktur." deyip sorunu çözümlediklerini, aştıklarını sanıyorlar. Büyük yanılgı. Birçok konu gibi bu da sosyolojik ve akademik incelemelerden yoksun olarak yıllarca tartışıldı ve içinden çıkılmaz bir hale getirildikten sonra öylece bırakıldı. Afşar Timuçin'in ulusallığı yadsıması, kimsenin dikkatini çekmedi nedense. Yerellik zaten çoktan gündemden kaldırılmıştı. Küreselleşme kavramı çerçevesinde ne olduğu bir türlü tanımlanamayan bir evrensellik modası başını alıp gidiyor. Evrensellik kavramı bir soru olarak öne sürüldüğünde de, "insan, insani değerler" deniliyor elbette. Bu yanıt kendiliğinden başka bir soruya dönüşüyor ister istemez. Yerel ve ulusal olan hiçbir şey, evrenselliğin önünde engel değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun, dili olan ve yaşadığı yere benzeyen bir tek insan bile evrensel olabilmenin zengin bir olanağıdır. Ama şu denilebilir: Kendiliğinden var olan tarihsel süreçler içerisinde toplumun biriktiregeldiği kültürel değerler; yaşanan coğrafya, yeterli değildir. Doğru, hiçbir malzeme kendiliğinden yeterli olamaz zaten. Bunun bir sanatçının (şairin) elinde yeniden yaratılması gerekiyor. İşte her şeyi, bu yaratılanda aramak gerekiyor. Yaşanan ne olursa olsun yerellik de, ulusallık da, evrensellik de yaratılanda (sanat yapıtında) yansıtıldığı orandadır. Burda bakış açısı ve yöntem belirleyici olmakta. Bu yüzden bir insanın şiiri bütün insanların; bir halkın şiiri bütün insanların şiiri olabilir. Böyle olunca şairleri kan bağlarıyla tanımlamak doğru olmuyor. Coğrafi sınırlamalar da yapılamaz. Her şey göle atılmış bir taş gibi halkalanır şairin yaşamında, tanımı da orda bulur. Yoksa şairin sürekli yaşamadığı ama gezip gördüğü, duyumsadığı, düşlediği ve yazdığı ne varsa, tümüne koyacak bir yer bulmak olanaksızlaşacaktır. Böylesine bir daralma, duyguların, düşüncelerin ve ideolojilerin uçsuz-bucaksız genişliğine ters düşer. Gene bu nedenle şiirler tematik özelliklerine göre herhangi bir tanım için kullanılmamalı gibi. Ama şu da var: Bütün bu söylediklerimin ötesine geçen tek öge 'dil' oluyor. Kullanılan dilin belirleyiciliği, bütün zamanlarda yadsınamayacaktır. Şairin bir tek vatanı vardır, denilebilir. O da yazdığı ve yaşadığı dildir herhalde. Şimdi ben, bütün bütüne Şili'yi anlatsam oralı bir şair mi sayılacağım? Değil. O ülkeyi, o ülkenin insanlarını ve sorunlarını anlatan bir şair olabilirim. Ancak o kadar. Yani ülkelerin, kentlerin, kasabaların şairi olunamıyor. Dilin, dillerin şairi olunabiliyor demek ki... Yazdığınız dilin şairisiniz. Ama yazdıklarınız bütün insanlığı ilgilendirsin, haksız savaşlara karşı çıksın, barışçı olsun, insani değerleri yüceltsin, bireylerin kendilerini kültürel ve ekonomik açıdan gerçekleştirmelerini amaçlasın gibi bir hedef de seçebilir şair. Seçmeli de. Bir şey daha var, özellikle tartışılmasını islediğim bir saptama: Hiçbir çekince koymadan, duyguların ulusal olduğunu söylemek istiyorum. Hangi şaire baktıysam bu gerçekle karşı karşıya geldim, diyebilirim. Birçok şey söylendi şiir çevirileri konusunda. Galiba şiirlerin başka bir dile çevrilemeyişinin başka tek nedeni de, şiiri şiir kılan duyguların ulusal oluşudur. Bu yüzden bir başka dile kolayca ve iyi biçimde çevrilebilen şiirler duygudan yoksun, kötü şiirlerdir. Hiçbir ulus bir başka ulusa nasıl duygulanacağını öğretememiştir. Şiirin gizli tarihidir bu. Veysel Çolak Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR