Dil sürçmesi (lapsüs) üzerine / Sigmund Freud
Ünlü psikiyatrist Sigmund Freud'un onlarca ciltlik kitapları, konferanslarından oluşmuştur. Broy yayınları 1991 yılında Ali Avni Öneş'in çevirdiği Stefan Zweig'in Freud: Cinselliğin Yeryüzü kitabına bu ölümsüz bilginin 'Hayatım ve Psikanaliz', 'Cinsellik Üzerine Üç Deneme', 'Totem ve Tabu', 'Psikana...
VARSAYIMLARDAN biriyle değil, konu olarak pek sık sık olan, pek bilinen, ama pek yetersizce değerlendirilen ve tam sağlıklı insanlarda gözlemlendiği için marazi hale hiç benzer yönü olmayan bazı olayları konu olarak ayırıp alacağımız bir araştırma ile başlayacağız. Bunlar jenerik adıyla kusurlu eylemler diye belirteceğimiz şu şekilde meydana gelen olaylarıdır: Bir kimse konuşurken, yazarken, ağzından ya da kaleminden farkında olarak olmayarak söylemek ve yazmak istediğinden başka bir kelime çıkarır (Iapsüs). Okurken, basılı ya da elle yazılmış bir metinde, gerçekten yazılmış ya da basılmış kelimelerden başka bir kelime okur (yanlış okuma). Bazen size söylenenden başka birşey anlarsınız. Bu yanlış işitme, organik bir bozukluktan ileri gelmez. Aynı tür olaylar dizisinden, temeli unutma olan başka bir olaylar dizisi daha vardır: Sözgelişi, bir ad bilindiği halde bulunamaz ve muhakkak, sonradan hatıra gelir ya da bir tasarının uygulanmasına geçilmesi unutulur, bununla birlikte sonradan hatırlanır; dolaysıyle bunlar sürekli değil anlık unutmalardır. Üçüncü bir dizide eksik olan anlık olma şartıdır; sözgelişi, bir yere konulmuş olan birşeyi bulamama gibi; aynı kategoriye, tamamen benzer kayıp hali de bağlanır. Bunda öbürlerinden başka şekilde davranılan unutmalar söz konusudur; insan şaşırır ve bu konuda insan, onları anlaşılabilir bulacak yerde onlara karşı gelir. Bu hallere önceden bilinen ve daha sonra hatırlandıkları şekilde olmadıkları yeniden bilinecek olan şeylere inanıldığında olduğu gibi, içlerinde anlık oluşun yeniden belirdiği bazı yanlışlar da bağlanır. Bütün bu hallere çeşitli adlar altında bilinen daha birçok şeyler eklenebilir. Psikanaliz önemsiz şeylerle asla uğraşmamış olmakla övünemez. Aksine, gözlemlerinin malzemesi genellikle öbür bilimlerin anlamsız diye bir yana ittikIeri az belirli olgulardan, olaylar dünyasının tortusundan meydana gelir. Fakat eleştirinizde bu sorunların önemini, belirtilerin görünüşü ile karıştırmıyor musunuz? Bazı şartlar içinde bazı anlamlarda, pek zayıf belirtilerle kendilerini gösteren pek önemli şeyler yok mudur? Bu türden birçok durumu size saymak kolaydır. Siz delikanlılar, şu ya da bu genç kızın sempatisini algılanamayan belirtilerle kazanmıyor musunuz? Bunu Öğrenmek için, genç kızın açık itirafını mı beklersiniz ya da onun heyecanla boynunuza atılmasını mı? Aksine, kaçamak bir bakışla, belirsiz bir hareketle, azıcık uzayan bir el sıkma ile yetinmez misiniz? Ve bir yargıç olarak, bir cinayetin soruşturulmasına giriştiğinizde katilin olay yerinde fotoğrafı ile adresini bıraktığını mı umarsınız. Yoksa caninin kimliğini meydana çıkarabilmek için zorunlu olarak genellikle, pek zayıf ve anlamsız izlerle mi yetinirsiniz? O halde küçük belirtileri hor görmeyelim: Onlar bizi daha önemli şeylerin izleri üzerine götürürler. Zaten ben de sizin gibi dünyanın ve bilimin büyük sorunlarının dikkatimizi çekmesi gerektiğini düşünüyorum; fakat çok zaman insanın kendini şu ya da bu büyük sorunu araştırmaya vermek için basit tasarılar kurması hiçbir şeye yaramaz. Çünkü insan, adımlarının kendini nereye yöneltmesi gerektiğini her zaman bilmez. Bilimsel çalışmada insanın önünde durana kendilerini araştırmamıza sunan şeylere atılması daha akla yakın olur. Eğer önceden kabullenilmiş düşünceler ve abartılmış umutlar olmaksızın ciddi bir şekilde yapılırsa şans da varsa her şeyi her şeye, küçüğü büyüğe bağlayan ilintiler sayesinde bu çalışma hiçbir iddia taşımadan, insanı büyük sorunların incelenmesine yanaştıran bir yol açar. İşte sağlıklı insanın görünüşte anlamsız kusurlu eylemlerini inceleyeceğim zaman dikkatinizi uyanık tutmak için size söyleyeceğim budur. Şimdi psikanalize büsbütün yabancı birine sesleniyor ve ondan bu oluşların üreyişini kendi kendine nasıl açıkladığını soruyoruz. Bize şu karşılığı vermekle başlayacağı bellidir: “Oh, bu olgular hiçbir açıklamaya layık değiller; bunlar küçük olaylar.” Bununla ne demek istiyor? Dünyanın fenomenolojisinin zincirlenişi dışında bulunan ve meydana gelememesi de pekâlâ mümkün. İhmal edilebilir olayların var olduğunu mu ileri sürüyor? Fakat evrensel determinizm kırılarak, hatta tek bir noktada bile olsa dünyanın bütün bilimsel anlayışı altüst edilir. Bizim adamımıza tanrısal iradenin özel bir araya girişi olmaksızın bir serçenin damdan düşmediği kesinlikle söylediğinde, dinsel dünya anlayışının kendi kendini ne kadar daha kandırıcı bir anlayış olduğunu göstermek gerekir. Dostumuzun ilk cevabından doğan sonucu çıkarmak yerine cayacağını ve incelediği şeylerin daima açıklaması bulunduğunu söyleyeceğini farzediyorum. Şartlarını belirlemenin kolay olacağı psişik işleyişin yanlışlıkları, görevinden küçük sapmaları söz konusudur. Her zaman düzgün bir şekilde konuşan bir adam konuşurken yanılabilir: 1° Hafifçe rahatsız ya da yorgun olduğu zaman; 2° Aşırı heyecanlı olduğu zaman; 3° Başka şeylere çok almış olduğu zaman. Bu iddialar kolayca doğrulanabilir. Lapsüsler, özellikle insan yorgunken başı ağrırken ya da bir yarım başağrısı yakınken ortaya çıkar. Yine özel adların unutulması da aynı hallerde olur. Çok kimse bir yarım başağrısının hemen hemen başlamak üzere olduğunu ancak bu unutma ile bilir. Aynı şekilde aşırı heyecanlanmada çok zaman kelimelerle eşya birbirine karıştırılır. İnsan “yanılır” ve tasarlanan şeyler ile isteyerek yapılmayan bir sürü eylem. İnsan dalgınken, yani dikkati başka birşey üzerinde yoğunlaşmışken özellikle sık sık görülen bir hal alır. Böyle bir dalgınlığın belli bir örneğini gelecek kitabında işlemesi gereken sorunları düşündüğü için şemsiyesini unutan ve kendisininkinin yerine başka bir şapkayı alıp götüren, o “Fliengendex Blattfcer”lerin profesörü vermiştir. Kabul edilen tasarılar ve yapılan vaatler örneklerine gelince birileri de öbürleri de unutulur; çünkü sonradan dikkati şiddetle başka yere yöneltmiş olan olaylar meydana çıkıvermiştir. Herkes bunları kendi denemesinde bulabilir. Bu tamamen anlaşılabilir ve her türlü itirazdan korunmuş gibi görünüyor. Bunlar belki pek öyle önemli saydığımız kadar önemli değillerdir. Bu kusurlu eylemlerin açıklanmalarını daha yakından inceleyelim. Bunların meydana gelmeleri için belirleyici gibi kabul edilen şartların hepsi aynı cinsten değildir. Kan dolaşımı bozukluğu ve rahatsızlığı, normal bir işleyişin bozulmasında fizyolojik sebepler olarak araya girerler: aşırı heyecanlanma, yorgunluk, dalgınlık değişik düzende etkenlerdir: Onlara psikofizyolojik de denilebilir. Bu son etkenIer kendilerini kolayca teori haline çevrilmeye bırakırlar. Yorgunluk, dalgınlık belki de genel kamçılanma, bir dikkat dağılmasını doğurur; bunun sonucu olarak artık yeterli dikkat dozunu kabul etmez sayılan fonksiyon kolayca bozulabilir ya da görevini yetersiz bir şekilde yapar. Merkezî sinir sisteminden ileri gelen bir rahatsızlık dolaşım değişiklikleri en önemli etkeni. Yani dikkatin dağılmasını aynı şekilde etkileyerek aynı sonucu yapabilir. Demek ki dikkatin bozulmaları olaylarının bütün hallerinde bu bozulmaların organik ya da psişik sebeplerden ileri gelmesi söz konusudur. O halde denilebilir ki hata, “kamçılanma”nın sonucudur. Fakat kamçılanma daha çok o kadar ilgi gösterilen bir harekete karşı dikkati niçin bozmaz? Önemli bir nutukta ya da sözlü bir tartışmada bir kimse Iapsüs yaptığında ve söylemek istediğinin aksini dediğinde psikofizyolojik teori ya da dikkat teorisi ile güçlükle açıklanma imkânı veren bir hata işIemektedir.
Kusurlu eylemlerin kendileri, anlaşılmayan ve şimdiye kadar girişilmiş açıklamaların anlaşılabilir kılmadıkları ikinci derecede bir sürü olayla birlikte yürür. Sözgelişi bir an için bir kelime unutulmuşsa, sabırsızlanılır, hatırlanmaya çalışılır; ancak bulunursa rahat edilebilir. Niçin insan bu sıkışık anda içindeki isteğe rağmen kendisinin “dilimin ucunda” dediği ve önünde söylenir söylenmez tanıdığı kelime üzerine dikkatini yöneltmekte pek “nadîr” olarak başarıya ulaşır? Ya da, yine kusurlu eylemlerin çoğaldığı, aralarında zincirlendiği, karşılıklı olarak birbirlerinin yerini aldıkları haller vardır. Birinci kez bir randevu unutulur; ikinci kez onu unutmamaya iyice karar verilir, fakat yanlışlıkla başka bir saat not edilmiş bulunur. Her türlü dönüp dolaşmalarla unutulmuş bir kelime hatırlanmaya çalışıldığı sırada birinciyi bulmaya yardım edebilmiş olan ikinci bir kelime hafızadan kaçıp gider; bu ikinci kelimenin aranmasına girişildiği sırada, bir üçüncü unutulur ve bu böylece sürüp gider. Bu karmakarışıklıklar bilindiği gibi mürettibin kusurlu eylemleri gibi sayılabilecek dizgi yanlışlarında da aynı şekilde ortaya çıkabilir. Bu türden, sürüp giden bir yanlışlık bir gün sosyal demokratların bir kâğıdı içine kaymıştı. Bir gösterinin raporunda şu okunabiliyordu: “Hazır bulunanlar arasında Konrprinz (Kronprinz; veliaht prens, altesleri yerine) dikkati çekmiştir.” Ertesi gün gazete bir düzeltme yapmaya girişmişti; yanlışlıktan dolayı özür diliyor ve şöyle yazıyordu: "Elbette Knorprinz (yine Kronprinz yerine.) demek istiyorduk.” Bu hallerde mürettip yanlışlarını yapan bir kötü cinden, harf kasaları ecinnisinden söz edilir; mürettlp yanlışının basit psiko-fizyolojik teorisinin kapsamını aşan anlatımlarda bulunulur. Oysa kusurlu eylemlerin bütün bu özellikleri tam olarak başka yöne dönmüş dikkat teorisiyle açıklanmıyor. Teorinin yanlış olduğunu söylemeyi istemek değildir bu. Büsbütün doyurucu olması için, tamamlanmaya ihtiyacı vardır. Fakat öte yandan daha bir kusurlu eylemin başka bir görüş noktasını da göz önüne getirebildiği doğrudur. Kusurlu eylemler arasında, niyetlerimize daha iyi katılanları ele alalım: Dil yanlışlıkları (lapsüsler). Yazma ve okuma yanlışlıklarını da pekâlâ seçebilirdik. Bu konuda şimdiye kadar kendimize soracağımız tek sorunun, hangi şartlarda ve ne zaman lapsüsler yapıldığını ve bu tek soruya, karşılık alamadığımızı bilmek olduğunu öğrenmek zorunda bulunduğu muzdur. İki bilgin, B. Meringer ile B. Mayer (biri filolog öteki psikolog), 1895'te dil yanlışları sorununa bu yandan yanaşmayı denediler. Örnekler toplayarak onları önce salt tanımlayıcı görüş noktasından sergilediler. Bunu yaparak, elbette hiçbir açıklama getirmediler fakat onlara götürebilecek yolu gösterdiler. Kasıtlı söylevlere lapsüslerin verdikleri biçim değişikliklerini aşağıdaki kategorilerde topladılar: a) Cümlede kelimelerin yerlerini değiştirmeler; b) Bir kelimenin ya da bir kelime parçasının kendinden önce gelen kelime üzerine tecavüz etmesi (Vorklang): c) bir kelimenin gereğinden çok uzatılması (Nachklang); d) karışmalar (bulaşmalar): e) bir kelimenin yerine başka kelime konulması. Size bu kategorilerin her birine ait örnekler sıralayacağım. Milo Venüsü yerine biri, Venüs Milosu dediğinde cümlede kelimelerin yerlerini değiştirme (devrikleme) vardır. (Özne, "Göğsümün üzerinde öyle bir ağırlık schwer” denildiğinde kendinden öncekine ‘tecavüz’ vardır. (Özne “Göğsümün üzerinde öyle bir ağırlık var” demek istiyordu; bu cümlede schwer (ağır) kısmen önceki Brust (göğüs) kelimesi üzerine ‘tecavüz’ etmişti.) Bu zavallı kadeh kaldırmada olduğu gibi cümleler içinde bir kelimenin gereksiz-uzatılması vardır. İch fordere sie auf, auf das Wohl unseres Chefs aufzustossen” (Sizi şefinizin mutluluğuna geğirmeye davet ederim): Şefimizin mutluluğuna içmek -anstossen- yerine böyle söylenmiştir. Bu üç lapsüs (sürçme) şekli sık sık olmaz. Sürçmenin iki kelimeyi birleştirmeden ya da çağrışımdan çıktığı birçok gözlemler bulabilirsiniz; bir bayın caddede şunları söyleyerek bir bayana yanaşması gibi: "Wenn sie gestatten Fraeulein möchte ich sie gerne begleit-digen” (İzin verirseniz Matmazel size seve seve arkadaşlık edebilirim.) Hiç değilse genç adamın söylemek istediği buydu fakat iki kelimeyi birleştirme yoluyla, ‘begleiten = arkadaşlık etme'yi 'beleidigen=hakaret etme' saygısızlık gösterme ile kaynaştırarak bir lapsüs yapmıştır. Bu arada delikanlının, genç kızın yanında pek de başarı kazanamamış olduğunu belirtmek gerekir. Yukarıda adı geçen iki bilginin örnekler koleksiyonlarından sonuç olarak çıkarabildiklerini sandıkları açıklama denemesi, bana bütünüyle yetersiz gibi görünüyor. Bir kelimenin seslerinin ve hecelerinin değişik değerlere sahip olduklarını ve üstün bir değere sahip bir öğenin kuvvetinin daha az değerdeki öğelerin kuvveti üzerine bozucu bir etki yaptığını düşünüyorlar. Bu ancak sık sık olmayan ikinci ve üçüncü kategorideki haller için doğru olurdu: öbür lapsüslerde, bazı seslerin ötekiler üzerinde üstünlüğü var sayılsa bile, hiçbir rol oynamaz. En sık rastlanan sürçmeler, yine de bir kelimenin yerine ona benzeyen başka bir kelime konulduğu zaman yapılan sürçmelerdir ve bu benzeme, lapsüsü açıklamak için çok kimseye yeter görünür. Fakat en sık olan ve en dikkati çekici Iapsüs, söylenmek istenenin büsbütün aksini söylemektir. Bu halde ses tonu ilişkilerinin ve benzeşme etkilerinin ancak çok küçük bir rol oynadıkları apaçıktır. Bu etkenlerin yerine başkalarını koymak için karşıtlar arasında sıkı bir kavramsal yakınlığın varlığı ve psikolojik çağrışım içinde onların özellikle birbirine yaklaşmış bulunduğu olgusu hatırlanabilir. Bu türden tarihi örneklere sahibiz: Millet Meclisimizin başkanlarından biri, bir gün oturumu şu sözlerle açıyor: BayIar, üyelerin hazır bulunduğunu görüyorum ve bundan dolayı oturumun kapandığını bildiriyorum. Bazı durumlar içinde, başka herhangi bir kolay çağrışım, ters olarak çıkıverip aynı sonucu doğura bilir. Sözgelişi, şu anlatılır: Helmholtz'un çocuklarından birinin, pek tanınmış büyük sanayici E. Siemens'in bir çocuğuyla evlenmesi dolayısıyle verilen şölende, ünlü fizyolojist Dubois-Reynold bir söylev vermiş ve kadehini şu gerçekten parlak sözlerle kaldırmıştır: Yaşasın yeni Siemens ve Halske firması. Böylece ses ilişkilerinden ve kelimelerin benzerliğinden fazla olarak, aynı şekilde kelimelerin çağrışımının etkisini de kabul etmek zorundayız. Fakat bu da yetmez. Gözlemlenen bir sürçmenin açıklanmasının, söylenen ya da daha önce düşünülen cümle hesaba katıldığı zaman ancak başarılı olduğu bütün bir dizi olgu vardır. Demek ki bunlar yine Meringef’in saydığı türden, fakat daha büyük bir genişlikte uzaktan etkileme halleridir. Ve burada size itiraf etmek zorundayım; bana öyle geliyor ki, şimdi biz her zamankinden daha az olarak dil yanılmalarının gerçek niteliğini anlayabilecek durumdayız. Kusurlu eylemin bu-özgül anlamı bazı hallerde göze çarpan ve söz götürmez bir tarzda görünüyor. Sürçmenin meydana geldiği şartları bilen biz bu kusurlu eylemde bir anlam bulma eğilimindeyizdir. Başkan oturumdan iyi bir şey beklemiyordu onu önlemekten üzüntü duymayacaktı. Biz, hiçbir güçlük çekmeden anlamı açığa çıkarabiliriz, söz konusu sürçmenin ne demek istediğini anlayabiliriz. Enerjisiyle tanınmış bir hanım “Kocam izleyeceği rejim konusunda bir hekime danıştı; hekim ona rejime ihtiyacı olmadığını, istediğimi yeyip içebileceğini...” dediği zaman bunda bir sürçme vardır, doğru; ama pek kararlı bir programın sözgötürmez bir anlatımı gibi görünen bir sürçmedir bu. Sigmund FreudKÜÇÜK BELİRTİLERİ HOR GÖRMEYELİM
KELİMELERLE EŞYALARIN KARIŞTIRILMASI
RANRDEVU UNUTMA
DİKKAT TEORİSİ
SÖYLEMEK İSTENENİN AKSİNİ SÖYLEMEK
(Freud: Cinselliğin Yeryüzü, Stefan Zweig, Broy Y. İstanbul 1991. s. 257-266. çev. Ali Avni Öneş)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR