Daha havanın kararmasına çok vardı. Havanın yeniden aydınlanmasına da çok vardı. Halkın aydınlanmasına da çok vardı. Her şeye çok vardı. Yaza da çok var deyip yatağından kalktı. Yaz gelse de kadınlar, kızlar göbeklerini, bacaklarını aralasalar... Gerçi nisan ayı geldi mi yavaştan hatlar ortaya çıkar ama Nisan'a da daha çok vardı.
Mutfağa girdi, ayaküstü zeytin-peynir-ekmek atıştırdı. Şu kira gelse de güzel bir yemek yeseydi dışarıda. Küçük bir rakı da söylerdi. Ama kiranın gelmesine daha çok vardı. Bugün ayın on ikisi, on beşinde yatırıyor adam. Evet, daha çok vardı.
Televizyonu açtı. Televizyonu seyretmezdi pek. Salt kanal değiştirirdi. Derken Milli Futbol Takımı'nın dün gece yaptığı özel maçın özetini izlemeye başladı. Üşenmiş izlememişti maçı. Şu Avrupa Şampiyonası başlasa da bira içerek milli takımın maçlarını izlesek diye düşündü. Gerçi Avrupa Şampiyonasına daha çok vardı ama üşenmeyip düşünmüştü işte.
Sıkıldı. Masada yatan, Kafka'nın tuğla kalınlığındaki günlüklerini aldı, kaldığı yerden okumaya başladı. Bu Kafka'da hiçbir şey yaşamayıp nasıl bu kadar çok şey yazabilmiş, hayret diye mırıldandı. 320. sayfadaydı. Kitap 700 küsur sayfaydı. Bitmez bu kitap, daha çok var deyip ofladı.
Derken telefonu çaldı. Arayan belediyede memur arkadaşıydı.
- Senin beşlik şarap geldi adamım.
- Aman ne iyi.
Memur arkadaşı köyündeki akrabalarının ürettiği şarabı getirtip satardı.
- Sana kıyağım olsun, senin semtte bir işim var, geçerken bırakayım şarabı.
- Çok sevinirim valla. Ne zaman gelirsin.
- Üç saat sonra.
- Tamam. Fakat parasını üç gün sonra vereceğim.
- Olur, olur... Üç gün sonra ver.
Telefonu kapatıp ayaklandı. İçi yine bulutlandı. Şarabın gelmesine daha üç saat vardı. Daha çok vardı.
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR