Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’da tiyatro / Prof. Dr. Gonca Gökalp Alpaslan
Ankara'da tiyatro demek, CUMHURİYET demektir. Modern kent dokusunun oluşumunda operanın, balenin, tiyatronun ve diğer tüm güzel sanat dallarının yerinin farkında olan aydınlık bir düşünüş demektir.
Cumhuriyet öncesinde Ankara'da tiyatroya dair çok az bilgi var elimizde...[1] Hamid Zübeyr Koşay, Ankara Budun Bilgisi (1935) kitabında etnografik ve halkbilimsel bilgilere yer verirken "Bağ Belleme, Elekçi, Hortlak, Elti Döğüşü, Kız Satma Oyunu, Tosbağa Oyunu" gibi köy seyirlik oyunlarından da söz eder. Ancak bunların çoğu düğünlerde sahnelenen eğlencelik oyunlardır (Sakaoğlu, 2016, s.326). 1892'de demiryolunun Ankara'ya ulaşmasıyla tiyatro ve gazinonun da geldiği, hemen o yıl tiyatrocu Ahmet Fehim'in İstanbul'dan Ankara'ya yerleştiği ve temsil verdiği ilk gece vali Abidin Paşa'nın da salonda olduğu anlatılıyor. Ahmet Fehim'in tiyatrosu, sadece bir tiyatro değil, çalgılı bir gazinodur ve kabadayıların da mekânıdır. Bu tiyatro/gazinonun ömrü sadece iki buçuk yıldır ama o sıralarda geleneksel tiyatroyla Avrupa oyunlarını birleştiren kısa gösterilerle yılda birkaç kez Ankara'ya gelen tiyatro turneleri olduğu bilinmektedir (Aydın, Emiroğlu vd., 2005, s. 292). Milli Mücadele yıllarında Millet Bahçesi'nde, 1. Meclis’in karşısında, Azm-i Millî örgütlemesinin oyunları sahnelenmektedir. Ahmet Hilmi Bey’in açtığı Ankara’nın ilk tiyatro ve sinema salonunda konserler verilmektedir. Nâzım Hikmet'in Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim'inde geçen şu satırlar bu açıdan ilginç: Bir gece Erzurumlu şairle Kâmil’in Tiyatrosu’na gittik. Ahırdan, ambardan çevrilme bir yer. Kapısının önünde, kederli, mavimtrak ışığıyla bir lüks lambası yanıyor, bir tek lüks lambası. İçeri girdik. Seyirciler, tahta sıralarda, elleri dizlerinin üstünde sessiz sedasız oturuyorlar. (…) İstanbul’da tuluat tiyatroları bayram yeridir. Ankara’daki ölü evi gibiydi. Seyirciler gözlerini perdeye dikmişler, orda, yırtık bulutlara doğru boru çalarak uçan uzun entarili meleğe kimisi dalgın dalgın kimisi somurtkan kimisi şaşkın bakıyor (Nâzım Hikmet, 2020, s.58). 1920'lerin Ankara'sında önce Milli Mücadele'nin sonra yepyeni bir ülkenin başkenti olmanın heyecanı duyulurken birçok zorlukla da başedilmektedir. Tiyatro salonunun yokluğu bunlardan sadece biridir. Tanyer'in bildirdiğine göre, 1924'te Ankara'da Türk Tiyatrosunu Himaye Cemiyeti kurulmuş, Şadi Fikret (Karagözoğlu) kumpanyasıyla Ankara'da kalarak Milli Sahne adını almış, daha sonra Raşit Rıza'yla birleşmiştir. Taşhan'ın yanındaki Yeni Sinema'da, Kulüp Sineması'nda, Cumhuriyet Tiyatrosu'nda oyunlar sahnelenmektedir (2005, s. 88-90). Millet Bahçesi'ndeki sinema salonunda, tiyatro gösterileri ve konserler izleyicisiyle buluşmuştur. 1926 yılında ise Darülbedayi sanatçıları Ankara’ya gelip, Muhittin Baha Bey’in yeni yaptırdığı Kulüp Sineması’nda temsiller vermişlerdir (Bayraktar, 2016). Hatta Kâmil Rıza tarafından 1920-1922 arasında Anadolu'da Temaşa adında haftalık bir tiyatro dergisi bile çıkarılmıştı (Aydın, Emiroğlu vd., 2005, s. 474). 1927'de inşasına başlanan Türkocağı binası 1930'da bitene dek salon sorunu sürmüştür. Bugünse sadece Ankara Devlet Tiyatrosu'nun on dört sahnesi var, küçüklü büyüklü salonlarda onlarca özel tiyatro ve amatör topluluk var. Sezon başladığında oyunlara bilet bulmak için ekran başında uyanık ve atak dakikalar geçirmek gerekiyor. Ne mutlu bize... Bu mutluluğu çağdaş ve modern temeller üzerine kurulan Cumhuriyete borçluyuz. Ankara, modern bir başkent olmak üzere büyük bir atılımla değişirken okullar, halkevi, yeni kurumlarla kentte büyük bir sosyal ve sanatsal hareketlilik başlamıştır. Özellikle 1930'lar modern tiyatronun kuruluşunun canlılığını taşır. Bu konuda gençler büyük çaba gösterir: Atatürk tarafından davet edilen Sovyet yönetmen Sergei Yutkeviç'in çağdaş Türkiye hakkındaki filminde Ankara'nın liseli gençleri de rol almıştır (Tanyer, 2007, s.111). 1886'da Ankara Sultanisi olarak kurulan ve halk arasında Taş Mektep diye bilinen Ankara Erkek Lisesi'nin (bugünkü Atatürk Lisesi'nin) etkin öğrenci topluluklarından biri de müsamere heyetidir. Küçüklüğünden beri tiyatroya çok meraklı olan ve babasının görevi nedeniyle Ankara'ya gelen Orhan Veli, 1930'larda Taş Mektep'in öğrencilerindendir. Melih Cevdet ve Orhan Veli, Halkevi'nde bir oyunda tanışır (Anday, 1984, s.110); okulun bahçesinde tiyatrodan, ünlü aktörlerden, kendi oyunlarından konuşurlar (Şahinler, 2021, s.47). Okulda, Türkocağı'nda ve Raşit Rıza'nın Halkevi'nde yönettiği oyunlarda küçük roller alırlar. Mehmed Kemal de Orhan Veli'yi ilk kez okul adına Ercümend Behzad'ın yönettiği Maurice Maeterlink’in Monna Vanna'sında izlediğini hatırlar (1977, s.44). Hatta Orhan Veli'nin 16-17 yaşlarındayken yazdığı Doktor İhsan adlı iki perdelik komedi, okulda sahnelenir (Tanyer, 2007, s. 137). Okulun müsamere kolu tarafından okulda ve Türkocağı'nda sahnelenen oyunlar arasında Mahmut Yesari'nin Has Bahçe, Cahit Bey'in Yasef Onbaşı, Samih Nafiz'in Kim Haklı, Reşat Nuri'nin Molla Ahmet, Bekir'in Rüyası, Tanrı Misafiri oyunları vardır (Oral, 2015, s. 42). Metin yazarlarıyla sahne arasındaki bağı bilemesek de, oyun yönetmenlerinin ve tiyatroya meraklı gençlerin Cumhuriyet'in ilk modern oyunlarına sahip çıktıklarını göstermesi heyecan verici. Bugünün lise ve üniversite tiyatrolarında hatta profesyonel tiyatrolarında bile rastlayamadığımız canlılıkta bir bağ... Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun başyapıtı ve I. Ulusal Mimarlık Dönemi'nin çok değerli bir eseri olan Türkocağı Binası (1927-1930), görkemli tiyatro salonuyla dikkat çeken bir yapıdır ve o yıllarda Ankara'da tiyatronun odağıdır. Gözünüzde canlanması için, binanın son restorasyonunda etkin olarak görev alan değerli hocamız Mustafa Akpolat'ın şu cümlelerine kulak vermenizi öneririm: Mermerli giriş holünden girilen salonun iki farklı balkon katı bulunmaktadır. Birinci katta eksende yer alan şeref locasının üstünde Türkocağı’nın arması görülmektedir. Salonun duvarları ve tavanı Osmanlı bezeme motifleri ile kaplanmıştır. Sahnenin üstünde, eksende Koyunoğlu’nun tasarladığı Bozkurtlu arma dikkat çekmektedir. Yapıldığı dönemin Alman teknolojisi donanımına sahip sahnesi ve orkestra çukuru ile salon opera ve bale gösterilerine ev sahipliği yapmıştır. İlk Türk operası Özsoy ilk defa burada sahnelenmiştir (Akpolat, 2019). Türkocağı'nın açılışı için Darülbedayi'nin oyuncuları Ankara'ya gelmiş ve on beş temsil vermiştir. Atatürk, sanatçıları Marmara Köşkü'nde ağırlamıştır (Aydın, Emiroğlu vd., 2005, s. 475). Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin öncelikleri arasında tiyatronun yer alması ne olağanüstü bir yaklaşım... Uzun zamandır Ankara Resim ve Heykel Müzesi olarak ziyaret edilen binanın bu görkemli salonunda bir zamanlar Darülbedayi'nin usta oyuncularının, Halkevi'nin amatör gruplarının, liseli gençlerin oyunlar sahnelediğini, yabancı devlet adamlarıyla ve yüksek devlet protokolüyle birlikte Atatürk'ün locadan tiyatro izlediğini düşünmek bile heyecan veriyor: "Benim bütün ümidim gençliktedir" sözünün tiyatro sahnesine yansıması, gencecik cumhuriyetin bütün idealleriyle burada birleşiyor işte... Orhan Veli'ye dönersek: Adnan Veli de ağabeyinin lise yıllarında Raşit Rıza'nın Aktör Kin oyununda, Ankara Halkevi'nde sahnelenen Zor Nikâh'ta oynadığını, daha sonra tiyatro yazarı olmak yoluna girdiğini ve pekçok oyun çevirdiğini aktarır, oyunlar arasında Moliere'den Scapin'in Dolapları'nı, Sicilyalı yahut Resimli Muhabbet'i, Tartuffe'ü, Versay Tuluatı'nı sayar; Jean Paul Sartre'ın Saygılı Yosma oyununun Saat 6 Tiyatrosu tarafından, Jean Anaughill'dan çevirdiği Antigone'nin Devlet Tiyatrosu tarafından Orhan Veli'nin tercümesinden sahnelendiğini bildirir (Adnan Veli, 1953, s.11-12). Orhan Veli'nin Ankara Erkek Lisesi'nin edebiyat ve sanat dergisi Sesimiz'in ilk iki sayısında 1930'da yayınlanan ilk eseri de "küçük bir perdelik komedi"dir: "Yahudinin Fendi Arnavudu Yendi!" (Oral, 2015, s. 29). Biz heyecanla Orhan Veli'den, Melih Cevdet'ten bahsediyoruz ama Mehmed Kemal Acılı Kuşak'ta Ankara'ya dair anılarında Taş Mektep'ten çıkan oyuncuları "Ulvi Uraz, Suat Taşer, Muhip Arcuman" diye bir bir yazar. Ankara'nın ilk tiyatro geleneğinin Ercümend Behzad, İbnürrefik Ahmet Nuri, Ahmet Avni, Ali Candar tarafından kurulduğunu, Abidin Dino'nun Halkevi sahnesinde dekorlar yaptığını hatırlar (1977, s.164). 1940'larda lisenin tiyatro oyuncularına Maetherlinck’in Evin İçi adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıkan on beş yaşındaki Turgut Özakman da katılır; on altı yaşındayken yazdığı ilk oyun olan Masum Katiller 1946'da okulun öğrencileri tarafından Ankara Halkevi'nde oynanır (Sipahioğlu, 2015, s.37). İleriki yıllarda Ankara Radyosu'nda önemli görevler üstlenen Turgut Özakman, tiyatrodan hiç kopmamıştır. Burada tabii 11 Ekim 1923'te -Ankara'nın resmen başkent oluşundan sadece iki gün önce- açılmış Ankara Kız Lisesi'ni de mutlaka anmak gerekir. Cumhuriyet'in aydınlık genç kadınlarını yetiştirme ülküsünün bir meşalesidir Ankara Kız Lisesi (Ekinci, 2021) ve mimar Ernest Egli tarafından tasarlanan etkileyici binada gençlerce hâlâ etkin olarak kullanılan kocaman bir tiyatro salonu bulunmaktadır; gerçi o salon 1968'de eklenmiştir binaya ama o zamana dek Ankara Kız Lisesi'nin öğrencileri okulda ve Türk Ocağı'nda oyunlar sahnelemişlerdir yıl sonunda. Örneğin Hakimiyet-i Milliye'nin haberine göre, 1926-1927 eğitim-öğretim yılı sonunda yapılan müsamerede "Reşat Nuri Bey’in Kız Aklıncası komedisi Kız Lisesi salonunu kahkahalara boğmuştur. Bilhassa yaramaz öğrenci rolü başarı ile temsil edilmiş"tir, 1928 yılında lisenin ilk mezunları için düzenlenen müsamerede de "Edebiyat öğretmeni Faruk Nafiz Çamlıbel’in yazdığı Hanım Şiir Yazacak isimli komedisi başarıyla sergilenmiş ve Perihan Naci de başrolü almış"tır (Gezer, 2020, s. 75-76). Sonraki yıllarda da hem yerli ve yabancı yazarların hem lisenin öğrencilerinin oyunları temsil edilmiştir okulda; öğrenci Mualla Uzmay'ın yazdığı Bir Taşla Üç Kuş, Tomris Hatun gibi. O sıralarda Atatürk birçok oyunun provasına ya da ilk sahnelenişine izleyici olarak katılmıştır. Kız öğrenciler müsamerelere Atatürk de katılacağı için daha özenle hazırlanmış, "Halkevi’nin mermer merdivenlerinde heyecan içinde yolunu beklemiş" ve oyun sonunda Atatürk tarafından tebrik ve teşvik edilmişlerdir (Gezer, 2020, s.130). 1932'nin bir önemi de Akın piyesidir. Ankara Kız Lisesi'nin edebiyat öğretmeni Faruk Nafiz’in yazdığı oyunun sahne dekoru İsmet Paşa Kız Enstitüsü ile Ankara Kız Lisesi atölyelerinde hazırlanmış, provalarına Atatürk de katılmıştır. Halkevi’nde sahneye konan piyesin prologunu Ankara Kız Lisesi’nden Sabahat isimli kız öğrenci okumuş, lisenin korosu da parçayı seslendirmiştir. Türkiye’de ilk kez tarihi bir eser gençler tarafından teknik olarak hazırlanıp sahneye konması, çok önemlidir (Gezer, 2020, s. 161). Atatürk’ün Faruk Nafiz Çamlıbel’den öğrencilerin sahneleyebileceği oyunlar istemesi üzerine yazılan, Ankara Halkevi’nde 4 Ocak 1932’de Atatürk’ün huzurunda ilk kez oynanan ve Reşit Galib'in bildirdiğine göre “Ankara’da beş gün zarfında 6000 kişinin dinlediği" Akın (1932), üç perdelik bir tarihi oyundur. Türk tarihi bilinci, yurt sevgisi, idealizm, savaş, aşk üzerinden ilerleyen oyunda klasik tragedya yapısıyla destani bir söylem mutlu sonda birleşir. Yalın ve şiirsel diliyle Atatürk'ün "İşte güzel Türkçe budur!" övgüsüne mazhar olur (Ercilasun, 2013). Gerçi bu oyunu yazmak da bu övgüye erişmek de pek kolay olmamıştır Salâh Bey Tarihi'ne göre: "1932 yazında Faruk Nafiz de Belvü'ye kapanacak ve yaz sonunda oradan Akın, Özyurt, Kahraman adlarında üç manzum oyunla çıkacaktır. Ama bunları yazmak yolunda 25 kilo verdiği, CHP'den aldığı 500 liralık telif ücretini de zaten Belvü'de yiyip bitirdiği için uzun yıllar bir daha oyun yazmaya yanaşmayacaktır"(Birsel, 1991, s.280) Sonraki yıllarda birçok yabancı oyun da sahnelenmiştir okulda, hatta bazen Fransızca olarak. Okulun bu donanımının ve öncü yaklaşımının etkisiyle belki, sahne sanatlarına yönelen gençler olur. Örneğin Devlet Opera ve Balesi’nin kadın rejisörü olan Saadet İkesus Altan, lisenin 1934 mezunudur ve Cosi Fan Tutte'yi sahneye koyan ilk Türk kadın opera yönetmenidir; Almanca, İtalyanca ve İngilizceden libretto ve liedleri Türkçeye çevirmiştir (Gezer, 2020, s.132). Hemen burada Ankara Kız Lisesi'nin 1946 yılı mezunlarından Adalet Ağaoğlu'nu da anmak gerekir. Daha çok romancı kimliğiyle tanınsa da Adalet Ağaoğlu'nun ilk edebi eseri bir tiyatro oyunudur: Sevim Uzgören'le birlikte yazdığı ve 1952 ya da 1953'te Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen Bir Piyes Yazalım (Ağaoğlu, 2008, s.15-25). Sonrası uzun zaman Ankara Radyosu'nda geçen verimli, heyecanlı yıllar, sonra Meydan Sahnesi... Onu başka bir zaman anlatmalı.. Biraz ileri atladık mecburen ama yine dönelim 1930'ların Ankara'sına: O sırada Ercümend Behzad tiyatro açısından çok önemli bir figürdür. İstanbul Sultanisi'ndeki öğrencilik yıllarından beri tiyatroyla çok ilgilenen Ercümend Behzad, mezun olduktan sonra Darülbedayi'de oynamış, Almanya'da konservatuar eğitimine devam etmiş, İstanbul'a dönünce bazı filmlerde rol almış ve Türk Akademi Tiyatrosu adıyla kendi tiyatrosunu kurmuştur. Tiyatrosu kapanınca 1935'te Matbuat Umum Müdürlüğü'nün açtığı spikerlik sınavını kazanarak Ankara'ya gelmiş ve yayın şefliğinin yanında Ankara Halkevi'nin de rejisörlüğünü üstlenmiştir. 1947'ye dek Ankara'da yaşayıp İstanbul'a dönmüştür. İlk oyunu olan Karagöz Stepte'yi (1940) Ankara'da yazmıştır. Onun Ankara'daki yılları çağdaş tiyatronun gelişimi bakımından çok önemlidir (Demirkan, 2002, s.7-48). Nitekim Melih Cevdet de Yenişehir'de bir evin zemin katında iki odalı bir dairede kurulan Ankara Radyosu'nda iki kişinin çalıştığını anlatır: Müdür vekili Veli Kanık (Orhan Veli'nin babası) ve spiker Ercümend Behzad Lav (Demirkan, 2002, s.21-22). 1924'te bandoyla beraber Ankara'ya taşınan Mehmet Veli Bey, 1932'de Cumhurbaşkanlığı Bando Şefi ve Musıki Muallim Mektebi'nde öğretmenken 1936'da Ankara Radyosu müdürü olur (Oral, 2015, s.22). Ankara Radyosu'nun tiyatro temsilleri, 1980'lere kadar çok önemli bir etki yaratmıştır; sonrası malum, 12 Eylül'ün sokağa çıkma yasakları, renkli televizyon kanalları derken radyonun etkisini kaybedişi. Oysa 1930'larda radyo yükseliştedir, halkın çağdaş sanata eğilimini de destekleyen bir araçtır. Kurulduğu 1927'de günde sadece üç saat yayın yapabilen Ankara Radyosu, belki de ilk spikeri Ercümend Behzad Lav'ın tiyatroculuğunun etkisiyle 1936'ya dek haftada bir iki kez yayınlanan radyofonik piyeslerle halkın tiyatroya ilgisinin artmasında önemli bir rol üstlenmiştir. 1936'da söz, saz, temsil kurulları 1940'ta birbirinden ayrılır ve temsil şubesi şefliği kurulur. Cuma ve Pazar günleri saat 21.10‘da yayınlanan oyunları seçmek için "edebi, teknik ve fiyat takdir komisyonları" oluşturulur, yarışmalar için örnek oyun metinleri hazırlanır, radyo oyunu tekniği konulu konuşmalar yapılır ve radyoya sekiz ay içinde altı yüz elli dört eser gönderilir (Arslan, 2010, s. 34). Bu oyunlardan günümüze kadar gelen fazla eser olmasa da, radyoyla tiyatronun birleşerek halka ulaşmasını sağladıkları, günün ihtiyacını karşıladıkları için haklarını teslim etmek gerekir. 1930'larda Ankara, sanat eğitiminin de başkentine dönüşmektedir hızla: 1924'te açılan Musıki Muallim Mektebi'ni 1936 yılında kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı bünyesindeki Tiyatro Bölümü takip etmiştir. Bölümün kurucu yöneticisi Türk hükümeti tarafından davet edilen Alman tiyatro ve opera rejisörü Prof. Carl Ebert'tir. Stanislavski’nin ve Max Reinhardt’ın yorum yöntemlerini birleştirerek ulusal bir senteze erişmeyi amaçlayan bir yapıyla kurulan bölüm, akademik düzeyde oyunculuk eğitimi veren ilk bölümdür ülkemizde. 1940'ta okulun kuruluş yasasını Hasan Âli Yücel hazırlamıştır (www.konser.hacettepe.edu.tr). Öğrencilerin ilk temsili, 21 Haziran 1940'ta Ankara Halkevi sahnesinde, Madam Butterfly'ın ikinci perdesidir ve büyük yankı yaratır (Aydın, Emiroğlu vd., 2005, s. 476). 1941'de ilk mezunlarını veren Ankara Devlet Konservatuvarı'nın öğrencileri 19 Ocak 1942'de Shakespeare’in Jül Sezar’ını Ankara Radyosu’nda seslendirerek varlıklarını kamuya duyurmuş, birkaç gün sonra da Sophokles'in Antigone'sini konservatuar binasında sahnelemiştir; bunu Kral Oidipus, Otelci Kadın, Cimri, Kibarlık Budalası, Kahvehane gibi oyunlar, İstanbul ve İzmir turneleri izlemiştir (http://www.devtiyatro.gov.tr). Muhsin Ertuğrul da Ankara'dadır 1936-1950 arasında. Konservatuarda eğitmenliğin ardından 1947'de Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi'ni ve Küçük Tiyatro’yu, 1948'de Büyük Tiyatro'yu kurmuştur. Tiyatronun edebi kurulundaki isimlere bakmak bile o sıralarda Ankara'da kimler vardı, tiyatro adına neler yapılıyordu anlamamızı sağlar herhalde: Remzi Oğuz Arık, Muhsin Ertuğrul, İrfan Şahinbaş, Ahmet Muhip Dıranas, Bedrettin Tuncel, Munis Faik Ozansoy, Aka Gündüz… 1932'de tüm ülkede kurulan halkevleri, liselerdeki gençler ve amatör ruhla sanata heveslenen her yaştan insan için bir sanat eğitim merkezidir. Gençlere toplu hayat yaşatmak, kolektif neşeyi artırmak, moral vermek, müzik, tiyatro ve edebiyat zevki vermek gibi kuruluş amaçları olan halkevlerinin çalışma kolları arasında dil, tarih, edebiyat, spor, güzel sanatlar, köycülük, sosyal yardım, kütüphane ve yayın, müze ve sergi, tiyatro vardır. Temsil kolunda asıl amaç, gençlerdir: Gençlerin güzel ve serbest konuşmasını sağlamak, iyi konuşmacılar yetiştirmek, fikir, sanat ve dil eğitimi vermek, tiyatro sanatçıları yetiştirmek, ülkeye ve topluma faydalı olmak, kadın ve erkek üyelerden oluşan tiyatro grupları kurmak, köylerde açık hava oyunları sahnelemek... 1932'de başta Ankara olmak üzere on dört ilde kurulan halkevleri sadece dört yılda 200'ün üzerinde şubeye ve yüz bin üyeye erişmişti ve dört yıl içinde bin altı yüze yakın temsil verilmişti. 1951'de hepsi kapatıldığındaysa yurt çapında 478 halkevi ve 4332 halk odası vardı (Algan, 2011). Nail Tan, 1932-33 sezonunda, daha ilk kuruluş yılında 55 halkevinde 511 temsil verildiğini, 1938'de dağarcığı genişletmek için bir oyun yarışması açıldığını, birçok özgün oyunun yanında çok sayıda Karagöz oyununun da repertuarda olduğunu bildiriyor (Tan, 2001). Sayılar, büyük bir kültürel örgütlenmeye ve gönüllü, heyecanlı bir toplumsal ilerleme çabasına işaret ediyor. Bir aydınlanma odağı olan halkevlerinin kapatılmasının ne büyük kayıplara yol açtığını da yine bu sayılar gösteriyor. Halkevlerinin repertuarında Moliere'in oyunları gibi Avrupa’dan klasik eserlerin yanında uyarlamalar, çocuk oyunları, Karagöz oyunları ve en çok da yaşayan, tanınmış Türk yazarların oyunları yer almaktadır. 1930'lar Türk tiyatrosu için inanılmaz bir hızla yazılan tiyatro eserleri demektir: Faruk Nafiz Çamlıbel'in Akın (1932), Kahraman (1933), Özyurt (1934), Ateş (1935); Aka Gündüz'ün Beyaz Kahraman (1932), Köy Muallimi (1932), Mavi Yıldırım (1932), Yılmazların İkizler (1932), Yarım Osman (1933); Yaşar Nabi Nayır'ın Mete (1933), İnkılap Çocukları (1933); Behçet Kemal Çağlar'ın Çoban (1932); Reşat Nuri Güntekin'in Ümit Mektebinde (1931), İstiklal (1933); Abdullah Ziya'nın Kozanoğlu (1930); Ahmet Nuri Sekizinci'nin Şeriye Mahkemesinde (1933), Himmet’in Oğlu (1934), Son Altes (1934), Belkıs (1934); Halit Fahri Ozansoy'un On Yılın Destanı (1933); Behçet Kemal Çağlar'ın Atilla (1935); Nahit Sırrı'nın Sönmeyen Ateş (1933) oyunları Cumhuriyet'in kuruluşunun coşkun heyecanını taşır. Büyük ve tanınmış sanatçılarca büyük ihtimalle halkevlerinde hemen sahnelenmek üzere yeni yazılan bu oyunların yanında edebiyat dünyasında pek tanınmayan Yunus Nüzhet Unat, Nahit Şevki, Ahmet Faik Türkmen, Münir Hamdi, Servet Şefik, Mühendis Galip, Kemal Ergenekon, Celal Tuncer gibi kişilerce yazılmış birçok oyun da sahnelenir. Oyunların hepsi halkevleri temsil şubesince okunup onaylandıktan sonra repertuara alınır. "İnkılap temsilleri" olarak anılan bu oyunların adlarından da anlaşılacağı gibi konuları, halkevlerinin kuruluş amacına uygun olarak, Orta Asya Türk tarihi, Türk kahramanlığı, Milli Mücadele dönemi, Anadolu halkının yüceltilmesi, köyün kalkınması, köylünün aydınlanması, cumhuriyetçilik ve halkçılık, bilim, çağdaşlık, laiklik, eğitim, kalkınma ve devrimler çerçevesindedir (Algan, 2011). Oyunlar dramatik ve yazınsal açıdan çok güçlü değilse de toplumsal duygular açısından yüksek bir heyecan taşımaktadır. Burada amaç hem sahneleme hem izleme sürecinde kadın-erkek, genç-yaşlı hep birlikte olmak, uluşça ilerlemektir. Tiyatro estetik, yazınsal, düşünsel, bedensel açıdan çok değerli bir eğitim aracıdır aslında. Tanzimat'tan beri Türk tiyatrosu Batılı bir biçim kazanırken en çok bu eğitsel rolü önemsemiştir. O zaman olduğu gibi, 1920'lerde 30'larda da tiyatro çoğu kez operayla birliktedir. Ankara Halkevi'nde ilk sahnelenen eserler arasında Bayönder (Necil Kâzım Akses) ve Özsoy (Ahmet Adnan Saygun, 1934) operalarını bu sırada mutlaka anımsamak gerekir. Her ikisinin de librettolarını Münir Hayri Egeli yazmıştır. Özsoy'un koristleri, Ankara'nın lise öğrencileridir. Ankara Halkevi'nde sahnelenen oyunlar, herkes için çok önemlidir. Çünkü genç cumhuriyetin simgesi olan Ankara diğer iller için bir örnektir aslında. Nitekim 1935'te sahnelenen Yanık Efe adlı oyun "Yedi kez Ankara'da oynadıktan sonra kasabalara, köylere turneye gitmiş ve turne sırasında oyunu beş bin kişi izlemiş"ti (Aydın, Emiroğlu vd, 2005, s. 476). 1939'daki turnedeyse Adana, Tarsus ve Mersin'de Çakır Ali, Zor Nikah, Bir Kelime, Palavra oyunları ve özgün bir Karagöz oyunu sahnelenmişti. 1944'ten itibaren Ankara Halkevi'nde açılan kurslarda sadece başkentte değil, Eskişehir, Bilecik, Kırşehir, Çankırı ve Kastamonu gibi geniş bir bölgede oyunculuk, konuşma, sahne, dekor, kostüm, koro, müzik, jest, mimik eğitimleri verilmiştir(Algan, s.53, 61) Ankara Halkevi, tüm dünyanın Türkiye'deki gelişmeleri takip ettiği bir merkezdir aynı zamanda. Atatürk Ankara Halkevi'ndeki oyunların provalarına gider, yabancı devlet adamlarıyla birlikte temsillerde yerini alır. Bu yaklaşım, 2000'lere dek Ankara'da sürdü aslında. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın cuma gecesi konserlerinde ve Büyük Tiyatro'nun sezon açılışında, prömiyerlerinde yüksek devlet protokolünün ve konuk diplomatların varlığı oyunların takipçisi Ankaralılar için gayet doğaldı. 1930'ların Ankara'sı, birçok yazar ve oyuncu için bir cazibe merkezidir. Örneğin şimdi adı unutulanlardan olsa da İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, tam bu sıralarda Ankara'dadır. 1914'te Darülbedayi'nin kuruluşunda etkin olarak görev alan, Türk sinemasının ilk komedisi Bican Efendi Vekilharç'ın (1921) senaryosunu yazan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, halk tarafından çok sevilen bir yazar ve oyuncudur. 1932'de Ankara Halkevi'ne gelir ve 1935'te ölene dek sahnede kalır. Daha çok komedi ve vodvil türünde yazıp uyarladığı eserlerle "halkın gülme ihtiyacını karşılamayı" amaçlayan Sekizinci, Ankara yıllarında dönemin ruhuna uygun tezli, ciddi ve ağırbaşlı oyunlar yazmıştır: Şeriye Mahkemesinde (1933), Nakıs, Sınıf Arkadaşı, Himmet’in Oğlu (1934). Bu oyunlardan Belkıs (1934), Gustave Charles’ın Berstein le Berceil adlı oyunundan, Son Altes (1934), Henri Lavda’nın Marki dö Priyola adlı oyunundan uyarlamadır (Üstün, 2013). 1932-1935 arasında Ankara Halkevi'nde yazar, oyuncu, yönetmen, eğitmen olarak çok yönlü emek veren ve gençlere ustalık eden İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci'nin gülen nazik ruhu, bugünlerde pek oyun sahnelenmeyen Türkocağı sahnesinden bizi izliyordur belki de... Ankara Cebeci Mezarlığı'na yolunuz düşerse, Sekizinci'ye de bir çiçek bırakmadan geçmeyelim derim. Bugünkü Ankara'da yükselen binalarla, kalabalıkla biraz gölgelense de Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Oda Tiyatrosu binaları 1930'ların, 40'ların asil, ağırbaşlı zevkini anımsatır. 1936'da Sergievi'nde başlayan Devlet Tiyatrolarının kendine ait ilk sahnesi 1940'ta açılan Tiyatro ve Opera Tatbikat Sahnesi, oynanan ilk oyunsa 1941'de Goldoni'nin Otelci Kadın'ıdır. 1931 yılında açılan uluslararası yarışma sonucunda inşa edilen Şevki Balmumcu’nun Sergievi binası, 1947-48 yıllarında Paul Bonatz tarafından Opera binasına dönüştürülmüştür (https://www.goethe.de). Tiyatrosuz kaldığımız zorlu bir salgın sürecinden sonra Büyük Tiyatro'nun ya da Türkocağı'nın kapısından adım atabilir, salonun görkemli sadeliğini içinize çekebilir, cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'nın nasıl güzel bir başkent olduğunu hayal edebilirsiniz. Tiyatro, Ankara'ya çok yakışır. İstanbul'dan turneyle gelen her oyuncu, bunu bilir ve selamlama sırasında özel bir teşekkürle dile getirir Ankara izleyicisine. Ankara'da tiyatroya dair daha anlatacak çok şey var elbette, şimdilik 1930'larda kalalım... Kaynaklar Adnan Veli (Hazırlayan) (1953) Orhan Veli İçin: Bir Biyografi ve Basında Çıkmış Yazılardan Seçmeler. İstanbul: Yeditepe Yayınları. Ağaoğlu, Adalet (2008) Göç Temizliği. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Akpolat, Mustafa S. (2019) "Ankara Eski Türkocağı Binası’nın İçindeki Resim ve Heykel Müzesi: A. Hikmet Koyunoğlu-Abdurrahman Hancı", Kültürel Bellek 2016 (Ed.Pelin Şahin Tekinalp, Gonca Gökalp Alpaslan). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, s.9-24. Algan, Hamdiye (2011) Halkevlerinde İnkılâp Temsilleri (1932-1951), Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü. Yüksek lisans tezi. Anday, Melih Cevdet (1984) "Orhan Veli'nin Ardından", Açıklığa Doğru, İstanbul: Adam Yayınları, s.110-113. Aydın, Suavi; Emiroğlu, Kudret; Türkoğlu, Ömer ve Özsoy, Ergi (2005) Küçük Asya'nın Bin Yüzü: Ankara, Ankara: Dost Yayınları. Arslan, Sevda (2010) Türkiye’de Radyo Oyunları. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Yüksek lisans tezi. Bayraktar, Nuray (2016) "Başkent Ankara'da Cumhuriyet Sonrası Yaşanan Değişim: Modern Yaşam Kurgusu ve Modern Mekânlar", VEKAM Ankara Araştırmaları Dergisi, 4, 1, s. 67-80. Birsel, Salâh (1991) Kahveler Kitabı: Salâh Bey Tarihi I, İstanbul: Nisan Yayınları. Demirkan, Eser (2002) Ercümend Behzad Lav: Hayatı, Sanatı, Eserleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Ekinci, Pınar (2021) "Bir Orman Yaratmak", Teori, Mayıs, s. 65-71. Ercilasun, Bilge (2013) "Akın Piyesi Üzerine", Edebiyat Tarihi ve Tenkit, İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 427-440. Gezer, Gülnaz (2020) Ankara Kız Lisesi (1923-1977), Ankara: Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü. Doktora tezi. Mehmed Kemal (1977) Acılı Kuşak: Anılar, Söyleşiler, Denemeler. İstanbul: Çağdaş Yayınları. Nâzım Hikmet (2020) Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Oral, Haluk (2015) Bir Roman Kahramanı Orhan Veli. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Sakaoğlu, Saim (2016) "Hamid Zübeyr Koşay ve Ankara Budun Bilgisi Üzerine", Kültürel Mirasın İzinde Ankara (Ed.Gonca Gökalp Alpaslan, Pelin Şahin Tekinalp). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, s. 317-336. Sipahioğlu, Zeynep Sibel (2015). Turgut Özakman’ın Yapıtlarında Toplumsal Sorunlar. Ankara: Ankara Üniversitesi. Doktora tezi. Şahinler, Seray (2021) Ağabeyim Orhan Veli, İstanbul: Doğan Kitap. Şener, Sevda (1998) Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Tiyatrosu. İş Bankası Yayınları. Tan, Nail (2001) "Atatürk Dönemi Tiyatro ve Opera Çalışmalarında Türk Halk Kültüründen Nasıl Yararlanıldı?", I.Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri (Erişim: ekitap.ktb.gov.tr) Tanyer, Turan (2005) Taş Mektep. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Tanyer, Turan (2007) Ankara'nın Köklü Çınarı: Atatürk Lisesi (1886-2007). Ankara: Ankara Atatürk Lisesi Eğitim Vakfı Yayınları. Üstün, Koray (2013) İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Tiyatroları Üzerine Bir İnceleme, Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Yüksek lisans tezi. [1] Bu yazı ilk olarak Varlık, 1369, Ekim, s.8-14'te yayınlanmıştır. Prof. Dr. Gonca Gökalp Alpaslan
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
ggonca@hacettepe.edu.tr
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR