Charles Dickens’ın dokunaklı hayatı
Baba John Dickens, iş için Londra’ya geldiğinde ailesiyle birlikte şehrin kenar mahallelerinden birinde rutubet kokan, tek oda bodrum bir ev kiraladı. Küçük Charles (1812 – 1870) 10 yaşındaydı ama okula gönderilmedi. Ailesi geçim sıkıntısında olduğu için annesi ona, bir ambarda iş buldu. Babası sahtekarların eline düşerek, borçlu gösterilip iftiraya uğrayınca cezaevine kondu. Annesi evlerinin kirasını veremeyince çocuklarını alarak kocasının yanına, hapishaneye yerleşti. Charles Dickens bu durumdan utanç duydu, oradan uzaklara kaçtı. İki tanımadığı serseriyle tavan arasında kalan Dickens, alkol alıp, hırsızlık yapan bu adamlar başına iş açabilirler diye oradan da ayrıldı. On iki yaşındayken günde on saat çalışan bir çocuk işçiydi artık Charles. Charles 18 yaşına geldiğinde bir noterin yanında çalışmaya başlar. Notere gelip giden Maria Beadnell adındaki bir banka müdürünün kızından hoşlanır, peşinden üç yıl koşar. Charles Dickens bir yandan noterdeki işine devam ederken diğer yandan da gazetelere küçük yazılar veriyordu. Bu yazılarında Boz diye bir isim kullanıyordu, Sketches by Boz (Boz’dan Fıkralar, Skeçler) ilk eseridir. Şubat 1835’te Charles Dickens 23. yaşını kutlamak için bir parti düzenlemişti. Çalıştığı derginin editörünün kızı Catherine Hogarth da davetliler arasındaydı. Partiden sonra Catherine kuzenine “Tanıdıkça daha da iyi görünüyor gözüme Dickens” diye yazmıştı. Kısa bir süre sonra Catherine onun evlilik teklifini kabul etti. 2 Nisan 1836’da Londra’da evlendiler. Bir yıl sonra ilk romanı Bay Pikvik’in Maceraları yayımlanır. Catherine hem yazar, hem aktris, hem de iyi bir aşçıydı; ama bu yetenekleri evliliğinin gölgesinde kaldı. 15 yıl boyunca Catherine 10 çocuk doğurmuş, iki de düşük yapmıştı. Birbirine aşık, birlikte partilere, tatillere giden bir çift iken, aynı evde yaşamaya tahammülü olmayan iki insana dönüştüler zamanla. Chesterton, hayranlık duyduğu Charles Dickens’ı, Bir Dahinin Yaşamı – Charles Dickens adlı kitabında, “Klasik 19. yüzyıl edebiyatı, Tanrı yazarlığın cenneti demekti; hem yazınsal anlamda, hem de yazarların gördüğü itibar bakımından. Dickens öyle büyük bir ilgi görüyordu ki, romanlarını haftalık fasiküller halinde yayınlıyor, bu fasikülleri elde edebilmek için okurlar birbiriyle yarışıyor, gazete bayileri önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlardı.” diyor. Chesterton’a göre Dickens, İngiliz ruhunun en görkemli yazarıydı. Onda öyle büyük bir deha vardı ki, yarattığı kahramanlar, tüm ilginçliklerine rağmen onun yazar olarak kendi ilginçliğinin gölgesinde kalıyorlardı. Ve onun en büyük avantajı, kendi çocukluğunda tanıklık ettiği sefil sınıflardı. Çektiği acılara Oliver Twist, Pickwick gibi romanlarında yer vermiş, ezilip hor görüldüğü yıllarda tanıdığı insanları sonradan büyük roman karakterleri olarak ölümsüzleştirmişti. Charles Dickens tam bir hayvanseverdi. İki kuzgunu, iki St. Bernard, iki Newfoundland, bir spanyel, bir mastiff, bir Pomeranian cinsi köpeği, bir kedisi, bir kanaryası ve bir de midillisi vardı. Dickens’ın uğurlu objeleri vardı. Onlar olmadan masasında çalışamayan Dickens, taze çiçeklerin olduğu bir vazo, uğurlu kağıt açacağı, üzerinde bronz bir tavşanın bulunduğu temiz kağıtlar ile düello eden iki kurbağa biblosu masasında yoksa çalışmıyordu. Charles Dickens kırk beş yaşındadır, evlidir ve on çocuğu vardır. Viktorya döneminin örnek bireyi, zamanının en büyük edebiyat ikonu, onsekizine yeni basan güzel oyuncu Nelly Ternan’a aşık olur. Oyuncu Ellen Ternan kendini kızları Maria, Fanny ve Nelly’ye adamış, onları çok iyi yetiştirmiştir. Dublinli bir manavın oğlu olan babaları Nelly beş yaşındayken ölüp aileyi borç içinde bırakmıştır. Ternan’ların belirsiz bir yaşamları vardır, turneden turneye giderek geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Charles Dickens, onu entelektüel açıdan tatmin etmeyen karısı Catherine’den bıkar, genç, güzel, iyi eğitimli, Nelly’yi annesi Ellen’ın izniyle metresi yapar. Annesinin izniyle Charles, Ternan’ları büyük bir malikaneye yerleştirir, tüm bakımlarını üstlenir. Charles Dickens’ın 1858’de 22 yıllık eşinden genç bir oyuncu için ayrılması, dönemin İngiltere’sinde büyük sansasyon yaratmıştı. Avukatı Frederic Ouvry’ye 1858 yılı mayıs ayında yazdığı tesadüfen bulunan ve açık artırmayla satılan mektupta Dickens, eşinin Ternan’la ilişkisini öğrendiğini açıklayarak, karısına ayrılmak karşılığında 25 bin sterlin vermeyi teklif ettiğini ve bu miktar, karımı ayrılmaya ve hep sessiz kalmaya razı eder, eminim diye yazıyor. Charles Dickens ve Ellen Ternan, ünlü yazarın 9 Haziran 1870’te 58 yaşında felç geçirip ölümüne kadar birlikte yaşar. Bu ilişki 2013 yılında Görünmeyen Kadın (The Invisible Woman) adıyla beyazperdeye de aktarıldı. Kaynak Gerçekedebiyat.com
Evlilik teklif ettiği Maria “Ben ne idüğü belirsiz biriyle evlenmem, git işine, bir daha böyle bir şey duymayayım” der. Charles Dickens’ın Maria Beadnell’ın kişisel albümünden çıkan, Londra’daki Charles Dickens Müzesi’nde sergilenen aşk mektuplarındaki şiirlerde Beadnell’ın adı akrostişle ortaya çıkıyor. Aşkına kavuşamasa da Maria Beadnell’i roman kahramanı olarak ölümsüzleştirmiş. David Copperfield’daki Dora Spenlow karakteri ile Little Dorrit’de karşımıza çıkan Flora Finching karakterleri Maria Beadnell’den esinlenerek yaratılmış. Dickens, başarılı bir yazar olarak yıllar sonra onu yeniden görmek istediğindeyse Beadnell’ın artık eskisi gibi olmadığı yönünde telkinlerle karşılaşmasına rağmen isteğinden vazgeçmemiş. 1855’te gerçekleşen randevudan hayal kırıklığı ile ayrılan yazar, Devonshire Dükü’nün danışmanlarından birine yazdığı mektupta, Beadnell’ı şişman bulduğunu belirtmiş.
Yazarın kötü geçen çocukluğu, aşkta başarısızlığı, evlilikte mutsuzluğu büyük ölçüde romanlarına yansımıştır. Romanlarında genç kızlar genellikle güzel, masum ve umut verici, evli kadınlar çoğunlukla çirkin, dırdırcı, çekilmez olarak resmedilir. Ama, yalnızca çocuk ismi taşıyanlarda değil, hemen hemen bütün romanlarında öne çıkan tema çocukların çektikleridir. Yoksulluk, çaresizlik, ezilmişlik, güvensizlik, korku… Her şeye rağmen yaşayabildikleri minik sevinçler, yakalayabildikleri ufak tefek mutluluklara sarılma dirençleri. Kışın soğuğunda sokakta ölmeyenler sonunda sıcak birer yuvaya kavuşsalar da, o zamana dek Londra’nın çamurlu ve acımasız sokaklarında başlarına gelenler, içimizi burkmanın çok ötesinde bir korku öyküsüne dönüşür.
Charles Dickens’in ölümünden 11 yıl sonra doğan Stefan Zweig, “Dickens, Londra’nın sokaklarını kaplayan sabah sisleri içerisinde açlık nedir, yoksulluk nedir çok iyi öğrenmişti. O zamanlar kimse onun yardımına koşmamıştı. Soğuktan titreyen çocuğun yanı başından arabalar hızla geçip gidiyor, atlılar dört nala sürüyordu atlarını ve kapılar ona kapanmıştı. Yalnızca basit insanlardan iyilik görmüştü. İşte o da yalnızca onların kendisine yapmış oldukları iyilikleri ödemek istiyordu. Dickens’in hayalleri, sosyalist değildir, çünkü sosyalist olabilmek için gereken radikallik duygusu yoktur onda. Dickens’teki o dokunaklı alevi tutuşturan şey, yalnızca sevgi ve merhamettir. Burjuva dünyası içerisinde kalmayı tercih etmiştir. Yoksullarla, mal mülk sahibi insanların arasındaki bir dünyada. Yalnızca bu basit insanların yanında kendini rahat hissetmiştir. Onların evlerini seve seve, ayrıntılı bir şekilde, sanki kendisi de böyle bir evde oturmak istermiş gibi tasvir etmiştir. Onlar için çok renkli resimler çizmiş gibidir ve bu resimleri her zaman sıcacık bir güneş aydınlatmaktadır, onların alçakgönüllü hayallerini benimsemiştir. Dickens, onların basit ve renksiz dünyalarının üzerinde parlak ve hiç sönmeyen, sımsıcak bir güneş gibidir.” diyor.
Virginia Woolf ise şöyle der: “Dün Dickens’tan aşağı yukarı yüz sayfa okudum… Ne kadar doğrudan, renkli… Daha çok tekdüze, ama nasıl da zengin ve yaratıcı… Ancak yüce bir yaratıcılık değil bu. Ne varsa orta yerde.”
Acılar İçinde Başarıyı Yakalayanlar – Ömer Faruk Reca, Akis Kitap.
YORUMLAR