Son Dakika



Zehir zıkkım olsun yediğim yemek. Bir türlü doymuyor işte gözlerim. Yemek yiyenlere bakıyorum, öylece yana yakıla kıvranıyorum resmen. Yemiyorlar ki, arkadaş. Sanki dalga geçiyorlar. Tabaklar dolusu pilav var ortada, bunlar kalkıp dürüm yapıyorlar peynirle. Hem bu dürümü yerken öyle bir iştahla gevşiyorlar ki, bakan da yediklerinin çok farklı bir tamak zevki olduğunu zanneder.

Geçen gün yine kalktım gittim cenaze evine. Lokma dağıtıyorlardı. Bir herif var kapıda, ölünün oğlu mu desem, yeğeni mi desem, herneyse işte, yakınıydı işte, gözleriyle yiyecek beni resmen. Bakınıp duruyor ters ters. Sanki benim bir tabak pilav yememle ortalık karışacak, kıyamet kopacak. Yine iyi ki, bu dünyada hayırtsever insanlar varmış. Bir de bakmışım, Nazım bey Hızır misali yetişip, koluma girmez mi. (Şehir sovyetinin başkanı O.  İsmini şimdi değiştirmişler. Bilmem neyin nesi... Aman canım, ne farkeder? İşin aslı ben doğduğumdan bu yana bu herif aynı görevde. Görevin ismi değişiyor, ama adam aynı)

“Yetimim, nasılsın?”

“Duacıyım, efendim... Beni içeri götürsenize, şu mavigözlü it baksanıza nasıl da yiyecekmiş gibi bakıyor bana?!...”

“Şşşt, yavaş, duyarlar. Döverler sonra seni. O, cenaze sahibi. Peşimden gel, benim yanımdayken sesini bile çıkaramaz sana.”

Onun gölgesinde usulca sokuldum cenaze evine. Burda da sanırım rahat yok bana. Al işte, İshal Mahmut hemen farketti. Sırıttı bir güzel:

“Vay, vay, Yetimim, şimdi de büyüklerle mi takılıyorsun, helal sana be!”

Nazim bey usulca elini vurdu elime:

“Korumam artık o, benim!”

“Şansa baksana, ya!”

Öte yandan hemen hoca bir “Fatiha” verdi:

“Suretil mübareketil Fatiha...”

Yani, dalga geçmeyiniz, burası cenaze evi. Biraz ciddi olunuz!

Demin bana yiyecekmiş gibi bakan mavi gözlü herif yine sert bir bakış fırlattı bana. Yani, şimdi seni kapıdışarı edeceğim. Korktum. Hemen Nazım hocanın gölgesine sığındım. Nazım hoca selpağı suyla bir güzel ıslattı, ellerini sildi, sonra cebinden çıkardığı mendille de kuruladı. Doğrusu, bu hareketten alındım, ama boş ver?! Pek te üzerine gitmedim, içime bile atmadım.

Nazım hoca bana aldırmıyor bile, yanındaki adamla konuşuyor. Avantadan birşeyler kazanacak galiba hoca. Bu adamın oğlu işsiz, o da oğlunun işe girmesi için hocaya yalvarılyor resmen. Vereceği parayı konuşuyorlar uzun uzun. Hay aksi, yemeği dağıtmağa yine öbür uçtan başladılar. Sabahtan beri güçle duruyorum ayakta. Masada peynir ekmek var ama. Dur, artık utanma zamanı değil, boş ver. Hemen peyniri yufkanın içine doldurup dürüm yapıyorum. Usulca yiyorum... İkinci dürümü hazırlayıp dizlerimin arasına bırakıyorum önce, sonra hop direk pantolonun cebine indi bak... Bunu da akşam yerim.

Şu pilavın kokusu da öldürdü beni. İçim gidiyor, arkadaş, içim gidiyor. Gebe kadınlar misali aşeriyorum resmen pilava. Köpek misali havlayasım geliyor resmen. Acele etsenize be, adam. Umurlarında bile değil...

İşte, çok şükür, bizim pilavlar da geldi irice tabakta. Nazım bey önce benim tabağı tıkabasa, Allah ne verdiyse doldurdu pilavla, peşinden de etleri üzerine dolduruyor. Ah, Nazım hoca, ah... Ben kuru üzüm severim. Onları unutmuşsun. Dinlemiyor bile. Ben de konuşmuyorum. Hemen yemeöe başlıyorum. Etle, soğan kavurmasını ekmek arası götürüyorum. Ara sıra yayla çorbamı da yudumluyorum. Allah Allah, ansızın tabağımın boşaldığını farkediyorum. Oysa, yanımda oturanların tabaklarında yemekleri öylece duruyor. Utanmanın bir alemi yok. Nazım hoca, ah, Nazım hoca, insaf yahu, şu pilav diyorum, pilav. Bana bakmıyor bile, sırtını dönmüş bana. Belli ki, tiksiniyor. Aman nolacaksa olacak deyiverip hemen dalıyorum pilav dolusu tabağa. Bu zaman Mahmut`un öfkeli sesi duyuluyor:

"Ulan, eşek herif! Ne diye ağzından çıkardığın o iğrenç kaşıkla dalıyorsun tabağa?! O tabağın kendi kaşığı var, bak!"

Allah benim müstahakımı versin! Yaptım mı yine bir yanlış? Al işte, elimi çekiyorum usulca. Bu zaman Nazım hoca anlıyor durumu:

“Hey, sakın ha, yapmayınız böyle şeyler. Onun yediği sevaptır. Belki de Allah bunların yüzü suyu hurmetine bizlere rızık veriyor” diyerek tabağımı doldurdu. Topu topuna iki kaşığın günahına bile giremeden molla itoğlu hemen bastı mı “Fatiha”`yı. Güler misin, ağlar mısın, hemen de herkes tabaktan elini çekti. Biz de elimiz mahkum boğularak elimizi çektik yemekten. Boğazımdaki lokmadan boğulmuyordum ben. Hayır asla, tabakta kalanlara yanıyordum...      

***
Üç gündür bir Allah`ın kulunun öldüğü yok. Ve üç gündür ben de açım. Hani, bu yerde ölümün kol gezdiğini anlatıp duruyordu herkes? Hani nerde peki? Ben açlıktan geberdim ya... Oturduğumuz bodrum katıysa resmen buz kesmiş durumda. Yine öteki bomj* arkadaşlarım geldiklerinde (evet, evet, bize şöyle diyorlar, biz bile unuttuk gerçek ismimizi) soluklarıyla burayı ısıtıyorlar... Dur, bir Allah`a sesleneyim:

“Allah`ım!Nolursun, nolursun, bu civarda ne kadar insan var, bir tanesinin canını al, canını al ki, benim de karnım doysun!”

“Pat!”

Bodrum katının kapısı açılıyor, sefil arkadaşım yere devriliyor resmen. Ne kadar uğraşsam da nafile, ruhu kuş misali uçmuş gitmiş bile çoktan.                                     (Çeviren: Oktay Hacımusalı)                                                                                                                           

*Bomj – rus dilinde sefil  (Çevirmenin kaydı)

Azad Karadereli

Gerçekedebiyat.com


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)