“Brezilya renkli bir papağan tropik; soldan sağa, yani baştanbaşa, bir nemli duvardan bir nemli duvara sıvaları dökülmüş, uçuyor geçiyor bodrum katı karanlığında. Tıklım tıklım değilse de serbest orospularla doludur bodrum katı. Tombala oynuyorlar (“çinko!” sesleri duyuluyor en çok) ve kısaltılmış ya da bölünmüş Baframaden sigarası içiyorlar, kimisi Yenice mi nedir?”

*

“15 Ocak 1945 tarihinde 4696 sayılı yasa yürürlüğegirdi. Anayasa dilinin değiştirilmesi için.

Hemen sonra da ‘teşrin-i evvel’, ekim; ‘teşrin-i sâni’ ya da ‘ikinci teşrin’, kasım; ‘kanun-u evvel’, aralık; ‘kanun-u sâni, ocak oldu.

*

“İnanmıyacaksınız ama ilk kez kıtır attığımı söyliyeceğim?

Yazdığım ya da yazmakta olduğum öyle ciddi bir roman da değil hani yani. Doktorasını vermiş bir Alakarga'nın, (Dr. Alakarga da deniyor Çek dilinde) cuk dediği gibi, sankim bir koloratur inceltmesidir, e o kadar!

Sonra, kapatılmış ya da ayrılmış ya da yerleri tutulmuş roman gibi geniş ova bir alanda bir iddiamız da yok, olamaz!

Ne haddimize! Bir phallokrat olarak, akar ırmak bir roman da yazmıyoruz,

Hele İbrahim Tatlıses'in ağıtları gibi, fırlatırsan atarsan kafaya, gelen okkalı... yani tuğla kitap gibi de değil.

Anlıyacağınız, bu da bir 'logaritmalı roman' işte. Tıpkı 'Logaritmalı şiir'. Girerken ya da içerdeyken yanınızda bir logaritma cetveli bulunsun!

Bir sol yaprak, bir de sağ yaprak var bizde.

Ah ya da eh, bir hasır sarısı defter olsaydı da o deftere yazsaydık keşke. Horoz döğüşlerinin yapıldığı ya da deve güreşleri video filimlerinin işlendiği kahveden ayağa kalkınca arka cebine koyabiliyorsun.”

*

“İştecik; Bizans, basma entarili İzmirli Roza Eskenazi, Denizkızı Eftalya, Ortodoksluk, Osmanlılar, kurşun rengi donuk Dobruca Kasabası, (bütün kasabalar birbirine benzer Anadolu'da da), Şeyh Bedrettin'in sakalsız dedesi Abdülaziz Paşa, Acı Ece Gölü, en güzel bestelerini yatağında yatarak besteleyen Bimen Şen, İstiklâl Marşını ayakta söyleyen Hafız Burhan, Mecidiyeköy dutlukları, Hava Çeliği mahalle takımı, -toplu otuzbir çekmeler ..vs. karılmışlardır. 'Dissonance' gibi bir şey. Türkçe 'kakışma' deniyor ya da 'kakışım'. Ne yapalım bizim de kendimize göre bir ‘reguiem'imiz olsun istedik. Başarır mıyız orasını bilemem?”

*

“Ermeni papazları katolik ya da ortodoks (sünnî) olabilir, mutlaka gittikleri her yere, dikiş takımların, yüksüklerini bile, yorgan iğnelerini, kalın ipliklerini, ibrişim ve sicimlerini de birlikte götürürlerdir.

Hem hekim, hem piyanist ve hem de çiçekçi olan Herman Miskciyan'ı diken papaz kendi elbiselerini kendi dikerdi.”

*

“(Kürt renkli ya da doğrusu Bohtan renkli bir papağan da neden olmasın?)”

*

“Dar açılı bir nefesli çalgıyı, en üst katta, yalnız başına (ve bekâr oturan bir Rum kadında görmüştü. İşte size yine bir çeviri yanlışlığı!) İngiliz kornosu demişler. (Kim bilir belki de bu yüzden türlü avadanlıklar içinde en çok İngiliz anahtarını kendisine yakıştırırdı.”

*

“23 Aralık 1940'da altı ilde Sıkıyönetim ilân edildi. Biz Karabiga'dan,, Acı Ece'den ya da,, yeni gelmiştik Cankurtaran a, Ahırkapı. (Bir yıl sonra da Japonlar A.B.D.nin Enci Limanı'na saldıracaklardır.)”   

*

“Bağlarbaşı. Çiçek mezatı. Çakı gibi bir delikanlıya:
-Neden ön sıralarda oturmuyorsunuz hiç? diyorum.
-Biz arkalarda daha rahat ediyoruz” diyor.

Ece Ayhan
(Sombahar şiir dergisi Kasım Aralık 1994. N: 26)


Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)