Cumhuriyet’in 100. Yılı mı kutlanacak ne? Olmayan bir şeyin kutlaması olmaz. Olsa olsa “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş” misali anması olur.

Ulusların hayatındaki yuvarlak yıllara özel önemler atfedilir. Hele hele “100 Yıl” gibi “asır” ifade eden zaman dilimlerine daha başka anlamlar ve içerikler yüklenir. “29 Ekim” deyip kuru bir yaprak günü gibi o günle kapatılmaz. Günler günler sürdürülmesi beklenirdi. Hani nerede?

Sıradan bir yıl olmuş olsa bir yazıyla geçiştirmek kolaydı. Kutlama etkinliklerinin günlere yayılması gerekirdi. Mademki iş başa düştü yazı serisi oluşturayım istedim. Haftanın her günü için bir yazı planlamıştım. “Hayat, sen başka başka planlar yaparken başından geçenlerden ibaretmiş.” Umulmadık engellerden dolayı 5’te kaldı. Hepsini yayına verebilir miyim bilemem. Olmazsa da ne diyelim!

1

Kurtlar sofrasına dönüşmüş bir dünya içinde kurulan Cumhuriyet’in nasıl bir zorlu ortamdan çıkageldiğine göz atmaya ne dersiniz?

O zamanların Avrupa’sı tüm dünyayı sömürme hevesi içerisine girmiş saltanat sahibi iktidarların yönetimindeydi. “Birinci Paylaşım Savaşı” dediğimiz “Cihan Harbi” bunların eseridir. Dönemin hâkim gücü; reel politik ve edebi bir tanımlamayla, üzerinde “güneşin batmadığı” İngiliz İmparatorluğu’ydu. Batı Avrupa’da Sanayi Devrimi’nin doğurduğu kapital, görkemli yaşam iştahını kabarttıkça kabartırken emperyal projelendirmeler peşinde olan bir avuç milletler topluluğu, tüm mazlum ulusların doğal kaynaklarıyla birlikte insanlarını da yönetme hevesi içindeydiler.

Dönemin İstanbul’una bakacak olursak, panoramasını çizdiğimiz Avrupa egemenliğinin tam tersine köhneleşmiş bir saltanat sultasındaki halk, yoksulluğun hüküm sürdüğü bir düzen içinde yaşarken tebaanın sahibi Osmanlı İmparatorluğu dünyanın yeniden yeniden paylaşılması hevesinden bir türlü kurtulamayan Alman İmparatorluğunun etkisi altına girmiş durumdaydı. Bunun farkında olan Alman İmparatorluğu, incelikli diplomatik-politik manevralarla müttefiklik tanımlaması adı altında Osmanlı yönetimine, topraklarına ve ordusuna egemen olmaya uğraşıyordu.

Alman İmparatorluğu’nun niyeti, yanı başımızdaki Balkanlardan tutunuz Ortadoğu’ya kadar inip daha ötelere kadar yayılarak bölgeyi bir sömürü alanı hâline getirmekti. Bu heveslere payanda olan Osmanlı Devleti ricalinin kimi önde gelen ve gidenleri Padişah’tan gizli “macera” anlaşmaları imzalamışlardır Almanlarla.

Bu atmosfer içinde hayli zamandır pişirilen “Birinci Dünya Savaşı” yaklaşmıştı. Bahanesi de bulundu. 28 Haziran 1914’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahttı Arşidük Ferdinand’ın Saraybosna'da bir suikasta kurban gitmesiyle bulunmuştu. Derken 28 Temmuz 1914'te Batı Avrupa’dan başlamak üzere dünya; ateş, kan revan içinde ölüm tarlasına dönüştürüldü. 15 milyon cana mal oldu. Savaşa Almanya'nın şemsiyesi altında giren Osmanlı'nın insan kaybı ise bir buçuk milyondu.

Savaş sonrası:

İngiltere ve Fransa, savaş sonrasında egemenlik alanlarını daha da genişleterek teslim antlaşmasını imzalatmak suretiyle Almanya ve müttefiklerine karşı zaferlerini ilan etmişlerdi. Aslında Almanların yenilgiyi asla hazmedemeyecekleri zoraki bir antlaşma olup deyim yerindeyse bu imza o an itibarıyla İkinci Dünya Savaşı’nın da startı olacaktı.

Diğer önemli bir sonuç, Almanya’nın ittifakı olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çökerek tarihteki yerini almıştır. Bu yenilgi Almanya halkında travmatik çalkantılar oluşturacak ve bu kaos içinde adı Adolf Hitler olan bir ölüm makinası çıkacaktır. İtalyan faşizminin Alman versiyonu olarak acımasız katliamlara hazırlanacak bir diktatörlük yolunda adım adım ilerledi bu adam... Yine diğer yandan da savaşta aradığını bulamayan müttefiklerden biri olarak ayrılan ve bir takım politik yalpalanmalar içine giren İtalya’nın iç dengeleri de maalesef ki faşist Mossolini’nin iktidara gelişini sağlamıştır.

İngiltere ve müttefikleriyle birlikte savaşa katılan Amerika Birleşik Devletleri çok sayıda kurban vererek yeniden kendi kıta alanı içine çekilmiştir. Eh, uzakta sakin kafayla yenidünya siyasetini projelendirme çalışmaları çok keyifli olacaktı.

Pasifiğe göz atacak olursak, bu cephede savaş nispeten kansız geçmiştir. Pasifik sınırları içinde Almanlara ait bazı adaların ele geçirilmesiyle sınırlı kalmıştır. Ancak Japon İmparatorluğu bununla tatmin olmayıp yeni hammadde deposu olarak gördüğü Asya’yı ele geçirme düşleriyle yeni yeni istila orduları hazırlamakla meşguldü.

Rusya’ya bakacak olursak, yine İngiltere ve Fransa’nın müttefiki olarak savaşa katılan Rus İmparatorluğu içindeki halk, savaşın doğurduğu sonuçlarla perişanlıklar içine düşmüştür. İmparatorluğun gözü devamlı surette komşusu Osmanlı’nın mirasında olmuştur. Bu uğurda çokça savaşmıştır Çarlık Rusya’sı.

Çarlığın düşleri, başta İstanbul ve Çanakkale Boğazları olmak üzere Güneybatı Kafkasya’daki stratejik topraklarla birlikte Karadeniz’in geniş bir bölümünü de alarak Ege ve Akdeniz’e inmekti. Çok geniş düşleri vardı. Bundandır ki Osmanlı’nın çöküşünü Rusya İmparatorluğu’ndan daha çok isteyen olamazdı. Bu dış düşler uğruna içte ihmal ettiği kendi halklarını perişan etmiştir. 1905’ten sonra yaşadığı iç karışıklıklar Rus Çarlığını daha da güçsüz bir hâle getirmiştir.

Yoksul düşen halklar, ganimet doğuracak yeni savaşlar değil “ekmek ve özgürlük” istiyorlardı. Dışarıdaki bu iç baskılar doğal olarak Osmanlı’nın işine yarıyordu. Derken yoksul Rus halklarının bu talep ve baskıları üzerinde 1917 Ekim Devrimi hayat bulmuştur. Bu devrim, Batı dünyasında beklenmedik şoklar yaratmıştır. Devrime karşı hareketler için Beyaz Rus ordularıyla ellerinden gelen her şeyi yapsalar da Sovyetler Birliği kurulacaktı. Müttefiklerin dayanağı olan Rus Doğu Cephesi çökecek ve savaş bu cephede bitecekti.

Hesapta olmayan bu gelişmeler var olma savaşı veren Anadolu halkına ve onun lideri Mustafa Kemal’e ilaç gibi gelecekti. Tam bir nitelik örtüşmesi vardı. Sovyetler Birliği antiemperyalist bir ülke olarak doğmuştu. Mustafa Kemal Hareketi de öyleydi. Düşmanları ortaktı. Artık Anadolu direnişini uluslararası arenada destekleyecek ve daha sonra görüleceği gibi her türlü yardım talebine olumlu karşılık vererek Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın daha rahat başarılmasına katkıda bulunacak bir yönetim vardı.

İkinci Dünya Savaşı’na doğru yol alınırken 1918 itibarıyla Birinci Dünya Savaş’ı bittiğinde genel görüntü bu ahval üzereydi. Cumhuriyet, işte bu panorama sonrasındaki sancılı politik gelişmeler içinden çıktı.
(Devam edecek)

Sami Günal
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)