Son Dakika



Bir insanı anlatabilmek onun ne kadarını anlatmaktır? 

Ya da anlatamadığımız başka hangi yanları, nitelikleri kalmıştır? 

Benim açımdan Orhan Karaveli, bu iki sorunun arayışı oldu, olacak. Kim, ne yazıyor, ne söylüyor, ne konuşuyor ve tarihe not düşüyorsa, anlatamadığımız yönlerinin de kalacağını unutmayalım. 

Orhan Karaveli, Mustafa Kemal Atatürk’ün, devrim cumhuriyetinde, devrimlerin filizlendiği, çiçeğe durduğu, toprağına bağlandığı bir dönemin aydınlığıdır. Atatürk’ten aldıklarına, daha o çocuk yaşta babasından öğrendiklerini ekleye biriktire şu anda konuştuğumuz “insanı” oluşturmuştur. O insanın birer yansıması olan yapıtlarını da her yaştan olduğu gibi, geleceğin gençlerine yazmıştır, nerden nereye, nasıl geldiğimizi öğrenmek için. 

Orhan Karaveli ve kuşağı, Cumhuriyetin “kurtuluşçu ve kurucu” kuşaklarının bir eseridir. Onlar dönemlerinin aydınlığını geleceğe taşıyan yapıtlar bıraktılar. Kişiliklerinde Yunus Emre olgunluğu “dil"lerinde Yunus Türkçesiyle “aydınlanmacı, insancı” düşünceyi çağımıza taşıyan kalemler oldular. Orhan Abi benim için, devrim cumhuriyeti filizinden büyüyen koca bir çınarıdır. Onu ne kadar kucaklarsak kucaklayalım, mutlaka kucaklayamadığımız bir yanı açıkta kalacaktır. Umudum, yeni kuşaklar, eksik bıraktığımız kimi yönlerini kucaklayıp anlatacaklardır.  

Kendi açımdan, bir yıl yedi gün önce, 24 Mart’ta kaybettiğimiz; 93 yıl, 25 gün hayata ömür katan Orhan Abi, ölümden çaldığı bu yılların çoğu anını Atatürk ilkelerinin ışığında yaşamıştır. Şöyle bir çıkarımda bulunsam abartı olmaz sanırım:  

Bir Ankara Ailesinin Öyküsü” yapıtı üzerinden Orhan Karaveli’yi, ailesi üzerinden Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bir ulusun yeniden nasıl yaratıldığını öğrenmekle kalmıyoruz. Yapıt bizi sadece o tarihlere alıp götürmüyor, Atatürk’ün varlığını ve aydınlığının bir benzerini de bizde yaratıyor, yüzümüze yansıtıyor. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş heyecanını iliklerimize kadar yaşıyoruz. Orhan Abinin gördükleri, babasından dinledikleri geçmişi bugüne, bugünü geleceğe taşıyan bir yol içerir. Her bir yapıtı, kendi döneminin bir aynasıdır.  

Hazırladığım bir kitabıma, yazdığı önsöz yazısında anılara ilişkin şunları yazmıştı Doğan Hızlan:  

“Anılar eşliğindeki yazılar sevgiyle bezenmiştir ama nesnelliğin ihmal derecesi yüksektir. Hayranlık kanıtlarla beslendiği oranda etkileyicilik artar…” 

Orhan Karaveli’nin yapıtlarında “nesnellik” ile “hayranlık ve etkileyicilik” dengededir. Peki, hayranlık uyandıran yapıtlarındaki bu nesnellik neyin sonucudur ve ne getirmiştir yazın hayatımıza?  

Onun bütün yapıtlarında, anlatımda özgünlük ve yansızlık, dilde yalınlık, ve bütünlük, övgüde cimrilik, gerçeklikte imkânsızı kanıtlarıyla belgeleyen bir titizlik vardır… Gazetecilikte yanlışa düşülebilir ama yalancılığa asla yer verilmez, vermez. İlhan Selçuk’un biyografisini yazdığı kitaba ad olan Ali Sirmen’in sözünde küçük bir dil içi çevirisiyle kendisi için de söyleyebiliriz bunu: 

Karaveli, gazetecilik yaşamını bir taşı yontmakla geçirmiş ve sonunda ortaya kendi heykelini çıkarmıştır.”  

Biz onun bu heykelini konuşuyoruz şu an. İçinde, gazetecilik yıllarının da olduğu 1982-2015 yılları arasındaki 13 yılda, 15 kitaba imza attı. Heykelinin yontulan parçaları da bu kitaplar olduğunu düşünüyorum. Gelişkin bir gazeteci sezgisi, belgeselci kişiliği, yalınlıkta derinliği, anlatımda özgünlüğü, dilde tutarlılığı ve Türkçe tutkunluğuyla hayatta karşılığı olan yapıtlar bıraktı geride. Her yapıt, 1923 Aydınlanma Devrimi’nin izlerini taşır size, bu izlere basarak geleceğe yürürsünüz.  

Şunu unutmamak gerek: 

Orhan Karaveli’yi konuştuğumuz, düşündüğümüz her an, bu yürüyüş bizi O'na götürür. Yani, Batı’nın 400 yıllık aydınlanma tarihini, yoktan var ettiği Türkiye’de 15 yılda gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk’e. “100 yılda gelen bir dehanın” yapabileceği bir şeydir bu. İşte, Orhan Abi bu 15 yıllık tarihin 8 yılını Atatürk’le geçirmiş. “Bir insanın anavatanı çocukluğudur”der, Epictetus. Buradaki hangi birimizin çocukluğunda böylesi bir dehanın ışığı yandı ki, sekiz yıl boyunca? 

O dönemin aydınları, halkla iç içeydiler; devrim Türkiye’sinin inşasındaydılar. Halktan kopmamışlardı. Şimdiki gibi halkla aydınlar arasında uçurumlar girmemişti. Birden bire olmadı elbet ki bugünkü süreç. Tarihi doğru okumaya başladığımızda, Cumhuriyetin temeline konulan ilk dinamitin eğitime konduğunu görüyoruz. “Köy Enstitüleri”nin kapatılmasıyla başlatılmıştır. 

Sözün özü: 

Orhan Karaveli’nin insancı kimliği ve devrimci kişiliğini “erenlerden bir eren” olarak özetleyebiliriz. “El almak, el vermek” gerek. Tutulan “yol”da ilerlemek, ilerleyenlere yol’u göstermek gerek. Bunun için de o kişinin, erkân sahibi biri olması lazımdır. Şunu biliyoruz:  

Anadolu, kavimlerin buluşma ve ayrışma kavşağı. Bu topraklardaki uygarlıklardan günümüze yansıyan biçimi, insancı bir düşünce etrafında gelişmiştir. Doğanın yasalarını izleyerek günümüze gelen bu özgünlük Anadolu kültürünün hayattaki karşılığıdır. Özünde, “Gül yanaklı yardan gayrı her şey ortak” diyenlerin diyarıdır Anadolu. Dilden dile, geçen ve yaşama biçimine dönüşen bu felsefesi, asıl anlamını, özünü bilgece deyişleri ve duygu yüklü türküleri oluşturur. İnsancı bu kültürün evrensel dili, yedi bölgesinde yedi renkli türkülerinde asıl anlamını bulur. Felsefesi, her çağ ve dönemde yenilenerek anadan, babadan atadan kızına, oğluna, torunlarına geçen köklü bir geleneğe sahiptir… 

İnsanlığın geçmiş kültürleri ve aklın öngördüğü, vicdanların kabul ettiği bütün birikimlerini bir potada eriten bir cumhuriyetle taçlandırmış kendisini. Şunu da demek isterim. “Atatürk Asya’nın Rönesansı’dır”.¹ Celal Şengör Hocadan esinle: 

“Bir Osmanlı sömürgesi Anadolu’dan Tam bağılsız, koşulsuz bir Türkiye kurmuştur” Atatürk. 

Orhan Karaveli, bendeki portresiyle ''el almış, el vermiş’', ''yol bilen'' insancı düşüncesiyle bir “meclis“ insanıdır. Onun yaşamına ve yapıtlarına baktığımda, babası Mahmut Karaveli’nin “el vermesi” ya da ondan “el almasıyla”, hayatı boyunca dostlarını, dostlarıyla buluşturdu, tanıştırdı... Ölümünden sonra da görünmez elini uzatıp ellerimizi başka dostların elleriyle buluşturmayı sürdürüyor…  

Aramızdan ayrılışının ilk yılında, biz dostları hâlâ Orhan Karaveli’nin kurduğu insanlık köprülerinden geçip yeni dostlarla el ele yürümek üzere geldik. Başka dostlarımızla, başka köprüleri kurmak için ayrılacağız buradan.  

Eksik bıraktıklarımı başka canlar tamamlayacaktır. Işıklar içinde uyu Orhan Abim… 

Ali Ekber Ataş 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)