'Bir İhtimal Daha Var / O da Ölmek mi Dersin?'
Dersaadet, 15 Teşrinievvel 2020 Aziz karîler, bendeniz de kendimi “intellectuel”ve dâhi “intelligent” bir muharrir zannederidüm. Safderunun tekiymişim meğer. Vakıa bakın gıyabımda neler dönüorimüş de habarım yoğimüş. Malûmâliniz garbda her asilzâdenin konağında, malikhanesinde bir uşak bulunur. Bendeniz de “ata-dede” terekesinden miras son meteliklerle bu geleneği deruhte etmeye gayret sarfetmekte idüm. Binaenaleyh uşağım Nestor’un da Necdet olan “ism-i âli”sini(!) münevverimizin kadim iptilası frankofoni münasebeti ilâ Nestor olarak değiştirmiş olduğumu da bu vesile ilâ itiraf etmiş olayım. Malûmunuz Necdet namıyla hitap etsem işbu monden aydın muhitinde hiçbir itibarım olmaz. Lakin Devr-i Tanzimatdaki Fransız mürebbiler kabilinden bir Fransız uşağım olduğunu ima etdiğümde bilumum alafranga mukallidi münevveran karşımda ihtirama geçer. Velhasılı kelam bulunmaz uşağım Nestor’un edebiyyat mahfillerine de gayri nizami bir ilgi ve alâkası vardır. Bu melmekedde lumpen heyatı deruhte ederekden bir ömür asalak yaşamanın tarikinin müteşair olmakdan geçdiğini bir şekilde keşf eylemişdir benim gıymatlı muinim. Bendenizin edebiyat muhitindeki ihtiraslı kalem gavgalarından, hiciv ve satirlerinden, has edebiyatçı müstebitliklerinden, katı prensiblerimden mütevellid “rate” olduğunu ve dahi kitaplarının satılmadığını bundan maada yanlış yolda olduğunu düşünür ve fekad cesaret edüp bunu bana söyleyemez. Çünki böylesi bir edepsizlik yaptığı takdirde kendisini kapının önünde bulacağını bilir. Eh, bu evde bolluk bereket yok lakin Suadiye’de mail-i inhidam da olsa bir konakda bir müştemilat Saint Tropez’de bir villaya müsavidir ve de Nestor zengin olmanın birinci şartının zengin mahallesinde oturmak olduğunu müteveffa Amerikan prezidenti Kennedy’nin dul zevcesinin bilahare izdivaç eylediği Yunanlı armatör ve dâhi mültimilyoner Onassis’den pekâlâ öğrenmişdir. Melmeked iznine giden Nestor’un avdet etdiğinde bir türlü müştemilatdan çıkmaması, Müyesser Hatun ilâ bana haber gönderip “covid” illetine duçar olduğunda şübhe ettiğini beyan etmesi, yanına yaklaşılmamasının kendi selametimiz zaviyesinden bakıldığında daha münasip olacağını tebliğ etmesi evvela çok fazla alâkamı dercetmedi. Sabiyi şifa bulana kadar rahat bırakayım dedüm. Lakin bir ikindi vakdı gelen ani tilifonla beraber kafamda bazı istifhamlar oluşmaya başladı. O güne kadar bir kerre bile beni tilifonla aramamış olan hudayınabid şahsıyyed Guçcüg Neşriyyadcı hiç de mutad olmayan bir şekilde bendenizi arayarak “Directement” şöyle konuştu: “Sayın Marquis d’Istambulin size yapmış olduğumuz teklifleri olduğu gibi geri çekiyoruz. Behemahal sizin neşriyyadcınız olmak istemioruz. Rubai dosyalarınızı adresinize kargo ile gönderdik. Size hayatta muvaffakiyetler dileriz ki bunu da temin edeceğinizden eminiz artık! Lakin bu nevi muvaffakiyetde bir dahlimiz olmasını arzu etmioruz! Bon apres-midi(*)…” Bendeniz cevab bile veremeden tlifonu “çat” deyu yüzüme kapatdı Naşire Hatun. Eski İslambol terbiyesi almış, adap, usul, erkan bilir aklıselim bir hatundu halbuki; neden böyle bir fiilde bulunduğuna bir mana veremedim. Haddizatında mizantropiye meyyal bir halet-i ruhiyesi yok değilidü lakin ben ona ne’tdim; n’eyledim ki?! Kendi talib oldu rubailerime; kendi vazgeçior şimdi! Tövbe estağfurullah! Her ne hal ise… İşbu hadisenin akabinde, Saman, İnek, Valiz, Kelle gibin bazı nevzuhur edebiyat mecmualarından tilifonla arayub mülakat yapmak istediler ki cevap bile vermedim. Hafazanallah; edebiyatın bu müptezel mevkuteleri ile bendenizin ne gibi bir ülfeti olabilirdi ki?! Lakin içimdeki şübhe iyicene azdı. Kırk yıldır kapımı çalmayan edebiyat simsarları niççün aniden harekete geçmişidü?! Bir şeyler dönüoridü lakin ne?! İçimdeki tecessüs giderek önü alınamaz bir şekilde büyüyoridü. Çukurcuma’daki sahaf ahbabım Muineddin Efendi’nin kulağı delikdir. Aydın Muhiti’nde yarpak düşse habarı olur. Edebiyat mahfillerindeki mütakelemeler harfiyyen ona müzevirlenir; oradan bütün muhite tevzi edilir. Ortada bir mevzu varsa o muhakkak bilir. Bari onu arayıp sorayım dedim. Kırk yıllık ahbabımda bir soğukluk, bir mesafe… “Buyrun Marquis d’Istambulin bir şey mi istemiştiniz?!” dedi bana sanki hiç o eski Muineddin Efendi değilmiş gibin. “Hayırdır inşallah Muineddin Efendi; nedir bu monşer kelamı?! Bir şey mi oldu?!” “Yok bir şey Efendi. Buyurun. Ne istiyordunuz?!” “Bir şey istemiorum Muineddin Efendi. Bana bu sebeb- i istiskalinizi izah ederseniz kâfi!” “İzah edecek bir şey yok Marquis d’Istambulin. Siz kendi tarikinize intihap etmişsiniz. Cenab-ı Hak selamet versin diyorum, başka şey demiyorum.” “Kırk senelik ahbapla böyle mi mütakeleme edilür Muineddin Efendi; ben ne etmişim; ne tarikine intihap etmişim?! Bilmece gibi konuşmasanız da izah etseniz?!” “Bendenizi rahat bırakınız ve gidip mükâfatınızın tadını çıkarınız Marquis d’Istambulin! Size bonne chance! Au revoir!(**)” “Yahu ne mükâfatı; neden lafzeyliorsunuz Muineddin Efendi; sevabına izah edin lutfen; bunca senelik ahbaplığımız var!” “O müsabakaya katılmayacaktınız Marquis d’Istambulin?! Size hiç yakışmadı!” “Ne müsabakası, neden söz ediorsunuz Muineddin Efendi?!” “Hörgüçdoyuran Belediyesi’nin Cavit Cıbıldak Öykü Müsabakası’nda beşinci mansiyon mükâfatına layık görülmek size hiç yakıştı mı Marquis d’Istambulin!” “Aman Yarabbim!” diye dudaklarımın arasında terennüm edüp ihtilaçlar halinde titremeye başladım. Tilifon elimden kaydı düşdü. Boşlukda trapez gibi sallanmaya başladı. Muineddin Efendi tilifonda hâlâ sayıp dökmeye devam ediordu: “Üstelik birincilik mükafatı da edebiyat muhitinde adı daha önce hiç duyulmamış birine tevdi edilmiş. Profesörmüş. Prof. Dr. Nestor Butor diye biri.” “Nestor mu dedinizzz?!” diye haykırdım gayrı ihtiyari tilifon bir o yana bir bu yana insicamla sallanırkene. “Ev-vet. İlk katıldığı müsabakada birincilik ödülüne layık görülmüş…” “Müyesser Hatunnnnn çabuk bana dilaltımı getir. Gidiyorum eldennnnn!” diye son nefesimle figan eyledüm. Müyesser Hatun etekleri zil çala çala, bir elinde dilaltı, diğerinde kolonya seğirtti geldi. Kolonya ile boynumu göğsümü ovarken dilaltını ağzıma atıp kalp sektesinden son anda paçayı kurtardım. Kendime gelir gelmez de Paris senelerimden hatıra bowling lobutunu kaptığım gibi Nestor’un kapısına dayandım. “Seni zelil, seni sefil, seni nankör; bana yapacağın bu muydu bre nâbekar?!” diyerek kapısına bir tekme atdım; kapı sonuna kadar açıldı. Bir köşeye sinip korkudan kekeleye kekeleye yalvarmaya başladı rezil uşak: “Kötü bir niyetim yoktu Efendi; vallahi kötü bir niyetim yoktu. Bunca yıldır çalışıp çabaliorsunuz Kastamonu Belediyesi Hikâye Ödülü’ne bile layık görülmediniz. Bu sefer kesin size verirler diye düşünüp sizin bir hikâyenizi print edip yolladım. Bir de kendi adıma müracaat ettim. Birinciliği size vereceklerinden o kadar emindim ki… Bana ise bir mansiyoncuk kifayet ederdi. Fakat tam tersi oldu. Benim hikâyeme birincilik verdiler. Size ise beşinci mansiyon... Ama bir de iyi tarafından bakın efendim. Kırk yıl sonra da olsa ilk defa bir ödülünüz oldu. Neden bu bir başlangıç olmasın?!” “Keeeeessss kâfirin oğlu! Rezil oğlu rezil! Lanet olası nâbekar! Allah senin müstehakını versin! 70 senelik itibarımı bir hamlede yerle yeksan ettin! “ deyüb lobutu Nestor’un kafasına fırlatdım. Aksilik bu ya... Lobut hedefi buldu. “Ahhhh!” deyu figan edüp yere yıkıldı Nestor. Kanayan alnını tutmaya başladı bir eliyle. “İnanın Efendi Marquis niyetim halisti! Çok üzülüordum hal-i pür melâlinize. Bir çare bulmak istedim bu saçmalığa!” “Üleyn ebleh; sen bu melmekedde kime nasıl mükâfat verildiğini bilmior musun?! Binmeyeceği eşeğe yem veren var mı üleyn bu melmekedde?! Beşinci kola amade olmazsan, bir siyasal tarike mensub olmazsan, edebiyat baronlarına biat etmezsen, bir kudret odağına kapıkulu olmazsan edebiyat mükâfatı alabilir misin bu melmekedde bre sefil!” “Fekad efendi verdiler işte!” “Beni deli edecek bu lanet olası nâbekar! Allahım sen yardım et bana. Üleyn Cavit Cıbıldak mükâfatında mansiyon verdilerse onu de senin zilletini tasdik etmek için verdiler ebleh. Bunu da mı anlayamiorsun; rezil oğlu rezil seni?! Hem itibarını sıfırliorlar; hem gıyabında kıs kıs gülüb alay ediorlar; hemi de bir gururlu edebiyatçıyı daha diz çöktürüb ehlileştirdikleri içün muzafferiyetlerini kutluorlar!” “Fakat Efendi her şey bu kadar da kötü olmamalı!” Nestor’a cevabı arkamda ansızın beliren Zuzu kızım verdi. Belli ki tulûatın kokusunu almış, soluğu da burada almişidü. “Ahh! Yine hane içi şiddet! Neler oluyor size kuzum böyle?! Bu devirde Halil Sezai bile mahalle içi şiddetten on sene ile yargılanıyor. Kendinize gelin s’il vous plaît Marquis d’Istambulin! Bu gidişiniz Allende gidişi…” “Sen karışma bu işe Zuzu kızım!” “Neden karışmayacakmışım?! Üstelik Nestor haklı! Bir de bardağın dolu tarafına bakalım. Bu iyi bir başlangıç olabilir. Ödül ödüldür. Güzel bir kariyer planı yapalım buna yaslanarak. Ardından satış stratejimizi oluştururuz. Bir de ilan bütçesi bulmamız lazım ki göndereceğimiz methiyeler çıksın… İlan vermezsek hayatta yazılar çıkmaz.” “Kesssss! Tais toi!(***) Ben böyle bir edebiyata ait olmak içün elli senemi vermedüm!” “Ahhh! Tabii hepsinden önce öfke kontrolü içün bir psikologa göstericem sizi… Sonra da Cihangir’de bir arkadaşımızın stüdyosunda yeni resimlerinizi çektiririz. Sosyal medya için de bazı hazırlıklarımız olacak tabii. Size bir admin bulmalıyız.” “Zuzu kızım keser misin şunu; kalbini kırmayayım!” “Anlıyorum heyecanlısınız Marquis. Kolay değil. 50 yılın ardından gelen bir ödül. Ama alışırsınız. Şimdi bunu işleme zamanı. Tabii bu ödül baronlarla da barıştığınız, sulh ilan ettiğiniz anlamına geliyor. Güzel bir teşekkür yazısı yayınlayarak ustalara da biraz övgüde bulunmak faydalı olur…” Sustum. Bitkince Nestor’un yatağının kıyıcığına çöktüm. Nestor sızlana sızlana kanayan alnını tutuoridü. Evvelden olsa mahalleyi ayağa kaldırırdım. Bu sefer umursamadım. “Fitnat burada mı Müyesser Hatun?!” diye nefessiz seslendim; “Gelsin kucağıma. Ona ihtiyacım var.” “Fitnat bahça duvarını aşıp sokağa kaçtı Efendi!” dedi Müyesser Hatun. “Beni bir tek “arrogant” kedim Fitnat anlamışidü şu zalım dünyada. Heyhat; bu lanetli mükafat onu da benden aldı götürdü. Bir kedicik kadar feraseti ve duygusu olmayan bir edebiyat âleminde kocamış bir muharrir bir başına netsin neylesin bundan kelli?!” dedüm ve usulca müştemilatdan çıkdım. Kendi odama gittim ve tanburumu duvardan indirip hem ağlayub hem de taganni eylemeye başladım Osman Nihat Akın Efendi’nin o yürek paralayan Nihavendini: “Bir ihtimal daha var / O da ölmek mi dersin…”
Osman Nihat Akın Efendi Bendeniz efkâr içre şarkımı taganni eylerkene bir nebze sükût hâsıl oldu. Akabinde de gecenin tek beşaretli hadisesi cereyan etdi: “Vuslatın başka âlem / Sen bir ömre bedelsin…” dizelerini terennüm etdiğimde hüzünlü bir “miyavvvv” sesi işitildi. Fitnat kederli namelerime tahammül edemeyüb avdet etmişidü eve. Bütün ömrüm boyunca tüm entelijansiyadan beklediğim yegâne feraset şu kediciğin miyav sesinden daha fazlası değildi. Onu da bana çok gördüler. (*) Bon apres-midi (Fr.) İyi günler. (Öğleden sonra) (**) Bonne chance! Au revoir!(Fr.) İyi şanslar! Hoşçakalın. (***) Tais toi! (Fr.) Kapa çeneni. Marquis d'Istambulin
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR