Ruh Terzisi Olabilmek

     Korkmadan ve düşünmeden boğulmak seninle, senin için… Ve bundan büyük bir mutluluk duymak… Düşünürüm de yanmak, yakılmak gibi kötü ölümlerden biri de boğulmak oysa. Boğulmak istediğim su senin vazgeçemediğim gözlerin. Çünkü gözlerin derin ve huzur verici bir su. Boğulurken, şekerin suya karıştığı gibi sana karışıp sende yaşacağımı biliyorum. Çünkü yoksun diye bir iç sızısı kıvrandırıyor, yakıyor beni.

     Ne yapacağımı da hiç bilmiyorum.

     Bekledim oysa onca zaman bir ses de olsa gelir mi diye senden. 

     Ama gelmedi nedense.

     Seni düşünmekten kendimden geçtim.

    Derken üstüme ölü toprağı serpilmiş gibi uyku büyücüsüne teslim oldum. Ne kadar zaman geçti bilemiyorum, dışarıdan gelen tuhaf sesler yüzünden uyandım. Şöyle bir baktım pencereden dışarı, beni uyandıran o vahşi sesleri çıkaranları göremedim, karanlıktı ortalık ve sesler de kesilmişti üstelik. Salona gidip tekli koltuklardan birine oturdum. İlk aklıma gelen sen oldun.

     Bazen müthiş bir kedere kapılıyorum.

     Seni kaybetmenin ya da bir daha sesini duyamayacak olmanın acısı yaşamdan koparıyor beni adeta. Buna sakın şaşırma. Her şeye katlanırım yokluğuna dayanamam, bilirsin. Bilirsin diyorum çünkü gelecekte ne olur bilemediğimden. Gelecekte beni unutacağın düşüncesi bir tırpan oluyor canıma. Bu gibi düşünceler Azrail gibi çöküyor, yüreğimi göğsümden çıkarıyor gibi acıtıyor içimi. Zalim bir tokat gibi yüzümde patlıyor, kendimi iç karartıcı bu düşüncelerden alamıyorum. 

     Acının zalim atları sürü hâlinde geçiyorlar üstümden.

    Kederin yersiz, bu olup bitenler geçici bir tanem ve bekle birlikte olacağımız günleri düşünerek diyeceksin biliyorum yine.

     Kederim yersiz belki de bilemiyorum; peki, niçin azalacağı yerde artar sana olan özlemim?

     İçimin yanması, ellerimin ellerinden ayrılmak istememesi, neden?

     Söyler misin yüzünün karşımda ayna, sesinin de kulağıma küpe olmasını istemem niçin, kim için?

     Sensizliğimin kenti bir karabasanken ve sokakları çıkmazken ümitlerime, içimdeki büyük boşluk bir bataklık gibi beni içine çekerken sesine tutunup güç aldığımı unuttuğunu düşünmem niçin peki bir tanem? 

     Gelgitlerim bu gibi sorular yüzünden.

     Kendimi bunlardan kurtaramıyorum sensiz.

     Unutma ki sesin kederime ve de yalnızlığıma silgidir.

     Bir çocuğun kral çıplak diye bağırdığı masalı bilirsin.

     Sonunda kral kandırıldığını anlar… Kendisiyle baş başa kalır. İşte öyle bir şey benim de ruhumun çıplak olduğunu anlamam. Evet, ruhum çıplakmış da farkında değilmişim ya da farkında olmak istememişim…

     Başkalarının benim gibi olup olmadığını hiç bilmiyorum. Ruhumun çıplak olduğunu bana haykıran ya da farkında olmamı sağlayan o masalın çocuğu da değil üstelik.  Başka bir şey bunu bana kavratan...

     İnanamayacaksın belki ama yaşamın tenha sokaklarında kendi içime yolculuk yaptığım günlerin birinde karşılaştım bu gerçeğimi yüzüme çarpan, adeta gözlerime sokan sudan aynayla. Sudan ayna gösterdi bana ruhumun çıplak olduğunu…

     Önce rahatlatıcı bir ses işittim.

     O sese kulak kesildim.

     Az ötemden geliyordu ses.

     Yaşamımın tenha sokaklarının birindeki köşede şırıl şırıl akan çeşmeyi görebildim sonunda.

     Gözlerime inanamadım.

     Bildiğimiz sokak çeşmelerinden değildi gördüğüm o çeşme. Her şeyiyle sudan bir çeşmeydi. Susamışlığımı anımsadım birden. Açtım ellerimi avuç yapıp uzattım çeşmeye kana kana içmek için suyundan… 

     Avuçlayamadım, dudağımı dayadım sudan musluğuna hiç içemedim. Hayali bir çeşme gibiydi senin anlayacağın. Bir daha denedim olmadı. Üçüncüsünde sudan bir boy aynasına dönüştü çeşme karşımda. İrkildim, korktum olup bitenden… Belden yukarım çıplaktı. Kalbimi görebiliyordum. Sol yanımda göğüs kafesim yoktu o an. 

     Sudan aynadan kopamadım. Büyülemişti beni adeta. Aklıma gözlerimi kapamak geldi sonunda. Kapadım gözlerimi ama yine de sudan aynada görebildim kendimi.  Gitmek istedim ama bir ağacın derindeki kökleri gibiydi bana karşı ayaklarım.  Öylece kalakaldım. Ne olacaksa olsun artık dedim ve bekledim. Sudan aynadan biri seslendi.

     ‘Gerçeğinden kaçamazsın, ruhunun çıplak olduğuyla karşılaşman gerekir,’ dedi.

     ‘Neden söz ediyorsunuz? Kalbim niçin açıkta, bu nasıl mümkün olabilir?’ dedim.

     ‘Kalbin ruhunun somut hâli olduğundan öyle görüyorsun, ruhunun çıplak olduğunu fark etmeden yaşıyor olman ilginç aslında,’ dedi.

     ‘Ne demek bu şimdi? Bence asıl ilginç olan sudan bir aynanın benle konuşuyor olması,’ dedim.

     ‘Sende olup bitene müdahale etme hakkım ve yetkim yok biliyor olmalısın, ayrıca ruhunun çıplak olduğunu görmemen için yapman gereken tek şey bir Ruh Terzisi bulman,’ dedi.

     ‘Ne saçmalıyorsunuz, olup bitenler bir gündüz düşüm olmalı, kendime geldiğimde bitecek ve kurtulacağım…’ dedim.

     ‘Öyle san, ama unutma bazen bilemeyiz yaşadıklarımız mı düş; yoksa düşler mi yaşadıklarımız diye. Bu senin son şansın olabilir belki de… Geç kalmadan bir Ruh Terzisi bulmalısın ki onunla yaşama pamuktan iple değil de çelikten iple bağlanasın ve gördüğün bu durumdan da kurtulasın,’ dedi.

     Ona bir şey diyemedim. Ölecek gibi oldum. Teslim oldum bir bakıma kimden, niçin geldiğini bilmediğim o sese.

     Sana anlattığım kalbini arayan o Atinalı genci anımsadım…

     Bir umutla sese dedim, ‘Ruh Terzileri nerede yaşarlar ki?’

     ‘Hem her yerde hem de hiçbir yerde yaşarlar onlar,’ dedi.

     ‘Bilmecelerle uğraşacak zamanım yok lütfen anlayacağım yanıtlar verin bana, ayrıca öyle yerler de yok bence,’ dedim.

     ‘Var,’ dedi.

     ‘Yolunu, yönünü anlatın ya da gösterin,’ dedim inanmışım gibi yaparak.

     ‘Kendin bulacaksın, anlatamam,’ dedi.

     ‘Bilmediğim bir yeri nasıl bulacağım peki?’ dedim alttan alarak.

     ‘Beni her ruhu çıplak bulamadığına göre, demek ki sen doğru yoldasın, senin terziyi de bulacaksın,’ dedi gülümsüyormuş gibi bir sesle.

     ‘İyi de nasıl olacak bu dediğiniz, bir ipucu…’ dedim.

     ‘O dediğini veremem çünkü bende ipucu da yok, üzgünüm ama başaracağına inanıyorum senin, yani amacına ulaşacağını söyleyebilirim,’ dedi.

     ‘Peki, Ruh Terzileri bize benzerler mi?’ dedim.

     ‘Bunun yanıtı: hem evet, hem de hayır,’ dedi.

     ‘Yine mi bilmece?’ dedim.

     ‘Bence hiç hazırcı olma, biraz çaba göster,’ dedi.

     ‘Onlar benim gibi ruhları çıplak olanları nasıl giydirir, bari bunu söyler misiniz,’ dedim.

     ‘Kiminin kumaşı sesidir. Kiminin ki sözcüklerdir. Kimininki her ikisidir. Kimi de yüzlerini kullanır,’ dedi.

     Sudan ayna sözlerinden sonra eski hâline döndü. Başından beri kapadığım gözlerim isteğimin dışında açıldığından onun karşımdaki eski hâline dönüşünü görebilmiştim.

     Nereye gideceğimi bilemedim. Nasıl oldu bilmiyorum ama ayaklarım gizli bağlarından kurtulmuş gibi götürdüler beni içimin tenha sokaklarına… Sudan ayna ile yaptığım konuşmanın da etkisindeydim. Ruh Terzilerini, nerede yaşadıklarını ve nasıl bulacağımı düşünüyordum.  Sonra, gerçekten de benim bir Ruh Terzi’m var mıydı doğrusu bilmiyordum. 

     Birine çarpmışım gibi irkildim ve durdum. Başımı kaldırdım. Baktım önümdekine, o da dönmüştü bana yüzünü, gördüm onu. Farklıydı ama evdeki aynalarda kendi yüzüm gibi olan bir yüzle karşı karşıya kaldım. Saçları, gözleri, yüzü daha bir çarpıcı ve de göz alıcıydı. Bu dediklerim belirsizdi.

     Sanki ince bir tülden şal kapamıştı yüzünü tümüyle.

     Şaşkınlığımı üstümden atamamışken gözlerimden gözlerine, dudaklarımdan dudaklarına, yüzümden yüzüne, kulaklarımdan kulaklarına, saçımdan saçlarına ancak rüyalarda olabilecek biçimde inanılmaz ama o an yaşadığım gibi incecik sular aktı. O ince tülden şal kayboldu başından. Gözlerime inanamadım Ay parçası gibi güzellikte sen oldun karşımda o çarpacağım kişi. Heyecanımı tutamadım ve bağırdım sevinçle.

     ‘Ruh Terzi’m sen misin yoksa?!’ dedim.

     Tuhaf tuhaf baktın bana. Yüzün ışıl ışıldı. Gözlerin parlaktı. Saçların bakır renkliydi. Gülümsedin.

     ‘Ruh Terzisi de kim?’ dedin şaşkın biçimde.

     Anlamazdan geldiğini, beni kandırmaya çalıştığını düşündüm ve hiçbir şey demedim. İşaret ettiğin söğüt ağacının gölgesine oturduk birlikte. Oradaki otlar yumuşak minder gibiydi bana.  Çimenler, çiçekler, gökyüzü, üstümdeki elbiseler kısacası gördüğüm şeylerin renkleri daha da canlandılar, açıldılar… Kötü bir büyünün etkisinden senin sesinle kurtulmuşlar gibiydi her şey.  İçime tarifsiz bir sevinç oturdu.  Söğüdün altına yan yana oturduğumuzdan sonra ilk sen mi konuştun yoksa ben mi inan hiç ayrımında değilim.  Anımsadığımız içtenli sohbetimizin hiç bitmesini istemediğimdi…

     Zaman nasıl da geçmişti hiç farkında olmamıştık. 

     Sonra kalkıp gitmiştin.

     Arkandan bakmıştım gözlerimi alamayarak. Duygumdan, gerçeğimden emin olmak istedim sen gözden kaybolduktan sonra. Aynı duyguyla, aynı yollardan geri döndüm o çeşmeyi gördüğüm yere. Oradaydı o sudan çeşme. Beni anlamış gibi bir boy aynasına dönüştü tekrar. Gözlerimi yumdum karşısında. Yine de gördüm kendimi belden yukarımı çıplak olarak ama kalbimi bu defa göremedim. Olması gereken yerdeydi sesinden anladım ve göğüs kafesimin sol yanı da vardı. Göğsüm tamdı.

     Gülümsedim ve sevindim.

     O ses aynadan seslendi, ‘Gördün mü isteyince olanaksız olan da olanaklı olabiliyor, değil mi?’ diyerek.

     Dediğini anlamıştım artık.

     Gerçekten de bilemiyor insan bazen yaşadıkları mı düşleri, yoksa düşleri mi yaşadıkları diye…  

     Belki de bu yaşadığım bir başkasının düşü ve ben de bir biçimde bu düşü yaşayanın yaşadıklarının içindeyim ve bu yüzden farkındayım. Kim bilir bu düş benim değilse, ait olduğu kişi uyandığında ben de acı bir gerçekle yüzleşeceğim…

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)