Aydınlık Kitap’ın 11 Haziran 2014 tarihli sayısında şairlerimizin ideolojik donanımları üzerine Özdemir İnce'nin müthiş yazısını okuduğum gün tesadüfen Akşam Kitap'da Haydar Ergülen’le yapılmış internette dolaşan bir konuşmayı da okudum.

Özdemir İnce’nin eleştirdiği 80 sonrası bazı -egemen- şair "halleri"nin eksiksiz örneğiydi Haydar Ergülen’in söyledikleri.

ASLINDA NE OLMUŞTU?

Bilindiği gibi “12 Eylül 1980” darbesinden sonra edebiyatımıza da bir haller olmuştu. Öyle ki bayram değil seyran değil “Yeni roman” diye bir söylem ortaya atılmış, sonra da günümüzün yeteneksiz/kötü yazarlarının yazar diye sunulabileceği zamanların temelini oluşturan eften püften tartışmalar yapılmıştı.

(ABD emperyalizminin Sovyetler Birliği’ni yıkarken kullandığı iki utanç verici yazar Vaclav Havel ve Milan Kundera’lı yıllardı bu yıllar!)

Geniş halk kesimlerinin dertlerini dert edinen ve Türkçeyi en güzel biçimde kullanan Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi "devrimci/demokrat" yazarlar "eski" diye yok sayıldı.

Öyle ki 1980-90 arası neredeyse edebiyatımızdan kovulmuş gibiydiler. Türk edebiyatını yaratan yazar ve şairler –ve de okurlar– yerlerine "yeni" ve sahte yazarlar –ve de okurlar– ustaca yerleştirilerek tasfiye edildi. “Yeni!” romancılarımız Latife Tekin, Orhan Pamuk, Mehmet Eroğlu, Ahmet Altan vs. hokus pokus, yerleştirilivermişti.

"12 Eylül"le insanların zihinlerindeki "zararlı!" düşünceler "def" edilince doğacak boşluğun (kültürel alanın) doldurulması gerekiyordu. Bu “yeni” denen ama emperyalizmin yeni görüntüsünü cilalayacak kültürel ayak olduğu için tam anlamıyla gerici (belki de "faşist!") edebiyat, 1980 yılına dek deyim yerindeyse dev adımlarla gelişmiş edebiyatımıza ket vurdu. İlkesiz, eleştirisiz, yönsüz, tutkusuz bir edebiyat anlayışının egemenliğinde edebiyat ortamı çürütüldü; bugüne geldik.  

ÖZDEMİR İNCE’NİN DOKUNDUĞU YARA

Özdemir İnce bu yılların şairlerine musallat olan ideolojik araçları eleştirmekle ömrünü tüketmiş, bilmem kaç yazı yazmış, kaç kitap yayınlamış bir şairimiz. Yazısında değindiği gibi “İkinci Yeni”yle yatıp kalkan bu dönem bazı şairlerinin kısır döngüsünü ve ideolojik cahilliğini çok iyi vurguluyor: Varsa yoksa İkinci Yeni!

Özdemir İnce soruyor:

“…İkinci Yeni’den sonra, sanki Türk şiirinde, İlhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar ve Ece Ayhan’dan başka şair yok gibidir. Sanki İkinci Yeni’den sonra şiir yazılmamıştır.

İkinci Yeni varken Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Metin Eloğlu da şiir yazmaktaydılar. Kimilerine göre bu şairler İkinci Yeni’nin beş şairinden daha iyi şairlerdir. (...) Cemal Süreya’nın şiirle ilgili bütün yazılarında tekerleme ve slogan vardır. Kolayca ezberlenirler ama içleri neredeyse boştur. ‘Şiir geldi kelimeye dayandı’, cümlesi neredeyse yarım yüzyıl Türk şiirini zehirlemiştir. (…) ‘Şiir kapitalizme düşman’ mıdır ya da ‘Şiir anayasaya aykırı’ mıdır? İkisi de sevimli cümlelerdir, ama o kadar. (...)”

HAYDAR ERGÜLEN’LE YAPILMIŞ KONUŞMA

Akşam Kitap ekinde Yusuf Çopur’un sorularına Haydar Ergülen’in verdiği yanıtlar, tam da Özdemir İnce’nin eleştirdiği bulanıklığa somut örnek. Bilindiği gibi Haydar Ergülen “12 Eylül” döneminden sonra –kendi jargonlarıyla söylersek!– şairliğine şiir katmış bir şair. Düz yazıları, denemeleri Türkçenin güzel örneklerinden iyi bir yetenek. Öyle bir durumda ki şiirimizin generali gibi; hele AKP döneminde Erdoğan Teziç’den sonra yapılandırılmış, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoluda kurulmuş YÖK üniversitelerinin biricik baş konuğu, ideolojik bir figür.

Ne var ki konuşmalarında tarihsel/toplumsal bilinç açısından oldukça zayıf görünüyor. Çünkü dönüp dönüp başvurulan “İkinci Yeni” –Kurtuluş Kayalı’nın deyimiyle– “hikaye”si, günümüz neoliberal atak karşısında "dünyayı",  bölgemizde ve ülkemizde olup bitenleri anlayıp açıklamakta yetersiz kalıyor; aşağıda göreceğimiz gibi engelliyor bile!

Haydar Ergülen’in “sevimli ama o kadar!” sözlerinden herhangi birine, şairin “facebook” sayfasına bakarak kolayca ulaşabilirsiniz: “Şiir ertelenir mi, aşkı kim erteleyebilir, ya devrim gelip kapıyı çaldığında, hepimizi o uzun, büyük cumartesi gününün içine aldığında gençliğimiz kapıda mı kalacaktı? (…)”

Her biri bir şair kuşağının izleği olmuş, olabilecek bu denli ağır kavramların kolay sıralaması "montaj" değil; aynen aldık!

Bu sözlerin mantıklı bir karşılığı var mı? (Belki “Şiir yazmak ertelenebilir mi?” diye sorulabilir.) Peşinden avlayıcı arabesk bir laf daha: “Aşkı kim erteleyebilir!” “Ya devrim?..”

Bu lafların, Cemal Süreya örneğinde Özdemir İnce’nin vurguladığı gibi, hiçbir değeri yok. Ne Pablo Neruda, ne Fazıl Hüsnü Dağlarca, ne Nazım Hikmet, ne Cahit Külebi, ne Özdemir İnce’den ne 12 Eylül'den sonra şiirimizi gönendirmiş onlarca şairimizden böyle sözler duyamazsınız.

Haydar Ergülen, bir diğer soruya, “Adı ister öyle olsun ister başka türlü, faşizm dünya sistemi oldu. Sanki dünyanın tüm ülkeleri birleşti ve birleşmiş faşist milletler diye bir heyula belirdi. Hepimiz ikiziz ve birimiz faşist, yani ya kendimiz ya da ikizimiz faşist. Yoksa faşizmin –ki sadece faşist, ırkçı ya da aşırı sağcı partilere oy vermekle sınırlı olmadığını biliyoruz– bunca yaygınlaşmasının yanında, bunca içselleşmesi, derinleşmesi ve kök salmasını anlayamayız.” diye yanıt vermiş.

Aydın tavrıyla konuştuğu görülen –gençlere tekörnek– şairimizin, faşizm gibi önemli bir kavramı derin laflar ediyor havasıyla da olsa bu denli bilim dışı biçimde açıklama cesaretini, işte Özdemir İnce'nin eleştirdiği anlayıştan alsa gerek.  (“Kakafoni” mi “analoji” mi desek?)

HAYDAR ERGÜLEN ve FAŞİZM

Haydar Ergülen’e göre, “Faşizm dünya sistemi oldu…”!!! Bir olgu, bu kadar mı –ustalıkla!– yanlış anlatılır diyesi geliyor insanın. Acaba kapitalist/emperyalist bloğu temsil eden ülkelerde, örneğin Almanya'da faşizm yeniden mi geldi de biz duy(a)madık!  

Bizler, birden faşist olduk ya da şiddet yanlısı olduk da 'ikizimiz!'in mi habarı yok!

Ülkemiz 12 Mart, 12 Eylül faşizmini yaşadı; bana göre şimdi de AKP'yle birlikte bize özgü yanar döner bir "açık faşizm"le yönetiliyor. Parlamento göstermeliktir, bağımsız yargı bitmiştir, ülkenin tüm kaynakları emperyalizme peşkeş çekilmekte, emekçiler yeraltında yerüstünde köle olarak çalıştırılmakta vs. vs. Bu yönetim biçiminin, "..dünya sistemi!" diğer ülkeler, örneğin Almanya, İsviçre'den filan herhalde farklı bir yönetim biçimi olsa gerekir.

Faşizm, dünyayı yöneten parasal sistemle, emperyalizmle birlikte doğan, ondan bağımsız olmayan bilimsel olarak çoktan çözümlenmiş somut, siyasal bir olgudur; "kötü" kişilerin bireysel istemleri ya da karakterleriyle sulandırılmayacak kadar ciddi bir olgudur. Her şiddet eğilimini, her ilişkinin şiddete eğilimli baskın yönünü "faşizm" diye öne çıkarmak gerçek faşizmi gizler, gizliyor.

(Bizim gibi ülkelerin faşizmleri bile emperyalizm tarafından kotarılmaktadır. Ülkemizde “açık-gizli” faşizm tartışmalarını bile anımsamak yeter!)

–İroni ya, İkinci Yeni’nin isim babası ve ilk şiirleri yayınlayanlardan– Muzaffer İlhan Erdost’un kitabı ülkemizde faşizm üzerine en önemli yapıtlardandır: “...Faşizm, finans kapitalin en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür…  İlkin emperyalist ülkenin kendisinde varlığını ortaya koyan faşizm bağımlı ve yarı bağımlı ülkelere ayağını basmıştır… Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir… Şili faşist cuntasının kendi iradesi olduğunu düşünmek bu cuntanın varlığının esas nedeninin ABD emperyalizmi olduğunu bir an olsun unutmak mantığın yadsınmasından başka bir şey değildir… ” (Muzaffer İlhan Erdost, Faşizm ve Türkiye 1997-1980, Onur y. S. 80-81.)

Neoliberal saldırının kültürel araçları, faşizmi gizliyor!  Ne yazık ki "neoliberal"izme karşı olduğunu söyleyen (sorsan karşı olduğunu söyler) Haydar Ergülen'e  göre, bizim gibi ülkelerle dünyanın diğer ülkeleri, bizim gibi sömürge ve yarı sömürge ülkelerle emperyalist ülkeler arasında demokrasi -ya da faşizm- arasında bir fark yok. Eh böyle olunca AKP iktidarını suçlamaya gerek yok; çünkü herkes faşist, bu "devlet" hep faşist, hepimiz faşist, sokakta iki kişiden biri faşist! Ergülen, Cumhuriyetin emperyalizme karşı kurulması, sonraları aynı devlet aygıt-lar-ının dönüştürülmesi, emperyalizme yeniden teslimiyet, 12 Eylül 1980’in ya da AKP iktidarının ya da “cemaat”in arkasında emperyalizmin varlığı gibi temel tarihsel olguları yadsıyor ya da görmezden geliyor.

Ergülen'i emperyalizm ve faşizmin bilimsel somut bütünü ilgilendirmiyor; şairinden aydınından bir bilgi kırıntısı almaya susamış güzelim gençliğimizin tepkilerini, Ece Ayhan’ın atmasyon bir “devlet”ine yönlendirmekle meşgul-ler! ("Canım AKP'den önce de böyleydi..."nin utangaç biçimi.)

Faşizmi, ikili ilişkilerden aile içi şiddete kadar genişletme bilinçsizliği, somut bir olgu olan emperyalizm ve faşizmi gizlerken, emperyalizme ve faşizme karşı biriken tepkileri de uçurumdan aşağı yönlendirmektedir.  

Haydar Ergülen gibi şairler, yanımızda yöremizde bulunan bizim arkadaşlarımız. Onlar birer "sanatçı", bilim adamı değil elbet; Haydar Ergülen, bunu sosyolog olmasını ve şairliğini karıştırarak söylemiş vs. Ancak –Haydar Ergülen benzeri– bu tür şiir anlayışının, günümüzü anlama ve yorumlamada yeterli olamayacağını artık yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor.

(Ayrıca unutmayalım, sanatçı, sezgileriyle gerçeğe yaklaşırken, ampirik bilgiyle sentez yapmaya çalışan bilim adamlarını sol'layan insandır!)

*

Bu anlayışta olmayan, hangi tarihsel kesitte nasıl bir dünyada yaşadığını çözümleyebilen çok değerli şairlerimiz 12 Eylül'den sonra da şiirimizin bayrağını dalgalandırdılar. Onlarla birlikte Türk şiirinin –İkinci Yeni de içinde!–  görkemli yolundan gitmek gibi ikili bir görevimiz var: Kendi sanatsal yaratılarımızın çabasındayken aynı zamanda “Egemen” olanı saf dışı bırakıp gerçek şiire ve şaire de yol açmak görevi.

 

Ahmet Yıldız

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)