Son Dakika



Her romancı birer tarih yazıcısıdır. Çinliler edebiyat yapıtlarını tarih kitabı olarak kabul ederler. Amin Maalouf'un (Emin Maluf) tarihi konu edinen romanları yaşamın ölüme yazgılı olması karşısında insanın çaresizliğini anlatmaya çalışıyor. Maalouf'un tüm yapıtlarına baktığımızda edebiyat metninin birer tarih metni olduğunun bilincinde olduğunu görürüz.

Tarihi olayları edebiyatın konusu haline getirmek Sheakspeare'in oyunlarını saymazsak roman sanatının yaygınlaşmasıyla başlamıştır. Jorge Luis Borges, “Alçaklığın Evrensel Tarihi” adlı kitabını, tarihte yaşamış insanları edebiyat yazarlarının nasıl anlattığına örnek olması için yazdığını söylüyor. Kitapta geçen öyküler ansiklopedilerden, tarih kitaplarından ve eski mahkeme tutanaklarından derlenmiş olayların yeniden yazımıdır.

MAALOUF ve ORHAN PAMUK

Bir anlamda tarihi yeniden yaratıp onu kendine göre bir kitap oylumu içinde sayısız zenginlikte anlamlandıran Maalouf, 1983 yılında yayımlanan ilk kitabı Arapların Gözüyle Haçlılar (Les Croisades vues par les Arabes) ile tanındı. Bu kitap, çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı.

Türiye'deyse ikinci kitabı Afrikalı Leo'yla tanındı. 1983 yılında Fransızca yazılan kitap aynı yıl Türkçe'ye Fransızcasından Sevim Raşa tarafından çevrildi ve büyük ilgi gördü.

Afrikalı Leo dahil, en çok sevilen Doğunun Limanları, Semerkand, Arapların Gözünde Haçlı Seferleri, Işık Bahçeleri, Yolların Başlangıcı gibi ard arda yayınlanan Amin Maalouf kitapları 40-50 baskı yapacak denli Türkiye'de ilgi görüyor.

Bu ilgi, özellikle Osmanlı tarihini ve yakın Türkiye tarihini konu edinmeyi seven Nobel almış romancımız Orhan Pamuk'dan -kabul etmek gerekir ki- kat kat üstün bir okunma oranıdır.

Amin Maalouf'da Orhan Pamuk gibi ezoterik yanılsamalar ya da Dante, Rumi "kopyacılığı" yoktur. Gabriella Killert adlı (Die Zeit, 1999) Alman eleştirmen, Orhan Pamuk'daki tarih anlayışını, "Tarihi olaylar bir patosa girer gibi romana giriyor ama  saman olarak çıkıyor." diye eleştirmişti.

Amin Maalouf kitaplarında tarih, insanlık tarihine bir saygı, insan olma özelliğimizin yüceltilmesinin yanında büyük bir kültürel zenginlik olarak yer alıyor.

Afrikalı Leo”yu okuyan dünyanın her köşesinde farklı kültürdeki milyonlarca insan, Afrikalı Leo'nun tarihin derinliklerindeki kahramanlarından Selma'yla, Hasan'la, Meryem'le hatta vaiz Şeyh Estağfirullah'la bile bir "duygu bağı" kurabiliyor.

Amin Maalouf, Afrikalı Leo'da, 1488 yılıyla 1527 yılı arasında tarihin en duyarlı zaman diliminde bizleri gezdiriyor. Bilindiği gibi 756'da Granada'da kurulan Endülüs Emevi Devleti, 1492'ye değin varlığını sürdürmüştü. Endülüs Emevi Devleti çok kültürlü bir devletti. Araplar, Hristiyan İspanyollar ve Yahudiler o çağlar için en önemli üç değişik kültürü bir arada barındırıyordu. Sultan bugünkü devlet başkanı düzeyinde Müslümandı, başbakan düzeyindeki vezirler ise genellikle Yahudilerden oluşuyordu.

Afrikalı Leo'da bu değişik kültürlerin hepsini görüyoruz. Kahramanımız "Bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği" Hasan ibn Muhammed, diğer adıyla Giovanni Leone yine diğer adıyla Afrikalı Leo (Leo Africanus). Kitap bu çok kültürlü kişiliğin özyaşamöyküsü etrafında Endülüs Emevi devletinin çöküşünü ve sonrasını anlatıyor.

"Ben, Hasan tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, ben, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papanın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afdikalı diye anılıyorum ama Afrikalı değilim, Avrupalı, Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiç bir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. (...) Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyanca’sı konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve benim dualarım, fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim.” (Afrikalı Leo)

SOSYALİST SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ ve 'ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK'

Afrikalı Leo yazarın en karmaşık romanıdır. Bu belki de bu bir yazarın ilk romanı olmasından kaynaklanan eksikleri taşıyor. Ancak romanın dünyadaki başarısı zamanın gelişmeleriyle yakın ilişkilidir düşüncesindeyim.

1989 yılı, tıpkı Endülüs Emevi Devleti'nin çöküşü gibi sosyalist sistemin çöktüğü yıllardır.

Bu sistemin çöküşünde kullanılan en büyük ideolojik söylem "çokkültürlülük, demokrasi, hoşgörü" söylemidir. "Çokkültürlülük"le dünyanın büyük bir kardeşlik, barış iklimine sürükleneceği, blokların kalkıp dünyanın yeni bir liberal demokrasi cennetinde yaşayacağı söylemidir bu. "Neoliberal saldırı" olarak da adlandırılan bu döneme Afrikalı Leo büyük bir zamanlamayla eşlik etmiştir. Roman, 1990'lardın başında basın yayın organları için deyim yerindeyse önemli bir malzeme olmuştu.

Hele yazarın, Lübnan gibi Endülüs Emevi Devletini aratmayacak dinler ve mezhepler cennetinden gelmesi, ilgi çekmesine yetmiştir. Amin Maalouf, 1949 Lübnan doğumludur. Lübnan, mezheplerin, dinlerin sürekli çatıştığı “çokkültürlü” üstelik “çokkutuplu” kaotik bir ülkeydi ve şimdi de öyledir.

"Çiftkutup"lu soğuk savaş yıllarında kemikleşmiş, yorulmuş Batı kamuoyuna bir Arap kökenli yazarın değişik bir dinden değişik öyküler anlatması, Amin Maalouf'a büyük ilgi gösterilmesine neden olmuştur.

Sanat ve edebiyatta, tarihi çarpıtmakta usta postmodern anlayışın egemen olduğu, Vaclav Havel, Milen Kundera gibi “liberal” yazarların  at koşturduğu bir dönemde Umberto Eco'nun Hristiyan tarihi romanlarına Amin Maalouf, Müslümanların tarihini anlatan romanlarıyla karşılık vermiştir.

ROMANLARINDA TÜRKLERE SEVGİ GÖSTERMİYOR

Ancak Maalouf, postmodernizmin -yukarıda Orhan Pamuk özelinde eleştirilen- tarihi anlamsız hale getirme anlayışına Afrikalı Leo'yu izleyen romanlarında direnmiş, tarihe saygı göstermiş, modernist sanatçıların refleksiyle insanlık dersi vermiştir.

Örneğin Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl, dünyanın bir felaketle karşılaşmasını anlatır. Erkek çocuk olmasını sağlayan bir ilacın el altından satışıyla özellikle Afrika'da başlayıp dünyaya yayılan erkek fazlalığına neden olmasının yarattığı sorunlar büyük bir kaygıyla anlatılır. 2013 yılında yayınlanan Çivisi Çıkmış Dünya/Uygarlığımız Tükendiğinde adlı denemelerinde Malouf'un romanlarında tartışılan konuların yazarın temel sorunsalı olduğunu görürüz.

Maalouf, denemelerinde "medeniyetler çatışması" adı altında kuramsallaşıp yasallaşan ve dünyadaki bütün kültürler ve halklar için felakete yol açacak politikaları eleştiriyor, bunun yerine "hoşgörü" diyor. Bir yandan küresel ısınma, enerji kaynakları talanı ve doğal felaketlerle, bir yandan da yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlerle mücadele eden insanlığın dramını sergiliyor. Bunun için birbirine saygı duymayı ve birlikte yaşamayı sağlayacak bir yol haritası çizmeye çalışıyor.

Kitaplarında genellikle doğuya ait öğeleri çok iyi işleyen Amin Maalouf, bir Arap yazar olarak Arapların Türklere bakışının tarih boyunca pek de barışçı olmadığı gerçeğini de sergiliyor: Doğu'nun -ve tarihin- en önemli halklarından olan ve "onlar olmasa Amin Maalouf romanının da bir içeriği olamaz" denli kitaplarında bolca yer alan Türkler hakkında yorumlarında ne yazık ki "hoşgörülü" davranamıyor. 

Yavuz Sultan Selim'in Kahire seferinde 8000 kişiyi katlettiğini Afrikalı Leo kitabında iddia etmektedir. Yine Semerkant adlı kitabında Selçuklu Sultanı Melikşah ve annesine karşı -kaynağı Fars/Arap milliyetçiliği diyebileceğimiz- bir sevgisizlik ve aşağılama görülmektedir.

Amin Maalouf, romanları merkeze konmak istenmeyen, ama temelde Türklerin anlatıldığı romanlardır.

Türk tarihi açıldıkça deryalaşan müthiş bir tarihtir ve “tahrif” etmeden, -sevmese de-  saygı duyacak -yerli (!) yabancı- romancıları beklemektedir.

Ahmet Yıldız
(Bağımsız dergisi)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)