Son Dakika



Devletin ali çıkarlarının emanet edildiği kişilerin ülkeye ihanet ettikleri kanısına vardığımız için siyasetle ilgilenmeyi kaçınılmaz bir vazife bildik. Hayatımızın en dinamik dönemini buna adadık. Bu yazıda elde aldığımız dönem yirmi iki ile otuz dokuz yaşlarımın arasındaki siyasi gözlem ve düşüncelerimi kapsıyor. Merkezinde elbette 12 Eylül var. Bunun kaçınılmazlığını daha en başından beri biliyorduk ama herkes adeta ışığa tutulmuş tavşanlar gibi felakete koşuyordu. Demirel ve Ecevit darbeye giden yolu kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Bizim bildiğimizi onların bilmemesi olanaksızdı ama hem inatları inattı, hem de ipler ellerinde değildi. Bu oyunu bozabilirlerdi ama bunu yapacak, yani bazı ipleri tutan batılı güçlere karşı duracak basirete sahip olmadıkları düşüncesindeyim. Ecevit aşırı hayalci, Demirel de sonuçta sağa fazla müsamahalı, dolayısıyla sola fazla düşmandı. 12 Eylül’e giden süreçteki tutumları ibret verici birer kötü örnektir. Biz de bu ortamda ahaliye fazla güvendik, bunun cezasını çektik. Siyasetle ilgilenenler esnek olamıyor, yeni durumlara uyum sağlayamıyorlar. Bu sağda veya solda hiç fark etmiyor. Solcular bu açıdan daha dezavantajlı çünkü dogmatik bir kafa kalıbına sokuluyorlar. Sağcı politikacılar esnek bakabildikleri, farklı açılardan bakabildikleri için genelde çok daha başarılı oluyor. Yüz mücadele olsa, doksan dokuzunu sağcılar kazanır. Biz bunu sola sokamadık, her seferinde ya aşırı tepki gördük, ya da zihinlerini açabildiğimiz tek tük kişiler de, tıpkı bizim gibi açık savaş açacak halde değildi. Açsaydık hemen dışlanırdık. Zamanla değiştirelim dedik, o da olmadı. Ayrıca solcuları hiç bir zaman sistemli ve programlı bir çalışmaya ikna edemedik. Sanki oyun oynuyorlardı ve bu oyunun bazen çok pahalıya mal olması umurlarında değildi, çünkü sistemli çalışma daha ağır gelecek, iş film olmaktan çıkıp ağır çalışmaya girecekti. Buna yatkın değillerdi.

1975: İşler gene sarpa sarıyor. Yeni bir darbe kaçınılmaz. Gelinceye kadar acaba insanlarımıza düşünce yeteneği kazandırabilecek miyiz? Her saat değerli.

1976: Haydi bastır bakalım. Sonuçta zamana karşı bir yarıştayız. Bu arada bir sosyal emperyalizm meselesi çıktı, kimileri geri dönüş olmaz, sosyalistse sosyalisttir diyorlar. Öte yandan Rusya tam bir yayılmacı büyük devlet politikası güdüyor. Yunanistan’da solcuları satmışlardı ama Küba’ya Vietnam’a filan da epey yardımı oldu ancak bu sırf dostluk için miydi? Dünya solu öngörülenin aksine birbirine düşmanlık içinde. Bu ülkelere de fazlasıyla yansıyor. Yani herkes tek başına. Kimseden kimseye hayır gelmez. Bir zamanlar solcular kendilerini böyle yalnız hissetmezlermiş, ta ki Ruslar enternasyonalizmi tamamen kendi çıkarları için kullanıncaya kadar. 

1977: Fırtına bulutları toplanıyor ama sol toparlanamayacak gibi. İnsanları kazanmaya değil kullanmaya bakıyorlar ve itici oluyorlar. Ahalinin bir kısmı da solcuları gecekondu arsası kapatmak için kullanıyor. (Nitekim darbe ertesinde sokakta görüp tanımazlıktan geleceklerdi.) Ve bu arada fraksiyonlaşma artıyor. Bunların hiçbir laflarının anlam taşımamasını akıl eksikliklerine bağlıyorduk ama meğer işin aslı başlaymış. Ülke düşmanlığını sol kılıfa sokmaya çalışıyorlarmış.

1978: Bu iş kötüye gidiyor ama bırakıp da kaçtı dedirtmeyiz. Gittiği yere kadar. Bu arada insanları eğitmeden işe koşmamaları gerektiğini boş yere söylüyoruz. Solcuların öne çıkanları kendilerini gittikleri yerin valisi olarak görüyorlar. Tabii, etraflarındakiler de kaymakam.

1979: Solun zaten az olan tabanı yaklaşan felaketi görüp hızla uzaklaşıyor. Yalnızlaşan, azalan solun ricat etmesi gerekir ama bu kafalar bunu başaramaz. Yanlış zamanda ileri atılmak felaket getirecek. Her eylem çoğaltacağına azaltıyor, artık bunu görmeli ama kabul edecek cesarete sahip değiller, kalıpların dışına çıkamıyorlar. Çoktan hapı yuttuk ama kaçamayız, başa geleni çekeceğiz. Bırakıp gidenleri kınamıyorum ama kendime bunu dedirtmem.

1980: Nitekim fena halde dağıldık. Solcular kafayı yemiş, söylediklerinden tek kelime anlaşılmıyor. İnanılmaz şekilde eveleyip geveliyorlar. Sol yenilmedi, bozguna uğradı. Yenilmeyi başarabilseydik bir umut olabilirdi.

1981: Ülkenin tümü cozuttu, kolay para peşinde olanları dolandıran bankerlere helal olsun. Salaklar dolandırılsın diyorum ama salakların sonu gelmiyor ki. Aynı bankere arka arkaya üç kez para kaptıranlar var. Değerlerini yitiren toplumlar böyle şaşırıyormuş demek. Weimar Almanyasını şimdi daha iyi anladım.

1982: Bir kez daha denemeye değecek mi. Belki bu kadar musibet akıllandırmıştır bazı solcuları desek de, olmuyor. Yakından izliyoruz.

1983: Hadi bakalım, hem çalışıp ekmeğimizi kazanalım, hem toparlanalım. Çalışmayanlardan uzak duralım. Solculuğu, sendika, dernek ağalığını geçim vasıtası olarak görenler adam olmaz ama sempatizanları hâlâ onları bekliyor. Abi bunlar hiç uyanmayacak.

1984: CHP tamamen soyguncuların eline geçmiş. Bütün belediyelerde yiyorlar ve dürüst CHP’liler her yerde dışlanıyor. Oradaki bazı eski solcu tanıdıklarımız da yiyiciliğe başladı. Vay be. Bunlar iktidar olsaymış halkı soyup soğana çeviren bir bürokrasi oluştururmuş.

1985: Yeni durumu anlatmamız, eski soldan yarar gelmeyeceğini açıklamamız gerekir. Ne var ki çok az insan düşünebiliyor. Ama biz de daha gençken bir süre salaklığa kapılıp gitmedik mi?

1986: O halde eski solu ve teorik temellerini eleştirmeli ve insanları düşünmeye itmeliyiz. Yanlış üzerine inşa edilen her şey çöker. Marksizmden başlamalı. Bu solcuların kutsalı sayılır ama işte yapacak bir şey yok. Kaba Marksistlere karşı liberaller de pıtrak gibi çoğaldı. İki tarafla birden savaşacağız.

1987: Tekerlekler bir iki döndü, hemen patinaja başladı. Eskilerin etkisi kırılmadıkça tüm hastalıklar yeni nesillere taşınıyor. Şark kafası sonuca değil kişilere sadakata bakıyor ve kente göç edenlerin ezici çoğunluğu dayanışma değil zenginleşme peşinde. Bu arada Soğuk Savaş’ın sonu gelince Amerikalılar kötü tezgâhlar hazırlamış. Buradaki tesislerini ve kütüphanelerini filan kapatıyorlar. Belli ki pislik gelecek. (Aslında her şey birkaç yıl sonra netleşti ama daha o tarihte görmüştük, bu bir örtülü savaş hazırlığı idi.)

1989: Nereye el atsak dağılıyor. İşler ilerlemiyor. Eskilerin bir kısmı gene dernek ağalığı yapıyor. Birkaç istisna hariç, geçmişin hesabını vermeye yanaşan kimse yok. O halde bu yükle ölecekler. (İşin çok acı tarafı, bu hesabı üstlenen namuslu solcular daha önce hayattan ayrılacaklardı.)

1990: Solcularla artık açıktan kavga etmeye başladık. Kaba kuvvete yarım adım var.  Eleştiriye tahammülleri yok. Salaklık ve ihanet son haddinde.

1991: Artık solculardan hiç bir umudum kalmadı. Bir kısmı etnikçilerin kuyruğuna takıldı. Solcu arkadaşların akıllı olanlarına “eğer yirmi tane bile adam sayamazsanız bana eyvallah” dedim. Hiç birisi sekiz kişiden çok sayamadı. İşte artık bu kitabın son sayfasını da kapattık.

DEĞERLENDİRME:

1975-1991 bizim için karanlık yıllardı. Türkiye artık solcusu olmayan,  bir ülkeydi ve bu da genel dengenin daha da sağa kayacağını gösteriyordu. Nitekim öyle oldu. Merkez sağ diye tanımlanan partilerin hepsi kısa sürede eriyecek ve tabanları elbette daha sağa kayacaktı. Bu ortamda sol baskıdan değil, kendi hataları ve köksüzlüğü nedeniyle yok oldu. Ayrıca sahipsiz ve itibarsızdı. Söyledikleri de kimsenin kulağına gitmiyordu çünkü liberaller ile hainler arasında bölünmüş, ikisi dışında sadece çok minik bir kesim kalmıştık. Kişisel olarak bakınca, benim gibi düşünenler zaten liderlik oyununa girecek tipte insanlar olmadığı gibi, böyle bir hırsları da yoktu. Biz treni 1970’lerin başında kaçırmıştık ama o zaman da bilgimiz yoktu ve şöhreti pompalanan kişilerin bin bir hata yaparak kazdıkları çukura düşülmemesini sağlayacak iradeyi de bulamazdık. Gençlik maceracıların peşinden gitti, biz de onları değiştiremedik. Ama gene de başaramazdık çünkü bizim söylediklerimiz hızla zenginleşen bir İslam ülkesinde olacak şeyler değildi. İnsanlar adalet değil, ne yolla olursa olsun zenginleşmek istiyordu. Özgürlük ise düdük makarnası.

Mehmet Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)