Zor yıllardı "12 Eylül" darbesi yılları... 
Cumhuriyet dönemi boyunca kültür sanat alanı/mız açık söylemek gerekirse hep ilerici aydınlanmacı demokrat yazar ve şairlerin elinde oldu; onların emeğiyle gelişti.
"12 Eylül darbesi" bu makası da değiştirme amacı taşıyordu. 80'li yıllardan sonra 
"postmodern" rüzgarın da etkisiyle "Hegemonik" iç ve dış yönlendirici güçlerce içi boşaltılan kültür ve sanat alanında, bu “zararlı (!) düşünceler def edilerek!" doğan boşluğun bir biçimde doldurulması gerekiyordu.  

1980'ler ve sonrası yıllar, “12 Eylül yazarları” diye adlandırabileceğimiz liberal yazarların boşluğu doldurduğu zamanlardı. Edebiyat ve Eleştiri dergisini biraz da bu gidişatı değiştirme umuduyla çıkarmaya 1992 yılında başladım.    

Ama biz tarihsel ilerlemeye inanan sonsuz inancımızdaki saf belleğimizle, tıpkı 12 Mart sonrası benzeri her şeyin eskisi gibi olacağını düşünüyor, bir cümle bile kuramayan bu cahil yazarların edebiyatımızı istila edebileceğini aklımıza bile getiremiyorduk.

Yalçın Küçük’ün yazdığı ünlü kitabı Küfür Romanları’nı hafife almışız demek ki!

12 Eylül'ün "kültür generalleri" Orhan Pamuk, Latife Tekin, Ahmet Altan'la baş gösteren “Türk Aydınlanmasını günah keçisi saymak, Dincilik’i yasallaştırmak, bellek silmek”in, ciddi bir "üst akıl" planının parçası olduğunu Ülker İnce, "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" kitabını çevirene kadar düşünemedik.   

Bu güruh, Cumhuriyet döneminde bir çığ gibi büyümüş, sol düşünceden etkilenmiş/etkilemiş edebiyatımızın sırtına binip "paralel" bir edebiyatı gözümüzün önünde kurdu!

Halkımızın gerçek edebiyatla ilişkisini kestiler.

Genç yazar ve şairi, sol/ilerici, Atatürkçü kültüre düşman mankurt olarak yetiştirmek amacı güden müthiş bir örgütlülükle davrandılar. (Ciddi akademisyen/eleştirmenler son yirmi beş yılın edebiyatını yok hükmünde sayıyorlar! Doğan Hızlan'ın baş aktörü olduğu "vasat" edebiyatın geniş halk kesimlerince de bir ciddiyeti yok.)

Anımsarsak, en önemli saldırı sloganları, edebiyat “tarafsız olmalı” lafıydı. Biz solcular politika yapıyorduk, bu yazarlar edebiyat yapıyordu! Biz de bu yalanın altında ezildik.

Heyhat bugün görüyoruz ki, Pamuk, Altan, Elif Şafak ve şürekası biz sosyalistlerden çok daha ilerde, hatta ajanlık düzeyinde politik görevle yüklü, "taraflı" yazarlarmış!

Bu anlayış için edebiyatın kuralları, Türkçe'ye özen vs. hiç önemli değil. Önemli olan "Barış(!)" mitingi, bildirisi önlerine geldiğinde yazar/şair titriyle buna imza koyacak tıynette olmalarıydı!

Edebiyat ve Eleştiri'yi kurarken yola çıktığım arkadaşların hepsi bu virüsü kapmış insanlarmış meğer. Ya da ninelerinin sandığından etnik kimliğini bulup çıkarmış kendilerini acayip gizleyen insanlar! (Şu HDP şişirmesi hepsini açık etti, şükür!)

Öyle bir dönemdi ki şimdi gerçeği daha net görüyor ve ürperiyorum: 1990'ların yazar ve şairleri/miz sanki bir yerden işaret almışçasına gizli bir örgütlülük içinde hareket ediyorlarmış. Tıpkı Osmanlı'nın çökeceğini anlamış etnik grup ve azınlıklar dönemi gibi…
Tüm yayınevleri, tüm dergiler, tüm ödül kurumları işgal edilmiş durumda. Artık kendisine, Türk kültürünün sorumlu bir edebiyat temsilcisiyim diyecek, "TC"yi kuran Varlık dergisi dahil hiçbir dergi yayın yönetmeni ve yazarı şairi, hiçbir büyük yayınevi yayın yönetmeni bulmak çok zor.

Hepsi Allaha şükür "Türkiyeli" şair yazardır, estağfurullah Türk değil! Hiç biri "9 Eylülde İzmir'e girdik" diyen o muhteşem "Kuvayi Milliye Destanı"nı görmek bile istemiyor. Doğumölüm gününde anmak "zorunda" kaldıkları bir şair "Büyük Türk şairi" Nazım Hikmet! Hatta affedilmek için korkusundan yazdı "Nazım" bu destanı diye iftira atan şairler, Birikim yazarı akademisyenler bile gördüm!

Kısacası hepsi klonlanmış gibi "Kürt sorunu" demeyen, "Ermeni soykırımı" demeyen tek bir yazar şairin ödül alıp kitaplarının dağıtım ağına girme olanağı sıfır! Kısacası müthiş kontrol altında bir edebiyatımız var!

Bu anlayışta ve de her anlayışta yazar, şair, yayınevi, dergi filan elbette olacak. Ancak edebiyatımızın tüm alanlarının bir anlayışla istila edilmesi edebiyatımızın sağlığı açısından ne derece doğru?

Bu baylar bayanlar halka bu yabancılık, hatta düşmanlıkla insanımızla nasıl ilişki kuracaklarını düşündüler? Vatandaşlarının sorunlarını, dertlerini, tasalarını, düşüncelerini merak/konu etmeyen edebiyatçı olabilir mi? Kitaplarını okutmak için sunduğu büyük kütlenin "adına" bile sevgi saygı duymayan şair/yazarı o halk kabul eder mi?

Yoksa böyle bir sorunları bile yok muydu?

LANETLİ YILLAR…

Öyle bir tarihsel süreç ki bu lanetli yıllar Orhun Yazıtlarından Yaşar Kemal'e o muhteşem edebiyatımızın geleceği elimizden kayıp gitti. Türk halkı şu an öyküsüz, romansız, şiirsiz. Ülkesine düşman bir edebiyat/çı tahakkümü var!

Bugün, bu "düşman edebiyat"a mensup "Ben bu halkın şairiyim" diyecek iki edebiyatçı adı gönül rahatlığıyla söyleyebilir miyiz?

Nazım Hikmet'e "Türkiyeli" şair, "Simonov"a "Rusyalı yazar" Neruda'ya hasbelkader "İspanyolca" yazan bir "yeryüzü!" şairi diyebilir miyiz?

O insanlar dünyanın her yerinde ait olduğu kültürün sanatçısı, Türk şairi, Rus yazarı sayılır; hele Neruda'yı Şili'den kimse söküp atamaz!

Radikal ve ("II"!) ve Birikim dergisi çok büyük kötülük etti edebiyatımıza. Hafife almayalım: Aklını oynatmış bir yazar şair akademisyen topluluğuna kurban edilmiş bir sanat edebiyat alanımız var işte. Genelkurmay'ın "Fetocular"ca işgali gibi bir şey bu. İyi uçak kullanıyorlar ama gönülleri oynaşta!

Emperyalizm işgal yıllarını aratmayacak denli hedefe koyup abanmış ülkemize. Doğu ve güney cepheleri açılmış durumda; sonunun nerede nasıl biteceğini bilmediğimiz adı konmamış bir üçüncü dünya savaşı içindeyiz sanki. Edebiyatımızın örgütlerinin, derneklerinin, dergilerinin sayfalarına bakın, tek dertleri "Rojava Kobane…" filan! Gerisi sivrisinek saz! Yollarına da eleştiriler karşısında "it ürür kervan yürür" diyerek devam ediyorlar.

Radikal - Milliyet - Cumhuriyet "kitap ekleri!" ve yozlaşmış ödül mekanizması ideolojisine sıkışmış yayınevleri aslında çok zor durumda. Özellikle "15 Temmuz darbe girişimi" sonrası alt üst oluşta kitap satışları durdu. Ama onlar bunun ve gelecek tehlikenin farkında değil!

Düşünün "FETÖ" örgütünden eşi arandığı için yurt dışına yerleşen "ünlü" yazar/larımız, gözaltında o ünlü "Kardeşler", "PKK terörü destekçiliği"nden tutuklu zavallı kadın yazarlarımız mevcut anlı şanlı yayınevlerimizin bu halka senin en iyi yazarın diye sunduğu, parlattığı pek gözde yazar ve şairler/di!

EDEBİYAT ve ELEŞTİRİ MÜCADELESİ...

İşte bu karanlık dönemde Edebiyat ve Eleştiri'yi 2008'e dek yüz sayı çıkardım. Yetenekli gençlerin kapımı çalmalarını bekledim. Geldiler. Çoğu daha yeni cümle kurmaya başlamıştı.

Ama Samir Amin'in deyimiyle "entelektüel moda" biz değildik. Sanki gizli bir elce makas değiştirdiler, "İletişim" ve benzeri yayınevlerince kitaplarının çıktığını gördüm. Hemen ödül/ler aldılar. İlk öykülerini şiirlerini yayınlamış ben "Ahmet ağabey"lerine yolda selam vermeyenlere şahit oldum. Ve tarihin karanlığında bu yetenekler telef olup gittiler, gidecekler. Çok üzgünüm; gerçekten.

Ama bu dönemde çok değerli yazar ve şairler yine de kitaplarını yayınlamayı başardılar. "Düşman" edebiyatın üyeleri gibi utanmaz bir iştahla olmasa da, kendilerini geri çekseler de "Türk edebiyatı" onlara gerekli değeri verecek bir gün.

Bu dönemde kirlenmemiş, "öykücü", "romancı" sürüsüne katılmamış yazar ve şairleri bulup önünü açmak zorundayız. Dergi, yayınevi, okur kesimini uyarmalıyız. Bir yanılsama yaşandığını anlatmak, -insan tekinin hataları karşısındaki inatçı tutumunu düşününce- kabul etmek gerekir ki çok zor!

Bölge konjonktürünün sıkıştırdığı, etkilediği kültürel pozisyonumuz, ülkemizdeki müthiş alt üst oluşun edebiyatımızı da zorlayan diyalektiği, tarihsel kopuşların aysbergi hiçbir şeyin eskisi gibi ol(a)mayacağını açıkça gösteriyor. Varlık dergisini feda etme lüksümüz yok artık örneğin. Nasıl "milli ekonomi"ye dönüş zorunlu olarak kendini dayattıysa sanki bir "milli edebiyat" da kendini dayatacak!

Bu (neo!)liberal batağa gömülmüş yayıncılık anlayışı, bu dergiler, bu şair ve yazarlarla Türkiye bir yere gidemez. Bu zavallılığı söküp atacak ciddi, sert eleştiriyi yapabilecek edebiyat insanlarının en azından "düşman edebiyat"çıların o şaşılası mücadele azmi kadar mücadelesine ihtiyaç var. Ama kuru lafla, sövüp saymayla, ağlamayla değil, en çok da onlara alternatif olacak örnekte çalışkanlıkla, nitelikli yapıtlarla!

(Durumları ve üstlendikleri görev gerçekten kriminal bir nitelikte ama yazar ve şaire adı çıkmış insanları bu sözü anmak bile istemiyorum tutuklama-k, bu sorunu çözmeye aykırı, üstelik ket vuracak bir şey.)

Bu mücadeleyi ben tek başıma, Eagleton'un deyişiyle kolektif çalışma kültürünün yok olduğu yıllardaydık! dergiyi kapatınca da sürdürdüm.

Yeni öykü kitapları yazdım. Halk TV'de 70 hafta "Gerçekedebiyat" programı yaptım. Tevfik Çavdar'dan Alaattin Bilgi'ye evlerine dek gidip çekimler yaptım. Altın değerinde belge durumunda o programlar şimdi.

Kılıçdaroğlu yönetime gelince programı kapattılar. Bu kez kıt olanaklarımla internet ortamında "gerçekedebiyat.com"u kurdum. Sabah en az 50 milyon kişinin karşısına geçip kurcaladığı bu aleti en az FETÖ'cüler kadar iyi kullanmalıyız düşüncesindeyim!
Ve "hayat" beni Türkiye'nin en iyi edebiyat sitesinin sahipliği ve yayın yönetmenliğine yükselterek çok iyi öyküler yazma olanağı sağladı.

Ahmet Yıldız

(Aydınlık gazetesi soruşturmasına yanıt, Eylül 2016)

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)