Son Dakika



 

 Ali Ekber Ataş denilince aklıma geniş ovalar, söğüt ağaçları, pürerek akan nehirler, başı karlı dağlar, yorulmaksızın uzun uçan turnalar gelir. Neden bilmem, ama belki de bunun nedeni, onun bunca üretken, bunca duyarlı olduğunu ve bütün edimlerinde "şimdi insan için ne yapabilirim" diye yola çıktığını bilmemdir.

Üretken bir yazar dedim. Çünkü Ataş sadece şiir yazmıyor. Kitap olarak da yayımlanmış araştırma, inceleme, yazıları, denemeleri de gün yüzünde. Şairimiz durmuyor, insanın olduğu her yere yetişecek gücü, söyleyecek sö var. Durmayacak. Günümüzde insanın içinde çırpındığı bataklığın ayrımında olan bir şair durabilir mi? Hele de hep bir yetişme ve yetememe duygusuyla doluysa ve şiirin insanlık yoluna dizilmiş ok işaretleri olduğunu biliyorsa..

 

Uğruna uğraşılan, yeri geldiğinde de ölünen değerleri bir bir yitirdik, yitiriyoruz. İnsanların derdi günlük çıkarlarından öte gitmiyor. Şair çöküşü görüyor ve bundan acı duyuyor. Şair olmanın yanı sıra bir insan sever, bir yurt sever çünkü. Değerlerine yürekten bağlı. Hep düşünürüm, şairlerin şiirleri kendilerine mi benzer, yoksa şair şiirlerine mi benzer diye. İçinden çıkamadığım bir paradoks. Ama, görünür, kimi zaman şairin kendisi şiirin has evladıdır, şiirdendir. Buna çok sık rastlanmıyor. Hele de günümüzde. İşte Ataş bu çok sık görünmeyenlerdendir. 

Ali Ekber'in şiirlerinin doğduğu yer çocukluğu, ilk gençliğidir. Ama bir yanıyla hâlâ çocuktur, yeni yetmedir. Oradan, o saf bahçeden bakar dünyaya. Büyüdüğü yer ise yüreğidir. O'nun şiirlerini bir sevda türküsü gibi duyumsarsınız derinlerine indikçe. Ataş'ın şiirleri bir diğer yönüyle çağımızın göstereni gibidir. Düşlerinin ardından değil, önünden koşar. Çoğu şiirinde gündelik hayata dair tablolar resmeder. Küçücük bir ayrıntı, bir dal badem çiçeği, mayıs kırmızısı, cıvıl cıvıl bir pazar yeri, mevsimsiz açan güller, barut bakışlardan geçen nil rüzgârları çıkıverir karşınıza. 

körkütük ben miyim kendine yalnız 

kimi görsem ay yar, herkes yaralı (Nil Geçer Gözlerinden S:13) 

aşk hangi kavşağıdır ömrün? (S:39)  

Aşk ömürde bir kavşak mıdır? Kuşkusuz ki öyle. Hayat yolunuz geldi doğrultuda devam edemez artık. O kavşağa girmeye görün, her şey tepeden tırnağa değişir. O ki aşk gelir, renkler, kokular, fısıltılar, dağlar, şehirler rüzgârlar değişir. Çünkü aşk her şeye kadirdir 

şiir yazma hastalığım nüksetti, sana tutundum (S:70) 

Sevilenle, şiir aynıdır şairin dünyasında. Birdir ikisi, biriciktir. Mor kanatlı bir sevdadır. "Uzay çağında telefon tuşlarına sıkıştırılmış hayatların, sanal aşkların" dünyasında ancak sevdaya tutunarak "gönül menziline" varabileceğini bilir. 

Ataş, şiirlerinde kurguyu olduğu kadar derin yapıyı da önemser. Şiirlerinde tüm dünyaya, yaşanan, yaşatılana dair sorular, doğanın taze kokusuyla buluşur. Şiirlerinin bir çoğu çocukluğundan bu yana yaşamından iz düşümler taşır. Ama bu görünenin altında yorgun ama hâlâ deli bir nehir akar. Bu nehrin adı, insanlığın bırakılmışlığı, yalıtılmışlığı, yalnızlığı, dışlanmışlığı, sonsuz görünen dramıdır. Sadece o mu? Hayır. Şiirlerinin yolu Sivas kıyımından da geçer, Çanakkale'den de, Nagazaki'den de, Madımak'tan da. Promete ile de buluşur dizeleri, Zeus'la da Aşil'le de, Mustafa Kemal'le de. Kimi zaman ironiye yaslar söylemini, kimi zaman da halk deyimlerine. Böylece imgeleri sahicileşir, sakinleşir. Şiir hayatla, doğayla, insanla buluşur. Zaten şiir yaşamın insan kalbindeki iz düşümü değil midir. İnsanın gerçek yüzüne tutulmuş ayna değil midir. Şiir insan karşılaştığı aykırılıklarla baş edebilmenin gizil gücünü veren sihirbaz değil midir zaten. 

Ataş'ın şiirleri katmanlardan oluşur çoğunlukla.Anılar ve anılardan bu güne ulanan duygular, duyarlıklar, günümüzün inceden inceye eleştirisi ve bütün bunlarla okuruna başlattığı içsel yolculuklar. Ama bu katmanların derinindeki asıl temel ise okurun şiirden yola çıkarak, kendi yaşamıyla, , kırgınlıklarıyla, sevdalarıyla, unuttukları, unutamadıklarıyla, pişmanlıkları, vardığı ya da varamadıklarıyla, umutları ve umutsuzluklarıyla buluşması, bir anlamda şiirin götürdüğü yerde karşılaştığı kendisiyle hesaplaşabilmesini gerçekleştirme niyetidir şairin. 

Ataş sözcük seçiminde son derece titiz. Çünkü her sözcüğün bir geçmişi, bugünü, geleceği, yani belleği olduğunu biliyor. Yine her sözcüğün yanına gelen diğer sözcüğün de bir belleği. Bu nedenle söylenmek, daha doğrusu hissettirmek istenilenin aurasını oluşturacak, doğru sözcüğü bulmanın da ne kadar önemli olduğunu. Şiir gerçekten şiirse, içinde bir melodiyle dolaşır. Bu melodinin kaynağı ise şiiri oluşturan sözcüklerin uyumu ve etkileşimidir. Ataş, aklına geldiği gibi yazıp geçmiyor. Özenle seçiyor sözcüklerini. Bence Ataş şiirinin asıl önemi de bu titizlikte ortaya çıkıyor. Hele de günümüzde yazılan şiirin pek çoğunda sözcük seçiminin pek de fazla önemsenmediğini düşünürsek... 

senden mi bu giderken şurama astığın hoşluk (S:57) 

elbiselerinin altına giyinip çıplaklığını usulca 

uzayıp gidiyordun yanı başımda (S:63) 

Eğer şiirin yolcusuysanız işiniz zor. Çünkü şiir sizin yalnızlığınızı sever. Kıskançtır. Sizi hiç kimseyle, hiçbir şeyle paylaşmak istemez. Bütün zamanlarınıza