Çiftlik Caddesi No: 72 Yaygın adıyla Merkez Lokantası
Çiftlik, 5 Mayıs 1925 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendi adına 20 bin dekar civarında bir arazinin satın alınmasıyla Gazi Orman Çiftliği adıyla kuruldu. Aynı yıl çevreden alınan arazilerle birlikte toplam büyüklüğü 102 bin dekara ulaştı. 11 Haziran 1937 tarihinde Atatürk tarafından Hazine’ye bağışlandı. Atatürk Orman Çiftliği, bir özgürleşme hareketinin, özellikle tarımsal emeği, tarımı dönüştürme hareketinin deney alanı idi. Çiftlik, Köy Enstitüleri ve Halkevleri gibi kırsal insanın dönüştürülmesine yönelik bir projeydi. Merkez Lokantası’nın öyküsü Gazi Mustafa Kemal’in sabahları bir kahve içebilsin, öğle vaktinde yemeğini yiyebilsin diye yapılan bir sundurma / mutfak ile başlar. Sonra müştemilata dönüşür. Gazi Paşa, devrimin kimi kritik dönemeçlerini bu mekânda akşam kurduğu bilgin dost sofralarında biçimlendirir. Atatürk’ün girişte sağdaki yuvarlak masada İsmet İnönü ile birlikte yediği yemek, lokantanın çoğaltarak müdavimlerine hediye ettiği fotoğrafa da yansımıştır. Merkez Lokantası (Masanın başında Müzeyyen Senar, solunda oturan Safiye Ayla) Sofraların hiç değişmeyen, eskimeyen lezzetleri vardır. Her gün çıkan tereyağlı su böreği rakı sofralarının açılış mezesidir. Ardından kıvamında kuzu tandır. Ve… Gazi Paşa’nın temel değişmez sofra dostu, Erzurum’un İspir ilçesinden getirilen ve 1930’dan bu yana aynı bakır kaplarda pişirilen etli kuru fasulyedir. Yanında günün zeytinyağlısı, enginar… Pilav ve kuzu eti ile hazırlanan Ankara Tava, Perşembe günleri menüsünde bulunurdu. Pazar günleri ise, lokantada bambaşka bir lezzet olan Talaş Böreği servis edilirdi. Sıra tatlıya geldiğinde de ekmeği İstanbul’dan, kaymağı Konya’dan getirilen koyu şerbetiyle ekmek kadayıfı, kabak tatlısı, fırında sütlaç ve AOÇ dondurmalı kazandibi koyar noktayı. Merkez Lokantası özellikle öğlen yemeklerinde tercih edilen bir yerdi. Bürokratlar, kamu çalışanları mesaide içki kokusu anlaşılmasın diyenler için lokantanın sarı votkası birebirdi. Limon kabuğu ve karanfil ilave edilerek, uzun süre dinlendirilmiş votkanın tadı, içki düşkünlerince çok iyi bilinirdi. Lokanta, sarı votka geleneğini kapanana kadar büyük bir özenle sürdürdü. Kuşkusuz öğle rakıları için de vazgeçilmez bir mekândı Merkez Lokantası. Gazeteci-Yazar Mehmed Kemal (Kurşunluoğlu) öğle rakısını şiirini yazacak kadar sever, onu “gündüz gözüyle bakılan yeni resimlere benzetir.” 70’lerin Ankara’sında öğle rakısı deyince, Tavukçu’ya, Körfez’e, Göksu’ya, Yenimahalle’de Çalıkuşu’na, Bahçelievler 7. Cadde’deki Kokteyl Restoran’a, Mülkiyelilere kadeh uzatılır. Ama öğle rakısında AOÇ Merkez Lokantası’nın yeri, sadece adresi, coğrafyası ile değil, zengin klasik mönüsünden hizmetine kadar “stil” iyle de ayrıdır. İlkbaharla yeniden ayaklanan ağaçların altında bir görünüp-bir kaybolan bahar güneşi henüz rakı burcuna girmemiş, vakt-i kerahet gelmemiştir, ama müdavimleri için kolalı süt gibi ak masalarda öğle rakısı zamanı gelmiştir. O Rakı’dır ki, sadece güne, “mesai ”ye değil, hayata bir mola gibidir. Ahmet Rasim’in deyişiyle rakı bardağında cura (bardakta kalan bir yudum) bırakılmaz. Atatürk’ün son yıllarında lokantaya dönüşen mekâna bugünkü halini ise 1950’lerde Alman mimarlar verecektir. Tarım Bakanlığı’nın çalıştırdığı restoran, 1962’de özelleştirildi. 1975’de ise lokantayı Gar Lokantası’nın servis elemanlarından Avni Öztürk devraldı. Ardından 2013’te icrayla kapatılıncaya dek Mehmet Ali Öztürk tarafından işletildi. Çalışanları da lokanta kadar kıdemliydi; usta Hüseyin Haktanır, şef Erdal Çakır, Recep Usta... Merkez Lokantası’nda Tekel Birası yudumlayarak, Mefharet Atalay’ın tangolarını, Gönül Yazar’ın şarkılarını dinleyerek mutlu olanlar da çoğunluktaydı. 250 kişilik ana salonu ve 80 kişilik özel Ata salon ile 750 kişilik bahçesiyle başkentin önemli buluşma noktalarından biri olan lokanta, 2013 yılı başında icra yoluyla boşaltıldı ve kapandı. 2015’te bu kez İstanbul’un ünlü mekânı Kaşıbeyaz’ın Ankara şubesi olarak açıldı. Kaşıbeyaz, İstanbul'daki 6 şubesinin aksine, Ankara'da menüsünden alkollü içkileri kaldırdı. Ve… Merkez Lokantası’nın tadı kaçtı. Ah, damağımızdan kaçan bir tek “tad” olsaydı... Soralım: Tarihin “tersine” yaşandığı bir başka ülke var mıdır dünyada? Selim Esen
Gerçekedebiyat.com