Ankara’nın aykırı mahallesi: Hacettepe
Cumhuriyet Ankara’sının ilk dönemlerinde, daracık sokakları, eski esnafı, şarapçıları, dumancıları, kalaycıları, halkacıları, kabadayıları ile namlı bir Ankara semti idi Hacettepe. Hacettepeli hem şehirli gibi modern hayata yakın, hem de taşralı gibi bıçkın ve güçlü aile bağlarıyla birbirlerine tutkun bir mahalleydi. Dostlukları, bağlılıkları ve bitmek bilmeyen kavgaları, nüfuz çatışmalarıyla aykırı bir mahalleydi. Hacettepe Parkı’nın havuzunda, yıllarca meydandan meydana taşınmış ünlü “işeyen çocuk” heykeli henüz yoktu (“Su Perileri” adıyla anılan bu anıt Cumhuriyet’in ilk yıllarında İtalya’dan getirilip Kızılay meydanına konmuştu; 1930’lara doğru II. Evkaf Apartmanı’nın karşısına; 1940’lı yılların başında ise Hacettepe Parkı’na; ardından uzun süre depoda kaldıktan sonra Tandoğan Meydanı’na yerleştirilmişti; heykel halen Cer Modern’in önündeki alanda bulunmaktadır.) Annelerin çocuklarını pikniğe götürdüğü yerdi Hacettepe’nin şehre yukardan bakan parkı… Ancak, Hacettepe denince ilk akla gelen kabadayılarıyla anılan belalı bir semt olduğuydu: Karagöz Kemal, Kabadayı Mehmet, Sarı Veli gibi kabadayıları ile ünlüydü. Temmuz 1945’de, Hacettepe Spor’un kuruluşuyla mahalle daha tanınır hale gelmişti. O yıl Fahri Kabadayı, Kadir Ertaç, Suat Yıldırım ve arkadaşları Hacettepe Parkı’nda kurdular spor kulübünü. Takım renklerini oluşturan mor ve beyaz renkler, Park’taki beyaz taşlardan ve bahçeyi süsleyen mor menekşelerden esinlenilmişti; takım daha sonra Mor Menekşeler olarak adlandırılacaktı (İhsan Doğramacı Hacettepe Üniversitesini kurduğunda üniversitenin akademik cübbesine de mor rengini eklemişti). Bir dönem takımda futbolculuk, uzunca bir sürede genel kaptanlık yapan eski Başbakanlardan Şükrü Saracoğlu'nun oğlu Aydın Saracoğlu, dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı’ydı. Bütün yük onun omuzlarındaydı. Kavgasız maçlarda küfür kabullenilir bir şeydi, ama taraftarın çileden çıktığı bir maçta tribünü zapt etmek ‘Veli Dayı’ya (Sarı) düşerdi. Eli belinde tribünler önünde yürüyünce kötü tezahürat ‘zınk’ diye sona ererdi. Tamamı Hacettepeli gençlerden oluşan kadrosuyla, üst üste 3 şampiyonluk kazanarak Ankara 1. Ligi'ne kadar yükseldi Hacettepe Spor. 1953-54, 1955-56 ve 1957-58 sezonlarında Ankara şampiyonluğuna ulaştı. 1967-1968 sezonunda ise, averajla 2. Lig'e düştü. Ankara’da kavga gürültünün, baskınların, adam dövmelerin, silahlı çatışmaların eksik olmadığı yerdi Hacettepe… 50’li yıllar olmalı mahallenin kızlarına yan bakan Harbiyeli üç askeri öğrenci hak ettikleri dayağı yiyince, Harbiyeliler bir otobüs dolusu arkadaşlarıyla rövanş için Hacettepe kapılarına dayanmışlar, tüm mahalleli, Harbiyelilere karşı bir olup meydan dayağı atmıştı. Bu olaydan sonra artık Hacettepe’ye yan bakan kalmamıştı. Söylenti odur ki bu olaydan sonra Harp Okulu Komutanı Harbiyeli öğrencilere Hacettepe’ye gitme yasağı koymuştu. Bir başka iz bırakan, korku salan olay 1933-34 yıllarından… Hacettepeli kasap Deli Mehmet adında birisi bir elinde tabanca, öteki elinde saldırma semti ayağa kaldırıyor, sonra da bir komiser tarafından öldürülüyor. Hacı İlyas camisinin yanında dar küçük bir sokak olan Karabiber Sokağında oturan Deli Mehmet. Evinin bahçesindeki kocaman dut ağacından tanınıyor… Olay günü sokakta 100-150 kişi oradan oraya kaçışıp duruyor. Deli Mehmet’in karısını dut ağacına astığını, ardından elinde tabanca, bıçak halkı kovaladığı söyleniyor. Deli Mehmet’in can arkadaşı köfteci İrfan’ın olayı önlemeye çalıştığı, başaramadığı da dilden dile yayılıyor. Deli Mehmet, İrfan’ın parmaklarını doğramış… İzleyen günlerde olayın ayrıntıları paylaşılıyor… Karısını asmasından önce de 1925’te gene karısını, kızını doğramış hapse girmiş, deli olduğu için salıverilmiş Mehmet. Bu ikinci olayı… Delinin İstiklal Savaşı’nda yararlık gösteren bir çavuş olduğu da öğreniliyor. Ve 60’lı yıllar… Hacettepe’ye bir hastane projesi hazırlayan İhsan Doğramacı, mahallenin tepkisiyle karşılaşmış, mahallelinin gönlünü, “Hacettepe’yi Arsenal yapacağım!” vaadi ile almıştı. Hastanenin kurulmasıyla Ankara’nın en arızalı semti ayıklanıyor, ceket omuzdan düşük yürüyenler, kentin dört bir yanına savruluyor. Samanpazarı’nın alt kesimlerinde, içinde Tacettin Dergâhı’nın da (şimdiki Mehmet Akif Ersoy Evi) yer aldığı ve Cebeci çayırına kadar uzayan alanda hızlı biçimde gerçekleştirilen istimlaklarla semtin kendine özgü yaşam kültürü, kültürel varlıkları, eşyaları, gelenekleri yanında, ticari yaşamı ve hepsinden öte tarihi değeri olan çok sayıda eski Ankara evi de yok oluyor. Dünyanın çağdaş hiçbir ülkesinde “eski”yi yok ederek üzerine “yeni”yi kuran bir ülke yoktur Türkiye dışında. Tek tesellimiz, arada bir, bir yerel yöneticinin ileri görüşlülüğüyle yangından mal kaçırır gibi “eski”yi koruma altına alıp, restore ederek kültürel mirası güvenceye alma girişimleri... Ankaralılar Veysel Tiryaki’ye teşekkür borçludurlar. Selim Esen
Gerçekedebiyat.com