'Türkçe edebiyat' tartışmaları ve içimizdeki kriptolar!
Türkçe edebiyat, Türk edebiyatı gibi oldukça sinsi ve acımasız ad kullanan yayınevi ve yazar şair taifesine karşı on yıllardır mücadele veren belki de tek dergiyiz. Bu adı kullananların faşizmi her geçen gün bir başka rezaletle kanıtlanıyor. Yazımız bu anlamda derli toplu yazılardan biridir.
Türk edebiyatının adı "Türkçe edebiyatı" olsun tartışmasını başlatarak insan aklıyla alay edenlerin sözbirliği ettiği ve söyledikleri tek doğru şey, çıkardıkları bu tartışmanın bilimsel değil politik bir tartışma olduğudur. Bir millete, kendi ülkelerinde bile edebiyatlarında adını anmaktan kaçınmak, onlara sömürge muamelesi yapmak anlamına gelir. Bu dünyada, bu coğrafyada bir Türk halkı ve bu halkın yarattığı bir edebiyat yok mudur? Bunu yok sayan, sulandıran, bulandırmaya çalışan bu acımasız talebin kaynağı ne olabilir? İkinci Yeni akımını aratmayan nitelikte bir dille yazılmış Orhun Yazıtları gibi (Yazıtlarda Türk sözü de geçiyor) bir yazılı edebiyatla başlayan ve Dede Korkut gibi kalıtı, Divan-ü Lügat-it Türk'te yüzlercesi bugüne ulaşan müthiş bilmeceleri olan, görkemli halk şiiri, destanları, Fuzuli'si, Kaşgarlı Mahmud'u, Yunus'u, Karacaoğlan'ı, Cumhuriyet döneminde inşa ettiği çağdaş bir edebiyatı olan Türklerin bu kalıtlarının adını sulandırmaya çalışmak, onların adını yarattıkları edebiyatta kullanmaktan imtina etmek, bir de bunu üstelik tefrika halinde tartışmak cahillik değilse sapkınlıktır. Kültür, bir ulusun kendini tanımladığı günden varlığını sürdürdüğü bu güne dek geçen uzun sürede yarattığı her şeyi kapsar; dil ise kültürün yaratılmasında ve aktarılmasında önemli bir araçtır. Hele edebiyat salt dille yapılan bir eylemdir. Her ulusun edebiyatı bu nedenledir ki o ulusun dilinin adını taşır. Öyleyse bu tartışmayı yaratan çevrelerin amacı nedir? Bunlar kimlerdir? Eğer bu aklıevvellerin sözüne uyup binlerce yayınevimiz, yazarımız, şairimiz, eleştirmenimiz, aydınımız, bilim adamımız, (insanımız demiyorum, hayvanların akademisyeni yok) "Türk edebiyatı" yerine "Türkçe edebiyat"ı kullansa bir kaç on yıl sonra Türk edebiyatı diye bir şey kalmaz. Çünkü aynı çevrelerin torunlarının, bir kaç on yıl sonra, "Ama sizin adınıza bir edebiyatınız yok ki, bu edebiyat sizin değil, Türkçe yazan gezici kozmopolit insanların, sizdeki etnik birçok zenginliğin" vs. aşağılamalarda bulunacakları ve "Türkçe adında Türk var, adil değil" diyerek kendilerinin uydurduğu “Türkçe edebiyat” adını da toptan silecekleri –hatta şimdiden dile getiriyorlar- “Anadolu edebiyatı” filan diyecekleri kesindir. Bu vahşi talep, ülkemizin topraklarından hak talep etmek, Yunanlıların ege adalarını işgal edip zamana yayarak ama o zaman sesiniz çıkmadı artık bizim, demesi gibi bir tehlikedir. Bu çevreler bir kaç on yıldır önce edebiyatımızın değerli yazar ve şairleri adına konmuş ödüllere sızdılar, hak etmeyenlere ödül verdiler, sonra neoliberal dönemin rüzgârını da arkalarına alarak ideolojik bir hegemonyayla yayınevi "editör"lerinin kafalarını bozdular, Türkçe yazım kurallarına, yeteneğe dikkat etmeyerek düzgün Türkçe'yi tahrip ederek, oldukça gevşek davranıp bugüne geldiler. İşi edebiyatımızın adını değiştirmeye, onu bizden çalmaya, altımızdaki minderi çekmeye kadar azıttılar. Türk edebiyatının son 30 yılında, dergi ve yayınevi yönetimlerine, ödül merkezlerine yerleşip geniş ve gizli bir egemenlik kurmuş bir kısım şair/yazar topluluğunun, "Türk"le bir sorunu var, bu açık. -Sanki tarih tekerrür ediyor: 1914'de yapılan sayımda toplam Türk öğrenci sayısı, resmi ya da azınlık okullarında okuyan toplam öğrenci sayısının % 8'iydi!- İnsanın aklına edebiyat alanımız (yayınevleri-ödüller-akademiya) işgal mi edildi sorusu geliyor ister istemez. Yine mi bu okuryazarlık alanında %8’iz! Oysa biz Türk ulusunun bir parçası yazar şairleriz. Türklerin yaratıp bin yılların imbiğinden süzerek bugüne getirdiği dillerini iyi kullanmakla yükümlüyüz. Dünyanın diğer halkları bizden kendi dilimizle kendi ulusumuzu, kendi halkımızın kültürünü, psikolojik, ekonomik, demokratik, ekolojik ne varsa tüm sorunlarını ve özelliklerini, dağını ovasını bayırını deresini denizini tasvir ederek üstelik, dünya edebiyatına ve dolaysıyla o büyük insanlık denen havuza sunmamızı istiyor: Modern ulusal devletlerden tek bir dünya ulusuna gidecek o havuza... Amerikan ulusunu Walt Whitman kurdu, bugünkü modern Avrupa devletleri uluslaşmasını roman sanatıyla başardı; feodal derebeylikten müzikle, bestecileriyle sıyrıldı. (Walt Whitman, akın akın gelen göçmen çeşitliliği, tepkileri törpüleyerek tek bir çeşide, yani bir "Amerikan Ulusu" olma potasına yönlendirdi.) Türkçe edebiyat zırvalığını ortaya atanlar herhalde Türkler değildir; çünkü eşyanın tabiatına aykırıdır. Böyle bir şeyi ancak Özdemir İnce'nin dediği gibi "Aileleri, yaşamları yani biyografileri yüzünden Cumhuriyet karşıtı ve düşmanı... Dedeleri, babaları ve kendi kusurlu geçmişleri yüzünden Cumhuriyet’le hesaplaşmak, ona hesap sormak, ondan intikam almak..." isteyenler yapmak isteyebilir. Durup dururken edebiyatının adından vazgeçmek, o adla sorunu olmayan hiç kimsenin aklına bile gelmez. Dünyanın hiç bir ülkesinde böyle bir tartışma yapamazsınız. Ahmak olarak nitelenirsiniz. Bir Alman'a "Goethe Almanca edebiyat yapmıştır, Alman edebiyatına dahil değildir" derseniz sizi adam yerine koymazlar hatta sınır dışı ederler. "Alman edebiyatı mı Almanca edebiyatı mı?" diye bir "yüksek entelektüel!" tartışma bugün Alman edebiyat çevrelerinin aklına bile gelmemektedir. Alman edebiyat çevreleri, Mesut Varlık gibi eblehlerin bize akıl vermeye çalıştığı gibi, "Yahu ülkemizde 4 milyon Türk kökenli, Portekiz kökenli, Yunan kökenli vatandaş da yaşıyor; üstelik başarılı yazar sanatçıları hatta futbolcuları, aşı bulan doktorları bile var; bu Türklere kıyak geçelim Alman edebiyatı demek 'rahatlatıcı alışkanlığı'ndan vazgeçelim, bu kavram 'tarihsel-kavramsal-toplumsal-etik-politik sorun'lar taşıyor, valla Almanca edebiyat olarak değiştirelim" demiyor! Demez, diyemez. Çünkü edebiyatın adı bir egemenlik sorunudur. Tıpkı denizdeki, hava sahasındaki, kara topraklarındaki egemenlik gibi. Hatta ondan çok daha önemli: Edebiyat o ulusun tarihsel köklerinin kültürel kodlarının ana arterleri, taşıyıcılarıdır. Bu nedenle "Türk edebiyatı" basite indirgenecek bir ad değil, kültürel bir kavramdır. "Türk" sözünün kullanılmasından bile tüyleri ürperen, yüzünü buruşturan, bundan kaçmak isteyenler bilmeli ki, Türkçe'nin Türkçe'yi yaratan milletle ilişkili olduğunu ve o milletin kültürünü taşıdığını dikkate almayarak gerçeği anlayamazlar; hep yanlış yaparlar. Bir dil ve o dilin edebiyatı, o dili yaratan milletin duygularından, düşüncelerinden ve yaşam biçiminden ayrı düşünülemez. Türkçe'yi Türkler yarattı ve tarih boyunca Türkler tarafından biçimlendirildi. Edebiyatlarından söz ederken binlerce yıllık geçmişleriyle “Türk”leri de düşünmek zorundasınız. Kültürü dilden ayrı düşünmek, kullanılan sözcüklerin anlam dünyasını o milletin kültüründen ayırmak imkânsızdır. Bu nedenle "Türkçe edebiyat" dayatması doğrudan egemenlik haklarımıza saldırıdır. "İçimizdeki İrlandalılar"* eğer biz sıkı durmazsak gevşersek ağzımızdaki lokmayı da alırlar. Türkler, kendilerini Türk görmeyenlerin insafına göre, onların izni kadar Türk egemenliğinin (edebiyatının adının) derecesini belirlemeyi kabul edemez. Bu gürültüyü çıkaranlar, neoliberal atağın rüzgârını da arkasına alarak zamanın TC hükümetinin zaaflarından yararlanmış, güçlenmiş, FETÖ darbesi olacağı kulaklarına fısıldanmış, böylece kısa zamanda ülkenin bir bölümünün koparılabileceği hayaline kapılanların edebiyattaki uzantılarıdır. Türk edebiyatını "Türkiye edebiyatı" haline getirmeye çalışmak, Anayasa'nın değiştirilemeyen ilk dört maddesinin değiştirilmesine çalışmak gibidir. Mesut Varlık gibi kişiler, “İlk Türkçe romanı bir Ermeni yazdı... Ne oldu yani kıyamet mi koptu" diye yazarak accık ucundan hesabı kafalarımızı bulandırmaya çalışırken kendi kimliğini de ele veriyor. Akılları fikirleri gizli açık korudukları etnik kimliklerinde olan bu kafalar, tuttukları subaşlarının gücünü de kullanarak temiz kalpli genç Türk yazarlarını da kendi suçlarına ortak etmeye çalışmaktadırlar. Atatürk, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir" diye tanım yapmıştı; çünkü kurucuydu. Ancak biz bugün, Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı olmayı içselleştirmiş kişilere Türk milleti diyoruz. Yoksa kan ölçüm cihazıyla soy sop araştırma, bu toprakların baskın kültürü hiç olmadı olmayacak da. Milliyet, alınlarda değil, kimlik begesinde ve pasaportta yazar. Ancak, kitaplarını bastıkları, okurunu, matbaalarını, dergilerini, ödüllerini tepe tepe kullandıkları bu ülke Türklerin egemenlik sahasıdır. Kendi edebiyatlarına hangi adı kullanacaklarını onlar karar vermelidir! Bu kişilerde anlaşılan vicdan bile yoktur! Hâlâ Cumhuriyet öncesi özlemlerle, hatta bin yıllık etnik kinle davranan, bir anlamda bu "içselleştirme"yi başaramamış, böylece "çağdaş bir vatandaş" olmayı kabullenmemiş kişiler işte bu akıl dışı talepte bulunuyor. Tartışma yazıları yazan ve tavrını "Türkçe edebiyat" demekten yana koyanların neredeyse tümü kendini "Türk" olarak kabul etmiyor; yani başka bir millettenler; bu ayıp değil, saygı duyuyoruz ama kimliklerini açıkça dürüstçe söylemiyorlar. Bu akıl dışı kavramı kullanmak, elbette Nazım Hikmet'in, Edip Cansever'in, Cemal Süreya'nın aklına gelmezdi. Bu kavramı ilk 1990'lı yılların başında ortaya atan şair Yılmaz Odabaşı'nın önerisi yalnızca Diyarbakır çevresinde dar alanda çok daha naif bir talep olarak dolaşıyordu. Ancak bu konuda tartışma daha da eski: Fransa'daki Türk öğrenci derneğinin tanımı olarak doğduğunu Nadir Nadi Bey'in Cumhuriyet'teki 11 Eylül 1974 tarihli ''Kimdir Bunlar?'' başlıklı başyazısından öğreniyoruz. Nadi, ''...Türk ordusunun Ada'dan derhal çekilmesini, başpapaz Makarios' un geri dönmesini, Ada'da darbe öncesi düzenin yeniden kurulmasını" isteyen bir bildiriye imza atan Fransa'daki dernek için "Derneğin adı bir tuhaf: Dilbilgisi açısından dilimize pek uygun düşmüyor. -Fransa Türkiyeli Öğrenciler Birliği- denmiş. Herhalde -Fransa Türk Öğrenciler Birliği- dense daha düzgün bir Türkçe olurdu. Adresi de -6, Place St. Michel, Paris.'' diye açıklayarak bunlara "Sen Mişel solcuları" adını takmıştır. Gerçekten de -L'Association des ´etudiants de Turquie en France- (Fransa Türkiyeli Öğrenciler Birliği) damgasıyla imzalanan ortak bildirinin altında Yunan örgütlerinin imzası -´etudiants de Grêce- (Yunanistanlı öğrenciler) yerine -´etudiants Grec- (Yunan öğrenciler)'dir! Nadi, 1974 tarihli yazısını "Türkiye'de etnik bir sorun yoktur. Bu topraklarda doğan ve elinde devletimizin kimlik kâğıdı bulunan herkes, aslı ne olursa olsun Türk yurttaşıdır.'' diye bitiriyor. 1995'te bu kavram üzerine ilk kitap olan "Poeturka: Ulus-Ötesi Bir Türkçe Şiir İçin ’80 Sonrasına Eleştirel Bir Bakış"ı yazan Kıbrıslı şair Mehmet Yaşin, zaten kendisini Türk değil kozmopolit dünya vatandaşı olarak tanımlamaktadır. Tartışmaya Cumhuriyet'teki köşesinde 28 Ocak 1999 yılında katılan ünlü yönetmenimiz Metin Erksan ise oldukça sert sözler söylüyor: "Türk sözcüğüne karşı düşmanlığı, yabancı devlet parası ile 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti' karşıtı 'etnik ayrımcı'lık yapanlar oluşturmuştur... Sinsi, kurnaz, ikiyüzlü bir konumda 'etnik ayrımcı'lık yapan hain bir takım, 'Türk' deyimini 'Türkiyeli' deyimine, 'Türk Yazar' deyimini 'Türkiyeli Yazar' deyimine dönüştürmüştür! Milton İngiltereli şair değil, İngiliz şairidir! Goethe Almanyalı şair değil, Alman şairidir! Yunus Emre Türkiyeli şair değil, Türk şairidir! Dünyanın tüm sözlükleri bu yaratıcıları; İtalyan, İngiliz, Alman, Türk deyimi ile tanımlar. "Karl Marx, Marksist düşüncenin temellerini oluşturan yöntemini açıklarken 'Alman Felsefesi', 'İngiliz Ekonomi-Politiği', 'Fransız Sosyalizmi' deyimlerini kullanır. Almanya, İngiltere, Fransa deyimlerini kullanmaz. "Daha önce de yazmıştım, K. Marx ve F. Engels çokuluslu Osmanlı Devleti'ne ilişkin yazılarında, Türkiye ve Türkiyeli sözcüklerini ve deyimlerini kullanmazlar. Sürekli olarak 'Türk' sözcüğünü ve deyimini kullanırlar." Gerçekten de 1999'lu yıllarda "içimizdeki İrlandalılar" iyice azıtmış, işi "Türk" sözünü kullanan Marx ve Engels'i bile "şovenist!" olarak suçlamaya kadar götürmüşlerdir. Tartışmaları 2015 yılında alevlendiren, Orhan Kahyaoğlu'nun hazırladığı Modern Türkçe Şiir Antolojisi oldu. Kahyaoğlu, bir Soros desteği kuruluşu Açık Radyo'da kitapla ilgili yaptığı konuşmada "Türkçe şiir" adını koyma nedenini açıklarken, "Ulus devlet denilen imgenin artık yıkılmaya doğru gitmesi sürecinde... Türkiye’de... bir tavır takınmak" istediğini belirtiyor ve "...fazla özel duyarlılığımdan dolayı (-bu "özel duyarlılık" da neyse!-)Türkçe Şiir Antolojisi demeyi daha uygun gördüm. Sonuçta, Kürt şairler var, bu insanların apayrı, özgün bir kültürleri, kimlikleri var. Modern Türk şiiri veya çağdaş Türk şiiri deyince Türk şairini imliyor..." gibi oldukça gerici bir açıklama yapıyor. Kahyaoğlu'nun o çok sevdiği kavram "Modern" çağlarda edebiyat dili, bir "soy" faşizmini temsil etmez. Ulus içinde ağırlıklı ve "kurucu soy"un dili ortak dil olarak, doğal olarak da edebiyat dili olarak kabul edilir. Önemli olan o dili yaratıcı biçimde kullanarak daha yüksek edebiyat yapabilmektir. Vatandaşlık temelinde örgütlenmiş bir birlikte, ırk, dil, din, mezhep farklılıklarını geriye doğru derinleştirerek düşmanlığa dönüştürmek çağ dışılıktır, gericiliktir, etnik faşizmdir, Özdemir İnce'nin ve Feyza Hepçilingirler'in deyimiyle "Bölücülük"e hizmet eder. "Türkçe edebiyat" denmesini savunanların bugün yuvalandıkları, bu tartışmayı yürüttükleri yer T24-K24 sitesi olduğu görülüyor. Ciddi bir edebiyat dergisinde böyle bir tartışmaya rastlamadım. Bu mefküre, daha bir kaç ay önce ortaya çıkan ABD yeni başkanı seçilen Joe Biden'in adını saydığı yayın organları arasında, adeta "Bizim çocuklar" dediği bir yayın organıdır. T24 sorumluları her ne kadar bu açıklamayı yalanlasalar da zaten yayın politikalarıyla artık ceset olmuş neoliberal dönemin kültürel politikalarının temsilcisi oldukları paçalarından akıyor; ulusal devlet düşmanı, etnikçi, zaman zaman da Türk düşmanlığı sergileyen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını içselleştirememiş, gevşek insanların yazdığı eski Radikal, Taraf gazeteleri neşeli günlerinin özleminde, onların devamı gibidirler. Metin Erksan'ın işaret ettiği "yabancı devlet parasıyla" yaşamaktadırlar. Marx'a bile şovenist diyecek kadar işi azıtanların arsızlığını düşününce, bazı büyük yayınevlerinin, sıkılmadan "Türkçe edebiyat" tanımını kullanmaktan çekinmemelerinin temel sorun olduğu anlaşılıyor. Bu gerçek, yayınevlerinin, dolaysıyla yayıncılığımızın "Türk edebiyatı"na kapalı, "Türkçe edebiyat" tayfasına ise sonuna kadar açık olduğu anlamına gelmektedir. Söz konusu yayınevleri maalesef, bu çarpık kafaların edebiyat dediği şeyi Türk halkına satmaya çalışmaktadırlar. Bu anlayışların ele geçirdiği edebiyatımızda halkımıza dayattıkları yazarlardan Orhan Pamuk bir hırsız gibi gizlice ülkesine girip çıkmakta, Elif Şafak ülkeye hiç girememektedir. Yetmedi, pedofiliyle dolu sayfalar yazmış, tacizle suçlanan "star" yazarlarla patlamış bir lağımla, çökmüş bir "neoliberal dönem" edebiyatıyla karşı karşıyayız. "Türkçe edebiyat"çılar ölmüş eşeği canlandırmaya çalışmaktadırlar. İşin en acı yanı en az yetmiş milyonu yoksul, emekçi, mazlum Türk halkı bu etnik milliyetçi çetelerce kendi yurdunda romansız, şiirsiz öksüz bırakılmış durumdadır. Bu aptalca tartışmayı Türk edebiyatı tanımını kullananlar çıkarmadı; dediğimiz gibi kimin aklına gelir ki! Çıkaranlar bellidir; anlatmaya çalıştım. Ama gelin görün ki sanki yüz yıllardır "Türkçe edebiyat" tanımı kullanılıyor da kimi "milliyetçi"ler "Türk edebiyatı diyeceksiniz ulan" suçlamasıyla bu garibanlara baskı uygulamaktadır! Eve giren hırsız ev sahibinin kendisine tepki göstermesinden rahatsız oluyor: Ahlaksızlığın, utanmazlığın görünür yanı da buradadır. Özdemir İnce’nin bu konuda Şükrü Erbaş’ı eleştirdiği Cumhuriyet’te 20 Mart 2020 Pazar günü yayınlanan yazısından alıntı bu konuyu özetliyor: “Etnik kimlik tutkusu ilkel bir ırkçılık türüdür. Genetik bilimi etnik köken denen şeyin bir fantezi, bir varsayım olduğunu çoktan kanıtladı. ‘Kültürel Milliyet’ de etnik kimlik gibi kurgusaldır (fictif, yapıntı). Kimliklerde, pasaportlarda hangi devletin vatandaşı olduğunuz yazar. Etnik kimlik meftunları, belki de, bu kimliklerinin, bir dipnot olarak resmi evraka işlenmesini isteyecek kadar saçmalayabilirler. Yazdığı dil yazarın vatanıdır. Gerisi safsatadır!” "Türkçe edebiyat" kullanan "network grubu"na son sözümüz: Hem suçlu hem güçlü olma ikiyüzlülüğünden vazgeçin. Kimse sizin ne ad kullanacağınıza karışmıyor: Büyük yayınevlerimizi, birbirinden değerli yazarlarımız adına konan ödüllerin seçici kurullarını, dergilerimizi işgalden vazgeçin yeter! İşte o zaman ne edebiyatı yaparsanız yapın -adına isterseniz esperanto edebiyatı bile diyebilirsiniz- kimse karışmaz! Bize edebiyatımızı geri verin ve adını öğretmeye kalkmayın. Sizin gibi kendini Türk vatandaşı olarak bile göremeyen yazar şairlerle hem işimiz olmaz hem edebiyatımız bir adım ilerleyemez çünkü. Bizim derdimiz sizinle değil, edebiyatımızı kurtarmakla! Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü bu Türk olmayan yayınevlerinin kitaplarını almayı durdurabilir. En azından Oya Baydar (36 kez), Ayfer Tunç (34), Elif Şafak (26), Burhan Sönmez (24), Perihan Mağden (17), Aslı Erdoğan için (12 kez) gibi kendilerini Türk değil Türkiyeli gören yazar ve şairlere ve onların yayıncılarına bu kadar telif ödemeyi keserlerse iş biter! *İçimizdeki İrlandalılar: 1999 yılında büyük eleştiriler alan Milli Takım Teknik Direktörü Mustafa Denizli'nin İrlanda'yı yenerek tur atlamamız üzerine kendisini eleştirip İrlanda'nın daha iyi takım olduğunu yazanlara karşı, "Yalnız İrlanda'yı değil içimizdeki İrlandalılar'ı da yendik!" dediği ünlü söz. Ahmet Yıldız'TÜRKÇE EDEBİYAT' ADINI KULLANANLAR KİMLERDİR?
EDEBİYATIN ADI BİR EGEMENLİK SORUNUDUR
'TÜRKÇE EDEBİYAT' TANIMI İLK NE ZAMAN ÇIKTI
'TÜRKÇE EDEBİYAT' TARTIŞMASININ YAPILDIĞI YAYINLAR
‘TÜRKÇE EDEBİYAT’ DİYEN KRİPTO YAYINCILARA SON SÖZÜMÜZ
Gerçek Edebiyat