orhan-pamuk-un-veba-geceleri-romaninin-jale-parla-metni-uzerinden-elestirisi-968987.webp


Orhan Pamuk’un Veba Geceleri romanı üzerine olumlu ya da olumsuz değerlendirmeler yapıldı. Bu yazıda ben Jale Parla’nın Kitap-lık’ta yayımlanan Veba Geceleri: Görsel Bir Modern Epik değerlendirmesi üzerinden dolaylı olarak Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’ni metin içeriğiyle sınırlı olarak değerlendirmeye çalışacağım.

Jale Parla dergide yer alan yazısına Veba Geceleri’nin girişinde yer alan tümceyle başlıyor: “Bu benim bir tarihi roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir.”(*) Parla bu tümcenin ‘yapıtın ait olduğu türe ilişkin’ olduğunu yazıyor.

Bu tanıya göre Veba Geceleri hem bir tarihi romandır hem de roman biçiminde yazılmış bir tarih. Veba Geceleri’nin yazarı da, dergide yer alan metnin yazarı da her iki savı onaylıyor. Bir tarihi roman ve roman biçiminde yazılmış bir tarih okuyor okur. Parla bu savı karmaşık bir sav olarak görüyor, Veba Geceleri’ni bu karmaşadan kurtarmak için ‘ya’, ‘ya da’yı ayırt etmek gerekiyor.

Bu tanıdan yola çıkarak Veba Geceleri ya tarihi bir romandır ya da roman biçiminde yazılmış bir tarihtir.

Kararı kuşkusuz okur verecek, bir okur olarak benim yargım tarihin somut olgularının, Orhan Pamuk’un soyut algısıyla kotarıldığı bir kurgu; tarihsel somut olgular, yazarın somut olguları eleştirel yöneteme soyutlaştırarak yeniden ironik olarak kurguladığı bir roman.

Elbette burada tarih kavramı üzerinde durmak gerekir. Oxford İngilizce Sözlüğü tarihi iki ayrı anlamıyla tanılıyor:

  1. Bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz ya da rakam.
  2. Ülkeleri, ulusları, toplumları, kuruluşları etkileyen eylemlerden doğan olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki nedensel bağları, bunların daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her ulusun kurduğu uygarlıkları, ulusların kendi iç sorunlarını vb. inceleyen bilim.

Sözlükteki kavramlar Veba Geceleri’nin roman biçiminde yazılmış bir tarih olmadığını gösteriyor.

Ancak tarihi olguların bir bölümünü tarihe uygun, diğer bölümünü tarihsel gerçekleri ironiyle kurguladığından tarihi roman olarak da değerlendirilmemesi gerekir. Parla yazısında “Tarih disiplini de artık salt olgusal kayıtların toplamından oluşan tarih anlayışını uzunca bir süredir yeniden gözden geçirmekte” diyerek “Tarih de artık savaşlar, devrimler, devletlerin kuruluş ve yıkılış olayları kadar günlük, olaysız yaşamların ayrıntılarına, sıradan insanın tecrübelerine, hatırladıklarına, ya da unutmak zorunda bırakıldıklarına odaklanarak yazılıyor” yargısına varıyor.

Bu yargı ‘Anlatsam hayatım roman olur’ yargısıyla ‘herkesin kişisel tarihi vardır, anıları, anımsadıkları ya da unutmak zorunda kaldıkları’ savıyla aynı doğrultuyu içerir. Parla toplumların tarihiyle, bireylerin yaşamlarını, gündelik olgularını bir ve aynı sayma yanılgısına düşüyor.

Kaldı ki Veba Geceleri’nin kahramanları tarihi kişilere denk düşüyor. Örnek olsun Kolağası Kâmil, Mustafa Kemal’dir; Pamuk, Enveri bıyığına kadar Mustafa Kemal portresi çizer. Parla “Kolağası Kâmil’e istediği Kayzer Wilhelm bıyığı şeklini verebilmek için berber Panayot Efendi’nin, Berlin’de kullanılan yapıştırıcının formülünü ele geçiremeyince ‘palamut ağacının ham meyvesi ve Minger çamının sakızını ezerek’ ve gülsuyu ve leblebi tozuyla karıştırarak imal ettiği balmumunun yapılışı ve daha yüzlerce ansiklopedik bilgi bulunur” diyerek karikatürize etmeye çalışır.

Kayzer Wilhelm bıyığı ile Veba Geceleri’nin 217. Sayfasında karşılaşıyoruz.

“ ‘Komutanım bakınız,’ diye devam etti berber Panayot Efendi, ‘bu buyuk yağı ve bu kargaburun maşa, İstanbul’da bir iki berber dükkânında ya vardır ya yoktur. Ama ben on yıl önce bu şişeyi Berlin’den getirttim ve Minger’de Rum, Müslüman bütün efendilere ve beylere nasıl sürüleceğini öğrettim. O zamanlar uçları sivri, gövdesi kalın ve dik Kayzer Wilhelm bıyığı yapmak için, ortayı kısacık kesip, kenarları ince ince burmak kâfi gelir zannediliyorlardı. Oysa maşanın ucunu ısıtıp bıyığa arzuladığın şekli verirken, balmumu sıvıyı tüylere sabırla ağır ağır yedirerek sürmek de çok mühimdir.’

Berber bu söylediklerini ağır ağır yapıyordu. En önemli nokta: Yanak ve elmacıkkemiklerinin üstündeki kılları bıyığa destek olsun diye asla kullanmamak lazımdı. Bu çirkin ve kaba gözükürdü. Ama ne yazık ki Berlin’de ve İstanbul’da bunu yapan berberler hâlâ vardı. Bilakis, tıraşa başlamadan önce yüzdeki bütün tüyleri iki kere perdahlayarak almak gerektiğini usta ve modern berberler bilirlerdi. Wilhelm’e uçları bıçak gibi sivri, dimdik özel bıyık yapan Fransız firmasının sırrını iksir gibi sakladığı bu balmumlu yapıştırıcıyı Berlin’deki dükkânında hâlâ satıyordu. Mingerli berber Panayot, Alman’ın şişesi bitince, palamut ağacının ham meyvesi ve Minger çamının sakızını havanda ezip, öldürülen kimyagerin Abdülhamit’in izniyle getirdiği fidanlardan yapılmış gülsuyuyla karıştırarak aktar Vasili’den aldığı leblebi tozunu da ekleyerek aynı neticeyi elde etmişti.”(s.217,218)

Kayzer Wilhelm bıyığı olarak bilinen ve sadece İttihatçıların taşıdığı varsayılan bıyık Prusya tipi bıyıktır. Bıyıklar yukarı doğru sivriltilir. Kayzer II. Wilhelm, Enver Paşa, Atatürk gibi tarihi kişilerin bir dönem kullandıkları bıyık Prusya bıyığıdır. Prusya bıyığı 1800’lerin sonlarından itibaren, I. Paylaşım Savaşına kadar modaydı. Pamuk Veba Geceleri’nde bıyığın yapıştırma olduğunu ima eder, Parla da aynı kanıdadır. Pamuk bıyığın yapıştırılması için kullanılan yapıştırıcıdan söz ederken “tıraşa başlamadan önce yüzdeki bütün tüyleri iki kere perdahlayarak almak gerektiği”ni yazar. Parla da metninde “berber Panayot Efendi’nin, Berlin’de kullanılan yapıştırıcının formülünü ele geçiremeyince 'palamut ağacının ham meyvesi ve Minger çamının sakızını ezerek’ ve gülsuyu ve leblebi tozuyla karıştırarak imal ettiği” balmumuna değinir. Wilhelm bıyığı ya da Prusya bıyığının yüzdeki bütün kılların en az iki kere perdahlanarak, balmumuyla yapıştırıldığı belirtiliyor, ‘yapıştırma bıyıktır’ denilmek isteniliyor.

 

Kayzer Wilhelm, Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref, Atatürk

Tarih tanımını başka bir kaynakta görelim:

Sâmî dillerden Akkadca’da, Sâbiî dilinde, Habeşçe’de ve İbrânîce’de “kamer, şehr (ay), zaman” veya “ayı görmek” anlamlarındaki yareah/yerah kelimesinden Arapça’ya erreha/verraha şeklinde geçen fiilden türeyen târîh (te’rîh) “aya göre vakit tayin etmek, bir olayın meydana geldiği günü ve yılı, bunların rakamla yazılışını, bir şeyin oluş zamanını ve olaylar dizisini tesbit etmek” gibi çok geniş mânalara gelmektedir.”4

Tarih’e nedensellik ilkesini getiren Thucydides ve Polybius’tur. Tarih ve aynı anlama gelmek üzere tarihi roman eğer tarihi içerecekse akıl ve mantık yoluyla, romana tarih bilinci katılarak kurgulanmalıdır.

“Antik Yunan’ın büyük tarihçileri olan Herodot, Thucydides ve Polybius’un fikirleri ve insanlık tarihine etki eden nedensellik anlayışına verdikleri önemleri dikkat çekicidir. Antik Yunan efsaneleri olayları doğaüstü güçlerle açıklarken Herodot bu olayları akıl ve mantık yolu ile açıklamaya çalışmıştır. Buna rağmen Herodot Antik Yunan’ın efsanelere dayanan tarih anlatımının etkisinden tam olarak kurtulamamıştır. Olayları efsanelere dayandıran tarih yazıcılığı ancak Yunan tarihçi Thucydides’in olayları gerçek sebeplerine dayanarak anlatması ile mümkün olmuştur. Ayrıca Antik Yunan tarihçisi Polybius, tarih nedenselliği anlayışının tarihin özü olduğuna vurgu yaparak, tarihi olayları kavramada sebep kavramının alanını genişletti ve iki tür sebep arasında bir ayırım yapmaya olanak sağladı. Nedensellik fikrini diğer tarihçilerden ayrı bu üç tarihçinin anlayışındır.”5

Tarihin kaynakları neler?

Yazılı kaynaklar:

Tarihçilerin temel kaynaklarını teşkil eder.

*Arşiv belgeleri: kamuya ya da özel kişilere ait arşivlerde bulunan belgelerdir. Arşivler resmi kayıtlar, yazışmalar gibi çok çeşitli belgeleri içerir.

*Yayınlanmış resmi belgeler: Döneme ait kanunlar, kararnameler, kararlar

*İncelenen döneme ait hatıralar, eserler, edebiyat çalışmaları

*Dönemin basın-yayın organları (gazeteler, dergiler)

Sözlü kaynaklar:

Sözlü tarihin en büyük kaynağı insandır. En önemli özelliği ise yine tarihin nesnesi olan insan unsurunu kendisine temel bilgi kaynağı olarak almasıdır. Sözlü tarihin diğer kaynakları ise ; tarihî şiirler, hikâyeler, efsaneler, mitoslar, destanlar, menkıbeler, fıkralar ve atasözleri olmak üzere çeşitlendirilebilir.

Kalıntılar:

Arkeolojik kazılarda elde edilen malzemelerdir. Taş, toprak, kemik ve çeşitli madenlerden yapılmış eşyalar, mağara resimleri, kabartmalar, mezarlar, heykeller bunlardandır. Arkeoloji özellikle tarihte yazının gelişmediği zamanlar hakkında oldukça fayda sağlamaktadır.

Çizili, Sesli ve Görüntülü Kaynaklar:

Bu kaynaklara; haritalar, planlar, taş plaklar, fotoğraf vs. örnek gösterilebilir. Ancak montaj yapılabilmesi kaset, cd, dvd vs. belgelerin yüzde yüz güvenilir olma özelliğini yitirmesine neden olmaktadır.

Birinci el kaynaklar:

Tarihi olayın geçtiği döneme ait her türlü bulgulardır. Birinci el kaynaklar tarihi olay veya dönemlere tanıklık etmiş kişiler tarafından yazılır. Tarih biliminde birinci el kaynaklardan oldukça faydalanılmaktadır. Ancak birinci el kaynakların tamamı güvenilir değildir. Yazıldıkları koşullara ve yazan kişiye göre yazılanlarda taraf tutulmuş veya yanlış bilgiler aktarılmış olabilir. (…)

İkinci el kaynaklar:

Olayın geçtiği döneme yakın ya da o dönemin kaynaklarından yararlanılarak meydana getirilen eserlerdir. Ve bu eserler daha uzun kalabilirler. Yazılı ve sözlü kaynakların yeterli olmadığı durumlarda (ya da bu kaynakları tamamlamak amacıyla) fotoğraflar ve günlük eşyalar (örneğin Eski Yunan toplumu için vazo motifleri) birinci elden kaynak olarak tarih çalışmalarına temel oluşturabilir.6

Parla, metninde tarihe ilişkin doğru saptamalar yaparak, tarihin sıradan insan tecrübelerine, hatırladıklarına, unuttuklarına ya da unutmak zorunda bırakıldıkları savını kendi yargısı ile karşı çıkıyor. “Dolayısıyla ister tarih romana, ister roman tarihe nüfüz etsin, ikisinin de yaşadığımız bu çağda ciddiye alınması gereken bir geçerliği olduğu kadar, hem tarih hem de roman anlatılarının, o anlatıları bugüne getiren aşamaların izlerini taşıması da kaçınılmaz.” Ama ardından “Kitabın sözde yazarı tarihçi/romancı Mina Mingerli, iki farklı türde anlatıyı harmanlamaktaki amacını ‘kahramanların öznel kararlarını anlamaya tarih biliminin yetmeyeceğini, bunların roman sanatının yardımıyla daha iyi anlaşılabileceğini hissettim ve bu ikisini birleştirmeye çalıştım’ diyerek açıklar.” Tarihin üstü böylelikle örtülmeye çalışılır.

Daha girişte Jale Parla, Veba Geceleri’nin kendi gibi olan diğer tarihi roman ya da roman biçiminde yazılmış tarih’in kendinden öncekilere dayandırıyor. Bir farkla daha önce yazılmış tarihi romanların mirasını ve yazarının da bu mirasın farkındalığı’yla… Ne demek? Veba Geceleri daha önce yazılmış tarihi romanların mirasını üstleniyor ancak onlardan farkındalığıyla ayrılıyor. “Dolayısıyla ister tarih romana, ister roman tarihe nufuz etsin.” Yazınsal bir tür olarak romanın tarihi olabilir, ancak tarihin ironik biçimde kurgulanarak yazılması tarih olmaz. Buna ilişkin gerekçeleri yukarıda açıkladığımı düşünüyorum. Mina Mingerli gibi Jale Parla da iki farklı türde anlatıyı harmanlamadaki amacın ‘kahramanların öznel kararlarını anlamaya tarih biliminin yetmeyeceği’ne inanıyor. Mingerli de Parla da tarih öznel olaylara yer vermez, tarihçi öznel olaylara değinmez, öznel yargılara yer vermez düşüncesindedir.

“… tarihçinin, yaşadığı toplumdan, bağlı olduğu kültürel çevreden, aldığı eğitimden, bizzat yaşadığı tarihî olgulardan ve koşullardan etkilenmeyecek şekilde bir nesnelliğinden söz etmek mümkün değildir. Zira tarihçi ile inceleme konusu yaptığı olgu arasına nesnelliğe halel getiren pek çok engel ve yorum girmekte ya da başka bir ifadeyle onu öznelliğe sürükleyen etkenler ortaya çıkmaktadır. (…)Tarihçi, olguları tasvir ederken birçok etken, nesnel olmasının önünde engel oluşturur. Her şeyden önce ona ulaşan malzemenin tarihî olguyu ne kadar yansıttığı meçhuldür. Bu sebeple onun nesnel olmasını engelleyen sebeplerin başında olgular hakkındaki belgelerin tarihçiye ulaşmasından kaynaklanan sorunlar gelir. Tarihçi ile olgu arasında geçen zaman diliminde belgelerin gerçeği yansıtacak şekilde muhafaza edilebilmesi her zaman mümkün olmaz. Tarihçinin nesnel olma çabası, kendisine ulaşan belgelerle sınırlıdır. Dolayısıyla eldeki belgeler, tarihçinin alanını sınırlar. Diğer taraftan tarihçi, incelediği dönemin bütün olguları hakkında bilgi sahibi olamaz.”7

 Procopius of Caesarea (Kayseryalı Procopius) 6. yüzyılda yaşamış Filistin asıllı bir tarihçi. Yazdığı ‘Justinian’ın Savaşları’, ‘Justinian’ın Binaları’ ve ‘Gizli Tarih’ kitapları ile Bizans İmparatorluğu’nun önde gelen en önemli tarih yazarı olarak anılır. Onun kitapları İmparator 1. Justinian dönemine ilişkin ilk akla gelen ana kaynaktır. Sekiz tarih kitabının dışında en önemli kitabı ‘Gizli Tarih’ adını verdiği kitabıdır. Tarih kitapları ‘mehdiye’ olarak bilinse de asıl önemli kitabı olan ‘Gizli Tarih’, I. Justinian döneminde imparatorluğun resmi tarihe girmeyen skandallarını konu edinir. ‘Gizli Tarih’i, ‘dedikodu’, ‘magazin’ nitelikli kitap olarak kabul edebiliriz. Kitabın Yunanca adı ‘Anekdota’dır. Procopius of Caesarea’nın ‘Gizli Tarih’i tarihtir (Kitabın adında tarih olduğu yazılıdır) üstelik bütünüyle öznel izlenimlerden oluşmaktadır. Procopius of Caesarea öznel olaylara öznel yargılarla tarih yazıyorsa, tarihin öznel yargıları içermediği ileri sürülemez. Bu denli karşamaya gerek yok, Orhan Pamuk (Dolayısıyla kahramanı Mina Mingerli) kahramanlarının öznel kararlarını tarihi kullanarak değil kurguda ve kurgunun olanaklarıyla yazabilir. Kurgu her şeydir, hem aşkın hem içkin olabilir.

Jale Parla Georg Lukacs’ın Roman Kuramı’na atıfta bulunuyor.

Tarihi roman türünü kuramlaştıran Lukacs, Perry Anderson’un özetiyle beş önemli noktaya işaret eder. Tarihi roman toplumsal güçlerle sürüklenen sıradan insanların yaşamının nasıl dönüştürüldüğünü anlatan bir epiktir. Karakterler arasında ünlü tarihi figürler olabilir ama bunların hikâyedeki rolleri dolaylı ya da marjinaldir. Olaylar büyük bir özelliği olmayan ortalama karakterler etrafında döner.

Lukacs, Roman Kuramı’nı 1914’te yazdı, 1916’da Estetik ve Genel Sanat Bilimi dergisi’de yayımlandı, 1920’de kitap olarak yayımlandı. Lukacs, kitabını yazma dürtüsünü önsözde açıklar.

“Yazma dürtüsü doğrudan doğruya, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve sosyal demokrat partilerin bunu coşkuyla karşılamasının Avrupa solu üzerinde yaratmış olduğu etkiden kaynaklanmıştı. Başlangıçta dile getirmesi çok zor olsa da, savaşın, özellikle de savaş coşkusunun şiddetle ve dünya çapında reddedilmesi yönünde tümüyle kişisel bir tutum takındım. 1914 sonbaharının sonlarında Bayan Marianne Weber’le yaptığımız bir konuşmayı hatırlıyorum. Bana bireysel ve somut kahramanlık edimlerinden bahsederek bu tutumumu sarsmaya çalışıyordu. Ona tek söylediğim ‘Ne kadar iyiyse o kadar kötü!’ oldu. Duygularımı bilinçli sözcüklere dökmeye çalıştığımdaysa aşağı yukarı şu sonuca ulaşıyordum: İttifak Devletleri Rusya’yı muhtemelen yenilgiye uğratacaktı; bu Çarlık’ın yıkılmasına yol açabilirdi; buna bir itirazım yoktu. Batı’nın Almanya’yı mağlup etmesi gibi bir olasılık da vardı; eğer bu, Hohenzollern ve Habsburg hanedanlarının yıkılmasına yol açarsa, buna da bir diyeceğim yoktu. Ama bu durumda da şu soru akla takılıyordu: Bizi Batı uygarlığının elinden kim kurtaracak? (O zamanların Almanyasının nihai bir zafer kazanması olasılığı benim için korkulu bir rüyaydı.)

Roman Kuramı’nın ilk taslağı böyle bir ruh hali içinde yazıldı. Başlangıçta, bir dizi diyalog biçiminde olması tasarlanmıştı: Bir grup genç, tıpkı Dekameron’un anlatıcılarının vebadan kaçması gibi çevrelerini kuşatan savaş psikozundan kaçıyor; kendilerini ve birbirlerini anlamak üzere giriştikleri söyleşiler yavaş yavaş onları bu kitapta tartışılan sorunlara götürüyor? Dostoyevskivari bir dünyaya bakışlar. Üzerinde biraz daha düşününce, bu tasarıdan vazgeçip kitabı bugünkü haliyle yazdım. Yani kitap dünyanın durumuna dair kalıcı bir umutsuzluk duygusuyla yazıldı. O sıralar bana çözümsüzmüş gibi görünen sorunlara ancak 1917’de bir yanıt bulabilecektim.

Bu çalışmayı yalnızca nesnel içeriğinin bakış açısından ve bu bakış açısını belirleyen iç etkenleri hesaba katmaksızın sırf kendi içinde değerlendirmek mümkündür elbet. Ama yaklaşık elli yıllık geçmişe bakarken, yazdığım dönemdeki ruh halimi tanımlamanın, kitabın doğru anlaşılmasını kolaylaştıracağı için önemli olduğuna inanıyorum.8

Lukacs daha sonra kuramını ‘çığır açmış gibi görünen bir kitap olan Dilthey’in Das Erlebnis und die Dichtung’unun (Yaşanmış Deneyim ve Edebi Yaratı, Leipzig, 1905)’a dayandırır. Anlık algısını açıklamaktan da kaçınmaz.

“Açılan bu çığır, o zamanlar bize hem kuramsal hem tarihsel alanlarda büyük ölçekli sentezlere dayalı düşünsel bir dünya gibi görünmüştü. Yeni yöntemin aslında pozitivizmi alt etmede pek de başarılı olamadığını veya sentezlerinin nesnel bir temeli olmadığını anlayamadık. O sırada, yetenekli kişilerin gerçekten sağlam sonuçlara yöntem aracılığıyla değil de yönteme karşı gelerek ulaştıkları, aramızdaki gençlerin dikkatinden kaçtı. Bir okulun veya bir dönemin yalnızca birkaç özelliği temelinde genel sentetik kavramlar oluşturmak ve sonra da bu genellemelerden çıkarım yapıp tekil olguların analizine yönelerek kapsamlı bir genel görüş olduğunu iddia ettiğimiz şeye ulaşmak moda oldu.

Roman Kuramı’nın izlediği yöntem de buydu.”8

Lukacs kuramını açıklarken ‘sentetik kavramlar’, ‘moda’ sözcüklerini kullanır. Lukacs’un Roman Kuramı 1914’e aittir. Kuram bütünüyle yanlış, değil, Lukacs 1971’de öldü, ancak savramlar, moda, roman kuramları 1914’te kaldığı gibi kalmadı, gelişti, değişti, dönüştü. Lukacs kuramını güncelleyebilseydi günümüz çağdaş roman kuramına ilişkin yeni kuramlar üretecekti. Günümüz romanı 1941’in roman poetikasıyla yazılmıyor.9 romanın 1941 koşullarındaki vardığı yerdeki gibi ‘Karakterler arasında ünlü tarihi figürlerin rolleri dolaylı ya da marjinal’ olmadığı yayımlanan bir çok tarihi romanda görülebilir. Roman ‘büyük bir özelliği olmayan ortalama karakterler etrafında’ dönebileceği gibi dönmeyebilir, doğrudan tarihi figürlerin roman kahramanı olduğu biçimde de yazılabilir.10

Nitekim Lukacs da aynı önsözde doğrular bunu.

“Şu halde, Roman Kuramı tipik bir ‘tinsel bilim’ ürünüdür ve kendi metodolojik sınırlarının ötesine işaret etmez. (…)Dolayısıyla, bugün biri çıkıp da Roman Kuramı’nı 1920’lerin ve 1930’ların önemli ideolojilerinin tarih-öncesini daha yakından tanımak için okursa, kitaba ilişkin olarak önerdiğim çizgilerde bir eleştirel okumadan yarar sağlayabilir. Ama kitabı kendine yol göstermesi umuduyla eline alırsa, yolunu daha da fazla karıştırmasından başka bir sonuç beklenemez. Arnold Zweig (Alman yazar ve savaş karşıtı eylemcisi-açıklama benim), genç bir yazar olarak, Roman Kuramı’nı kendine yol göstereceği umuduyla okumuştu; ama sağlıklı içgüdüsü onu, haklı olarak kitabı tümüyle yadsımaya yöneltti.”8

Parla, Pamuk’un Veba Geceleri’nin kahramanlarından Kalağası Kamil’in PTT’deki saate bakarken ‘ömrünün vefa etmesi ve iktidarını sürdürebilse (…) otokrat eğilimli sahtekârına’ dönüşüp dönüşmeyeceğinden söz ediyor. Daha önce değinildiği gibi Kolağası Kamil, Kolağası Mustafa Kemal’i çağrıştırıyor. Pamuk ‘Kemal’ diyememiş, Kamil’le idare etmiş. PTT’deki saatten söz edildiği için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü devreye giriyor.  Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kahramanlarından biri Halit Ayarcı. Halit Ayarcı Saatleri Ayarlama Enstitüsünün iki kurucusundan biridir. Tanpınar Ayarcı’yı olumsuz bir kahraman olarak çizer. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün asıl kurucu ortağı Hayri İrdal’ı olumsuz etkilediği gibi, karısıyla da ilişkiye girer ve bu ilişkiden bir de kızı olur. Hayri İrdal bu durumun ayırtına varmaz. Parla, Halit Ayarcı’yı otakrat olarak görür. Kolağası Kamil’in otokrat tavrını ona benzetir.

“Kolağası Kâmil, ömrü vefa etse, ve iktidarını sürdürebilse bir Halit Ayarcı’ya, Saatleri Ayarla Enstitüsü’nün bütün saatlerin aynı zamanı göstermesini sağlamaya çalışan otokrat eğilimli sahtekarına mı dönüşürdü?”

Pamuk Veba Geceleri’nde Abdülhamit’e karşı kalkışmadan söz eder. Saate kurşun isabet etmesini, PTT’den İstanbul ile irtibatın kesilmesi gibi çağrışımlara değinmeyeceğim. Pamuk bu kalkışma için tarih değerlendirmesi yapar ve şunları yazar:

O yürüyüş esnasında Kolağası’nın bugün tarih dediğimiz şeye iyice yaklaştığını hissediyoruz.” (S.267)

Parla nın Pamuk’un yaklaşılan tarihe ilişkin değerlendirmesi ise şöyle:

"Mina Mingerli, bugün tarih dediğimiz şeyin ulu tasarımlardan değil, kimi zaman küçük entrikaların sonuçlarından, çoğu zaman da rastlantılardan oluştuğunu ve nerede başlayıp nerede bittiğinin de sınırlarının çizilemeyeceğini ima eder.”

Burada ulu tasarım olmayıp küçük entrika ve rastlantı sözcükleriyle anlatılan şey Veba Geceleri’nde Kolağası Kamil’in, bu adın çağrıştırdığı Mustafa Kemal’in ve Bağımsızlık Savaşının ulu tasarım olmayıp, küçük entrika ve rastlantısal olduğu mu vurgulanmak isteniliyor?  Jale Parla modern epik’in hiciv üzerine kurulu olduğunu yazıyor. Başlangıçta da Veba Geceleri’ni modern epik olarak nitelendiriyor. Öyleyse Orhan Pamuk’un Veba Geceleri hiciv üzerine kuruludur. Ancak işin içine tarihi kimlikler girince hiciv ironik / alaysı bir dille tarihi kişilere yaklaşınca ve kurucu ögeleri ‘ti’ye alınca işin hiciv yanı sulandırılmış, aşırıya kaçılmış oluyor. Parla daha ileride romanın bir çöküş öyküsüne ve bir de kuruluş öyküsüne ‘kimi zaman kurguyla, kimi zaman da parodiye’ rastladığını belirtiyor. Kuşkusuz çöküş Osmanlı, kuruluş Cumhuriyet’tir. Parla romanda anlatılan veba gecelerini siyasi veba olarak nitelendiriyor ve siyasi vebaya ilişkin görüşlerini şu tümcelerle anlatıyor.

Çünkü vebanın sembolize ettiği şeylerden biri de siyasi veba, yanı baskıcı rejimlerdir. Romanın başlığı da herhalde bu yüzden Veba Günleri değil Veba Geceleri, Çünkü Minger adasında yönetim, hesap verilebilirliği olmayan, her türlü hile ve desisiyle yönetilen antidemokratik bir ‘gece’ yönetimidir.”

Antidemokratik, baskıcı, hile ve desiseyle yönetilen, hesap verilebilirliği olmayan rejim Kolağası Kamil’in kurmaya çalıştığı rejim midir? O rejimin neyi temsil ettiğini sezdirmemeye çalışıyor Parla. Ne var ki bir paragraf altta bunu sezmek olası.

 “Komutan Kamil (Sthendal’ın Julien Sorel ve Fabrizio del Dango’sunu çağrıştırır. Jakoben baskılar uygulamaya başlar. Vilayet Meydanı’na kurulan darağacında Ramiz ve arkadaşları (Suçsuz oldukları halde) asılır.”

Jale Parla, romandaki izlerin Mustafa Kemal’in çağdaşlaşma devrimlerini tabandan değil yukarıdan gelmesini Jakobenlikle mi nitelendiriyor? Darağacında suçsuz yere asılanlar Seyit Rıza, İskilipli Mehmed Âtıf Hoca gibiler mi?

Öyleyse Parla yanılıyor, Seyit Rıza İngiliz işbirlikçisi, İskipli Atıf Hoca vatan hainliği gerekçesiyle asılır. Yine hicvedilenler arasında “Komutan Kamil’in Cumhurreisi siçilmesi ve bu vesileyle verdiği Nutuk’ta Mingerlilik’le övünmesi, adada konuşulan o kadar başka dil varken Mengerce’yi resmi dil ilan etmesi”ni Parla hiciv olarak selamlar.  Soralım, hicvedilen nutuk Mustafa Kemal’in mecliste okuduğu nutuk mudur? Üstelik metinde nutuk tümce içinde geçmesine karşın büyük harfle başlıyor, bir gönderme olduğu ve neye gönderme olduğu açıktır. Yoksa Nutuk başka dillerde mi yazılmalıydı, Parla ya da Pamuk alternatif bir dil mi öneriyor?

Yine halkın çoğunluğunun konuştuğu dilin Anadil olması niye hiciv konusu oluyor?

Parla’nın Veba Geceleri: Görsel Bir Modern Epik ve Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’nde bu yazıya konu olması gereken başka eleştiriler de var ve yapılabilir. Yapılmaması gereken Veba Geceleri’nde gönderme yapılan ve çağrıştıran tarihi kişi ve olguların hiciv konusu edilmemesi, böyle bir kitabın da Jale Parla’nın Veba Geceleri: Görsel Bir Modern Epik’teki gibi destansı bir kabulle alkışlanmaması. İsa bile hakkı hak sahibine verir. İnananları ‘Göklerdeki babamız dururken yeryüzünün kralı roma imparatoru’na mı vergi ödeyeceğiz?" diye sorduklarında “Giving unto caesar that which is caesar’s / Sezar’ın hakkı Sezar’a” diye yanıtlar.

Doğrusu budur!

--------------------

  1. Orhan Pamuk, Veba Geceleri, YKY, 2021.
  2. Jale Parla, Veba Geceleri: Görsel Bir Modern Epik, Kitap-lık, Mayıs-Haziran 2021, sayı: 215. Parladan yapılan alıntılar buradan.
  3. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamı, yapıp ettikleri toplumsal nitelikler içerdiğinden tarihtir, benim yapıp ettiklerim ancak yazılmak istenilirse biyografiden öte geçmez; anılarımı yazarsam tarih yapmış olmam. Günlük olgular, markete gitmem, rakı masasında türkü dinlerken bir of çekmem tarih değildir, of çektiğimde karşıki dağlar yıkılırsa o zaman tarih olabilir.
  4. İslam Ansiklopedisi tarih maddesi.
  5. Mohammed Ahmed, Antik Yunan’da Tarihsel Nedensellik, dergipark.org.
  6. Vikipedi tarih maddesi.
  7. Adnan Demircan, Tarih Üzerine Bazı Düşünceler, Milel ve Nihal inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi cilt 4 sayı 3 Eylül – Aralık 2007.
  8. Georg Lukacs, Roman Kuramı, Metis, 6. Basım, 2019, Orhan Koçak’ın önsözünden alındı.
  9. Kendimden söz etmeyi etik bulmuyorum, ancak örnek olsun benim “İşgal ve İsyan’, ‘Çerkes Ethem/Puslu Hava’, ‘Çöl Fedaisi Kuşçubaşı Eşref’ ve benzeri henüz yayımlanmayan birkaç kitabımın kahramanları ve anılan olgular tarihi gerçek figürleri anlatır. Tarihi figürlerin dolaylı ya da marjinal tipler olarak anlatıldığı ‘Kemalin Askerleri’ ve hem gerçek hem kurgu figürlerin yer aldığı ‘Hiroşima’daki Küçük Çocuk Nagasaki’deki Şişman Adam’ kitaplarım var. Hem Lukacs’ın roman kuramındaki gibi hem de Lukacs’ın roman kuramı dışı…

(*) Alıntı ve alıntıya dayalı yorumlardaki anlatım bozuklukları Orhan Pamuk ve Jale Parla’ya aittir.

 Halit Payza
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler