Önyargı üzerine
Yargı da önyargı da düşünsel bir edim olarak insana özgüdür. Hayvanlarda önyargıya benzer bazı tepkiler görülse de bunlar birer güdü ve koşullanmadan başka bir şey değildir; hayvanlarda yargıda bulunma (muhakeme) yoktur. Önyargı, olumsuz algılanıp öyle değerlendirilse de aslında her insanda olumlu yönde de pek çok önyargı bulunur. Ancak olumsuz olanı daha etkilidir; bu nedenle üzerinde çok daha fazla durulanıdır. Önyargı, eski karşılığıyla peşin hüküm oluşumunda ilk izlenim genellikle belirleyici etkendir. Çünkü insanların büyük çoğunluğu çok da düşünmeden, önce karar/hüküm verir, sonra da gerekçelendirerek pekiştirir ki bu yöntem baştan sona önyargı üreticidir. Bu bağlamda ilk bakışta aşk, hoşlanma- hoşlanmama; eskiden beri “gözüm tuttu-tutmadı, kanım ısındı/kaynadı” veya tersi, günümüzde “elektrik alma-almama, negatif veya pozitif enerji alma” diye dile getirilenlerin tümü de ilk izlenimin doğurduğu bir tür önyargı sayılabilir. Bunlar ileriki yargıları da etkiler, değiştirir; pekiştirir veya yumuşatır. Önyargıların kaynaklık ettiği sonuçların en önemlisi insanlarda başkalarına karşı sevgi veya nefrettir. Bu tür duygular güçleri oranında kişiyi etkisi altına alabilir, sevdiği veya nefret ettiği kişilerle ilgili karar ve davranışlarını belirleyebilir; düşünmeden önce duygularıyla sonuca varmasına yol açabilir. Bu bağlamda denebilir ki fanatizm düzeyinde nefret de sevgi de akılcı düşünmeyi sınırlar veya sıfırlar. (Aşkın diye dile yerleşen) “aşığın gözü kördür” sözüyle belirtilen de budur. Önyargıları yıkmak, değiştirmek oldukça güç ve uzun bir süreçtir. Einstein’nın dediği gibi “önyargıları kırmak atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” Olumlu önyargıların değişmesi daha kolaydır ve genellikle bu “düş kırıklığı” ile gerçekleşir, tersine dönebilir, dostlukları düşmanlığa çevirebilir. Olumsuzlar ise, süreç içinde daha yakın tanımayla, ani olaraksa karşıdakinden görülen şaşırtıcı bir iyilikle ya da olumlu bir söz, tutum veya davranışla değişebilir. Değişimde, edinilen yeni bilgi ve sorgulamanın, düşünmenin de katkısı olabilir. Olasılıkla önyargıların tarihte ilk kaynağı, ilkel çağda yaşama kaygısı, korku, güçsüzlük ve korunma içgüdüsü gibi etmenlerdir. Bu nedenle önyargı, kendini dışa kapatma (kamplaşma, gettolaşma) ötekileştirme ve düşmanlık iç içedir, birbirlerini besleyen durum ve edimlerdir. Daha önce yayımlanan “Ötekileştirme ve Şiddet” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “Ötekileştirme önyargının hem nedeni hem de sonucu olabilmektedir. Ötekileştirme, önyargılarla başlayıp düşmanlığa uzanan bir süreçtir. Bu süreçte önyargı ve ötekileştirme birbirini besler. Giderek, hangisinin diğerine kuluçkalık yaptığını saptamak güçleşir. Ötekileştirmenin yarattığı gerilim ve şiddet ikliminde yeni yeni önyargılar ürer ve bu iklimi daha da zehirler. Bu tür gidişlerin önüne geçilmez, hele hele etkin çevrelerce bir takım çıkar hesaplarıyla desteklenirse, karşıtlığın düşmanlığa dönüşmesi ve gerilimin tırmanması kaçınılmaz olur. Böylesi ortamlar “bulanık havayı seven” kışkırtıcılara ve bazı durumlarda dış aktörlere davetiyedir. Önyargı ve karşıtlıklar bunlarca maniple edilir, beslenir, çeşitli savlar ve söylentilerle yeni önyargılar yaratılarak taraflar kışkırtılır, düşmanlıklar körüklenir. Bir noktadan sonra önyargılar tarafların birbirine bakışına egemen olur. Artık gözler kör, kulaklar sağırdır. Akıl, mantık devre dışıdır. Karşılıklı kuşku, güvensizlik ve korku ilişkileri belirlemeye başlar. Her birinin sorgusuz inandığı “kendi doğruları” oluşur. Karşı tarafın her söylediği, her yaptığı tartışmasız “yanlış, yalan ve maksatlı” olarak algılanmaya başlanır. Birinin “ak” dediğine diğeri “kara” deme noktasına gelir. Taraflar, kendi değer ve ideallerini kutsarken ötekinin ideallerini aşağılamayı ve kutsalına saldırmayı tatmin aracı yapar. Böyle bir ortamda yazılan ve söylenenler “kimin yazıp söylediğine” göre değerlendirilip algılanır. Nesnellik her anlamda yerini öznelliğe bırakır. Varsa gerçeği haykıran sesler, ya cılız çıkar veya taraflar arasındaki kavga gürültüsünde boğulur. (Önyargı veya önyargılar toplamının dikenli ürünü olan) ötekileştirme şiddetin mayasıdır.” Önyargının insana özgü, yapısal bir özellik olarak sürüp gitmesinin temelinde insanın bencil/ben merkezli olması başat etkenlerdendir. Bu nedenle, en başta herkes diğerleri için ötekidir. Her insanın bakış açısı, durduğu ve baktığı yerler nedeniyle ayrık ve kendine özgü olabilir. Bununla demek istediğim, olgulara, olaylara bakış yöntemi değildir. Aynı bakış yönteminde birçok kişi ortaklaşabilir ama yöntemlere bakış açıları ve yöntem seçimleri bile ayrı olabilir. Elbette yöntem ne olursa olsun değerlendirme ve sonuca varmada bencilliğin, çıkarların, hırsların, kıskançlıkların, karşıtlık ve düşmanlıkların olumsuz etkisi ağırlıklı hatta belirleyici olabilir. Buna karşılık yakınlık, dostluk, sevgi, empati, bazı durumlarda acıma olumlu etki yaratabilir. Bunların sonucunda insanlar bazen çıkarlarına aykırı gerçekleri ve doğruları yadsıyabilir veya çıkarlarına uygun yalan ve yanlışları benimseyebilir. Bazı durumlarda seçimlerini, ötekinin çıkarını veya sevinmesini engelleme, ona zarar verme, üzme gibi amaçlar etkileyebilir, belirleyebilir; elbette sevdiklerini kayırma, onlara ve bazen başkalarına yardım ve iyilik etme, karşılığında beğenilme, sevilme, kendini iyi duyma da insanların seçimlerine etki eder. Diyesim, olumlu ve olumsuz öznel etmenler, doğal olarak tutum ve davranışları bazı durumlarda akılcı olmaktan uzaklaştırabilir, anlaşılması güç, çelişkili, şaşırtıcı veya olağana ters niteliğe büründürebilir. Önyargının beslenme kaynaklarının başında bilgisizlik, eğitimsizlik, eksik veya yanlış bilgi ile düşünme sığlığı gelir. Bu nedenle önyargılar cahil toplumlarda daha güçlü ve yaygındır, birbirini etkiler, güçlendirir, yenilerini doğurur. Panzehiri ise, bilimsel eğitimle halkı aydınlatmak, bilgiyle donatmak ve rasyonel düşünceyi egemen kılmaktır. Önyargının ötekileştirme gibi yaygın, etkili, olumsuz ve kaçınılmaz sonuçlarından biri de etiketleme/yaftalama denen yakıştırma, yanlış değerlendirme, yanlış hüküm ve bunlara inanma, ona göre tutum belirleme ve davranmadır. Böylesi bir tavır alış ötekileştirmeyi de kapsar, onu da aşarak düşmanlaştırmaya götürebilir. Görüldüğü gibi önyargı, ötekileştirme ve etiketleme iç içedir ve birbirini besleyen olumsuz bir kısır döngü oluşturur. Bana göre haksız yere etiketleme/yaftalama bir tür terördür. Önyargı ile sıkı bağlantısı nedeniyle, yineleme pahasına yazımı “Etiketleme Terörü” başlıklı diğer bir yazımdan alıntıyla tamamlıyorum: “Tarihte nice uygarlıklara beşiklik etmiş ama ne yazık ki günümüzde “dünyanın en belalı coğrafyası” sayılan bir bölgede bulunan ülkemiz cumhuriyetin kuruluşundan bu yana çağdaş uygarlık coğrafyasına eklemlenme uğraşı içindedir. Ancak coğrafyasının kaderinden kendini kurtarmayı, içselleştirilmiş bir zihniyet değişimi ile gerçek bir demokratik topluma dönüşmeyi bir türlü başaramamaktadır. Uygarlık ilerleyişi mehter takımı gibi “iki adım ileri, bir adım geri” hatta bazen bir ileri iki geri şeklinde olmaktadır. Bunun nedenlerini yalnızca petrol zengini olmamakla veya sanayi devrimine geç kalmakla açıklamak yetersizdir. Bir toplumun dönüştürülerek geliştirilmesinin itici gücünü oluşturan aydınların, bilim, kültür, sanat ve edebiyat insanlarının etiketlenip suçlanarak ve baskı altında tutularak susturulmaya çalışılması da başat nedenler arasındadır. Bu etiketleme terörünün en eski ve son kullanım tarihi açık olanı bazen birlikte de kullanılan “komünist” ve “bölücü” nitelemeleridir. Yüzyılı aşkın zamandır bu topraklarda bu etiketlemelerle hedef gösterilmemiş, baskı altına alınmamış nitelikli insan sayısı son derece azdır. Hedefe konulan, büyük bölümü yazar, şair, bilim insanı çok sayıda aydının öldürüldüğü, hapislerde, sürgünlerde çile çektirildiği herkesçe bilinmektedir. Bugün en sağcısının bile savunur duruma geldiği görüşleri nedeniyle, sağcı liderlerin bile oportünistçe de olsa dillendirdikleri şiir ve söylemleri nedeniyle “komünist” diye etiketlenip baskılanan nice şair, yazar da bu terörden payını almıştır. Kürt halkının yalnızca adını dillendirdiği, varlığını savunduğu ve sorunlarına çözüm önerdiği için veya ceza kanununun komünizmle mücadele dayanağı 141. ve 142. maddelerinin kaldırılmasını istediği için partiler kapatılmış, yöneticilerine ve aynı nedenle birçok aydına bedel ödetilmiştir. Oysa 141 ve 142. maddeler, siyasi anlamda liberalliği tartışma götürür bir sağcı liderin iktidarında, ancak 163. madde ile birlikte kaldırılmıştır. Kürt sorunu bir süre, ülke tarihinin en sağcı iktidarlarından biri döneminde masaya yatırılmış, çözüm arayışı olarak halka sunulmuş, yapay bir heyecan ve tartışma ortamı yaratılmış ama sonuçta ne yazık ki masa devrilmiş, suçlama ve çatışmalar yeniden alevlenmiştir. Alevilere dönük etiketleme, ötekileştirme ve baskı ise bin yılı aşkın zamandır sürmektedir. Bugüne değin her iktidar etiketlemede kullanılacak yeni “lanetli kavramlar” türetme ve ekleme çabasında olmuştur bu topraklarda. En eskilerden başlarsak, Kürtlerden ve haklarından her söz edene “bölücü”, her solcuya “kökü dışarıda”, her başkaldırana “eşkıya, anarşist, terörist, vandal” etiketlerin en bilinenleridir. Demirel iktidarı “ortanın solu, Moskova yolu” söylemiyle kapsamı epeyce genişletmiştir. 12 Eylül faşizmi ise “ideoloji(k)” ve “örgüt” kavramlarını lanetli ilan etmiştir. 28 Şubat sürecinde öne çıkarılan lanetli kavram “irtica” olmuş, din kaynaklı ne varsa bunun içine boca edilmeye kalkışılmıştır. Günümüzde ise iktidar, bu sonuncusu dışındakilerin neredeyse tümüne sarıldığı gibi kendi lanetli kavramlarını ve etiketlerini de yaratmıştır. “Darbeci, Ergenekoncu, Ulusalcı, Paralelci” vb. gibi kavramlarla en üretken iktidar konumundadır. Tüm bu lanetli etiketlerin ortak paydası ise “vatan haini” yaftasıdır ki bu ülkede bundan payını almamış kişi veya topluluk yok gibidir. Bu etiketlemelerin ortak ve değişmez amacı toplumu bölüp yöneterek, kutuplaştırıp çatıştırarak iktidar sür(dür)mektir. Etiketleme ne denli kutuplaşmaya hizmet ederse, kutuplaşma da o denli etiket üretme ortamı sağlar. Çünkü kutuplaşmanın olduğu ortamlarda önyargılar akla, mantığa egemen duruma gelir. En tuhafı, temelde haklı bir nedenle ortaya çıkan mağdur tarafların da giderek davalarını kutsamaları ve en ufak bir eleştiri yapanı aynı yöntemle etiketleyip susturmaya çalışmalarıdır. Etiketleme, bilimi, aklı, vicdanı susturmayı amaçlayan veya buna hizmet eden bir tür terördür. Gezi direnişi sırasında ve sonrasında direnişe katılanları ve savunanları hedef alan bir etiketleme rekoru kırılmıştır. Çapulculuktan Vandalizm’e, darbecilikten çeşitli lobi ajanlığına bin bir türlü suçlama ve karalama kullanılmıştır. Prof. unvanlısından milletvekiline, iktidar yandaşları ırkçılık ve nefret suçu işleme pahasına, Gezi eylemcilerini “Rum, Yahudi, Ermeni” diye nitelemişlerdir. “Affedersiniz, Ermeni” sözü belleklerde kalacak gibidir. Gezi direnişi ile ortaya çıkmıştır ki, 12 Eylül faşizminin “ideoloji(k)” ve “örgüt” gibi kavramlara laneti, bazı eski solcular dâhil, liberal, sosyal demokrat, eli kalem tutan birçok gazeteci, yazar ve siyasetçinin bile bilinçaltında kabul görmüş gibidir.” Ekle: Önyargı oluşumunda, başkalarının ağzından kulağa dolanlar da etkilidir. Kulaktan dolma bilgi ve onunla oluşan görüş, başkalarının gözleriyle ile görmek, onların aklıyla düşünmek demektir ve önyargıdan başka bir şey değildir. Ali Günay
Gerçekedebiyat.com