bu-yilin-nobelisti-icsel-monologlarin-saf-nihilisti-jon-fosse-552720.webp


980'lerde Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık ile Nobel almasından sonra oluşan Latin Amerika Edebiyatı furyasının bir benzerini bugün İskandinav edebiyatı münhasıran da Norveç için yaşamaktayız adeta.

Jon Fosse'nin sürpriz Nobel'i, Karl Knausgaard'ın şaşkınlık veren uyuntu romanları, Dag Solstad'ın absürd ayrıntıcılığı derken Olav H. Hauge gibi şairlere kadar ilerledik. Artık İbsen, Knut Hamsun vs. gibi klasikleri saymıyorum bile. 

Bu yılın Nobel Ödülü'nü alan Jon Fosse'nin Melankoli'sinin birinci kitabını bir oturuşta bitirdim. Bundan sonrasını Jon Fosse üslubuyla yazayım izninizle. Bitirdim çünkü bitirmem gerekiyordu. Bitirince iyi hissedecektim. O yüzden bitirmek istedim. Bitirince ne olacağını bilemiyordum ama Helene ile biz sevgiliydik. O yüzden ayrıca bitirmem gerekiyordu. Bitirince de sevgili olmaya devam edecek miydik, bilmiyorum ama ben iyi resim yapan bir ressam olduğum için bitirmem gerekirdi. O yüzden de bitirdim ve bitirince iyi ki bitirdim dedim...


2023 Nobel Edebiyat Ödülü alan Norveçli yazar Jon Fosse

NORVEÇ'İN EN ÖNEMLİ RESSAMININ ROMANI

Neyse burada duralım. İki yüz sayfa kadar ben bu saçmalığı neden okuyorum ki ya da böyle aptalca tekrarlarla dolu bir üslup da olur muymuş gibi fikirler arasında gidip gelsem de kitabı bir kenara bir türlü koyamadım.

Norveç'in en önemli ressamı Lars Hertervig'in romanını yazmaya karar veren bir yazarın söz konusu şizofrenik hayatı anlatırken sergilediği edebiyat aslında bir performans.

Eserin yükseldiği bölümler ise ustaca yazılmış final bölümleri: Yazarın kendi iç sesini Hertervig'inkiyle aynı üslupla verdiği pasajlar. Edebiyat gerçekten değişiyor.

Giderek farklı duyusal düzemlere erişiyor. Amatörlerin uzak durması gereken bir roman. Fakat olanca sadeliğine rağmen derinliği etkileyici.

Melankoli II' yi de tek nefeste okudum. Böylesi absürd ve manasız zamanlarda yapılabilecek en iyi işti... Melankoli I'den daha savruk ve hatta dağınık diyebileceğim bir metin.

Yazar bu defa Norveç'in en önemli ressamı Lars Hertervig'in yaşam döngüsünün ötelerine bakıyor. Aile üyeleri, kardeşleri ile ilişkileri ve bazı özel anlara dair anekdotlar.

Yaşlanmış ve ölüme giden yolda en hazin hüzünlere gömülmüş kızkardeşinin gözünden Lars'a dair anlatılar, içsel monologlar kimi zaman halisünasyonlar, kimi zaman hayıflanmalar...

Ressam kişiyi büyük ressamlığa eriştiren duyusal epizodlar ve ayrıntılara gizlenmiş binbir derin duygu. Sanırım bizim edebiyatımızda hiçbir zaman olamayan buydu: Nezaket, incelik, derin duygu ve karanlık melankoli.

O yüzden tüm savrukluğuna rağmen Fosse'nin eserini okurken; okuduklarınızı saçma bulsanız da büyük bir duygusal bulut çörekleniyor üzerinize ve daha sonra yerinizden kalkmaya çalışırken asla o eski siz olamıyorsunuz.

Duygunun ve duygusallığın anlaşılmadığı, iltifat görmediği, hatta küçümsendiği ve alay konusu edildiği bir edebiyat evreninde soluk almaya çabaladığım için böylesi eserleri okuyunca çok etkileniyorum.

Bu derinliklere erişmeyi herkesten de beklemiyorum. Ama hiç değilse kendine edebiyatçıyım diyen insanlarda bu anlamda bir feyz, bir terakki görmeyi diliyorum, umuyorum. Bu kitabı dikkatle okuduklarında buna dair bir uyanış yaşamaları mümkün. Tabii içlerinde varsa...

İkinci bir husus bizim romancılarımızın da son dönemde ressam öyküleri yazmaya pek hevesli olmaları... Böylesi bir hamleye cüret etmeden önce Melankoli'yi okumalarını öneririm. Belki anlayamazlar ama, yazmaktan vazgeçebilirler.

Bu da edebiyat adına iyi bir şey olur. Bu arada kitabın Türkçe yayıncısı Monokl son zamanlarda dikkatle izlediğimiz kaliteli bir yayınevi ve Norveççe çevirmeni Banu Syversten ise Dag Solsdat çevirilerinden tanıdığımız, çok değer verdiğimiz bir çevirmen.

Ama bu denli hassasiyetlere sahip bir kitabı yayınlamadan önce keşke yayınevi bir son okuma yapsaydı. Bu kadar başarılı bir çeviride ve Nobel kazanmış bu derecede incelikli bir kitapta yüzlerce harf hatası, yazım yanlışı, satır kayması vs. kabul edilir ölçütlere sığmamakta ne yazık ki...

Jon Fosse'un Sabahtan Akşama romanı ise tıpkı Melankoli I ve II gibi başlangıçta umut vermeyen hatta sıkıcı denebilecek bir tempoda başlıyor.

Ancak içsel monologların saf nihilisti Fosse bizi finalde bir kez daha bir ölüş serüvenine ortak ettiğinde tablo tümden değişiyor. Sofistike metinler kurmayı sevmeyen; sözcüklere taklalar attırarak metnini şovdan şova evriltmeyi, okura virtuoz ukalâlıkları taslamayı yazarlık bilgeliğine yediremeyen, o yüzden dingin ve sade anlatılarla derinliklere inmeye içtenlikle çalışan bir yazar Fosse. Aslında günümüz gösteriş meraklısı okurunun asla tercih etmeyeceği bir yazar.

Beni kendine çeken yanı ise son derecede ustalıkla ve sade bir şekilde betimlediği aydınlık nihilizmi. Oysa hep alışkınızdır değil mi "karanlık nihilizm"e!

Fosse basit yazıyor, sürekli tekrarlarla okuru sarmalıyor ve en sonunda büyük bir duyguyu tortu olarak ruhumuzda bırakıp çekip gidiyor. "Sabahtan Akşama" romanı doğuş ve ölüş zamanlarını anlatan iki bölümden mürekkep. Ölüş sırasındaki sürrealist bazı epizodlar Sartre'ın "İş İşten Geçti" öyküsündeki izleği hatıra getiriyor.

Ancak Sartre'ın rasyonalist gerçekçiliğe prim veren tasalarının tersine Fosse hüzünlü, melankolik ve aydınlık bir nihilzme meylediyor. Eserlerini okurken çektiğim çileye rağmen işte o finaldeki ışık beni derinden etkiliyor.

Jon Fosse’nin sade ve gösterişsiz, siyasal bir mesaja da haiz olmayan edebiyatı normal şartlarda Nobel heyetinin alâkasını dercetmezdi. Fakat İsveç ve Norveç’in Nobel’in ev sahipleri olarak ayrıcalıklı durumları olmalı ki bizatihi Norveç’te bile emsali pekçok bulunan yazarlar arasından kendi halinde birine ödül verildi.

Yeni bir ters köşe, yeni bir defakto! Ama bu seferki diğerlerinden farklı ve hoş. Çünkü kendi halinde, içsel dünyalardan seslenen, yazınsallığa çok daha içli ve derinlikli ruhsallıklar ve yeni tür üslupçuluklar katmaya çalışan bir yazarın seçilmiş olması edebiyat adına varsıllaştırıcı.

Hikmet Temel Akarsu
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler