Son Dakika

din-ideoloji-ve-insan-646526.webp


Tarihin gelmiş geçmiş -ve belki de gelecek- en güçlü büyüsü dinler ve ideolojilerdir. (*)

Dinlerin doğuşu ve evrimi, kısacası tarihi bu yazının konusu değil. Ancak kısaca değinmek gerekirse tanrı inancı, başka bir deyişle tanrıya sığınma fikri ilkel insanın vahşi doğa karşısında güçsüzlüğün, türdeşleri ile eşitsizliğin, aralarındaki ilişkilerde adaletsizliğin ve ölümlü olduğunun bilincine varmasının kaçınılmaz sonucu olabilir. Bilindiği gibi metafizik düşünce ve türevlerinin temelinde güçsüzlük, korku, umarsızlık ve güvensizlik yatar. Bu çerçevede doğa güçlerine yaranma, sığınma, onlardan yardım dileme çabaları ilk tanrıları, ilkel dinleri ve ilk din adamlarını ortaya çıkarmıştır. Çok uzun bir zaman diliminde egemen olan ve doğa güçlerine, totemlere, insan yapımı sembollere, atalara tapınılan bu çok ve çeşitli tanrılı dinlere paganizm, inananlarına da pagan denmiş. İlk din adamları ise aile-kabile reisleri ve başka saygın kişiler; şamanlar, büyücüler, kahinler, müneccimler gibi doğa üstü güçleri olduğuna inanılanlar gibi görünüyor; aralarında olması kaçınılmaz sahtekâr ve şarlatanlar da. Bu durumda en baştan erk-din iç içeliği, bütünleşmesi ve çıkar çatışması ortaya çıkar; yani egemenlerin dini de yönetmesi veya ona müdahale etmesi, din adamlarının da siyasi erke egemen veya ortak olması ve bunun sürtüşmeleri ve kavgaları…

Kuramsal olarak ideolojiler bu dünyaya ve yaşama; dinler ise ölümden sonrasına ve öbür dünya tasavvuruna ilişkindir. Bu nedenle ideolojiler sorunların kaynağını da çözümünü de bu dünyada arar, inceler, sorgular, öneriler geliştirip uygulamayı ve çözüme kavuşturmayı amaçlar. Din ise her şeyi, incelenebilir bulsa da sorgulanamaz tanrısal kaynaklara bağlar; bu dünya ile ilişkisi, insanların yeryüzündeki edimlerinin öte dünyada değerlendirileceği ve ona göre ödül veya ceza verileceği varsayımıyla başlar. Dinlere göre değerlendirmeyi yapacak ve ödül veya cezaya karar verecek insanüstü bir güç de varsayımın olmazsa olmazlarındandır. İnsanlaşma süreci boyunca birçok kez değişikliğe uğrayan, sayısı aşama aşama azalan, sonra soyutlaşan ve tekleşen bu güce tanrı denmiştir. Soyutlama, ruhların, tasavvura dayanan doğaüstü güçlerin devreye sokulmasıyla başlar, ilk belirgin biçimini Yunan tanrılarının insanlardan kopması ve erişilemez Olimpos dağına yerleştirilmesi, tekleşme ise Zeus’un “tanrılar tanrısı” (El İlah) sayılmasıdır. Tanrının tekleştirilmesi ve dünyadan kopup gök katına yerleştirilmesi, böylece “evrenin hâkimi” olması “tek tanrılı semavi dinlerde” süregiden son aşamadır. Bilindiği gibi Olimpos tanrıları istediklerinde türlü görünümlerle insanların arasına girer onlarla ilişki ve iletişim içinde olurlardı. Tek tanrılı semavi dinler aşamasında tanrı göğe çekilmiş, buyruklarını peygamber denen seçilmiş elçilere “vahiy” (ilham/esin) yoluyla ulaştırmış, onlar aracılığıyla insanlara (kullarına) iletmiş ve buyruklar insan eliyle yazıya dökülerek kutsal kitaplarda toplanmıştır.

Baştan başlayarak tanrı inancı, buyrukları, yasakları, bunlara uyma edimleri, tapınma biçim ve ritüelleri gibi zamanla eklemelerle çeşitlenen, varsıllaşan dizge ise din olarak adlandırıldı. Kurallar ve edimler bütünü olan din, doğuşunda masum, olumlu ve iyilikçi bir ilk adım olarak görülebilir. Ana amaçlarından biri, güçlü ve acımasız doğaya karşısında zayıf insanın sınırsız gücü olan tanrılara sığınmasını, onlara yaranmasını ve tanrıların onu korumasını sağlamaktı. Diğer bir amacı da tanrı buyrukları doğrultusunda insanların kendi aralarındaki ilişkilerde kötülüklerden sakınmalarını ve iyiliklere yönelmelerini sağlayarak onları “ıslah etmek” olumlu, iyi, doğru ve erdemli bir kişiliğe kavuşturmaktı. Sonradan eklenen ve giderek öne çıkan amacı ise insanların öbür dünyada cezadan (Cehennem’den) kurtulacak ve ödüle (Cennet’e) kavuşacak biçimde yaşamalarını sağlamak oldu. İşin püf noktası şurada: “Doğaldı doğa, insan eli değdi.” (**) benzeri, başlangıçta iyi amaçlı olan dine ne zaman ki din adamlarının eli değdi, din, dünya işlerine karışmaya başladı. Bu süreç, din adamlarının, tanrı buyrukları ve kuralları adı altında, iyi ve kötüden başlayarak önce bireysel sonra da toplumsal ve giderek siyasal yaşamı düzenlemesi ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak erki ele geçirmesi, din adına egemenlik kurmasıyla doruğa ulaştı. Böylece insan aklının üretip geliştirdiği din, zamanla inananların tutsağı olduğu, siyaset ve din adamlarının ise birlikte kullandığı “gizli” (örtük) bir ideolojiye dönüştü. Ancak, sürekli değişim içindeki toplumsal yaşamın gereklerine yanıt vermesi iki nedenle olanaksızdı. Birincisi, zorlama ve esneme yoluyla uyum çabalarına karşın temel kurallarının değiştirilemez (tabu) olmasıdır. İkincisi ise dinlerin insanı birey olarak ıslah etme (iyi insan yaratma) yoluyla toplumları ve alemi (dünyayı) düzene sokmayı öngörmesidir. Bunun uygulamada olanaksızlığı binlerce yıldır kanıtlana gelmiştir. Ayrıca bu her türlü kötü kullanıma açık bir yöntemdir. Bir çürük elmanın tüm kasayı çürütmesi gibi, bencillik ve çıkar nedeniyle durumdan yararlanan (kötü) insanlar çıkacak ve kötü örnek olacaktır. İnsanların çoğunluğunun dinlerin amaçladığı gibi dürüst, ahlaklı, vicdanlı, kısaca iyi olması fırsatçı kötülerin işini kolaylaştırıcı bir ters durum bile olabilecektir.

Tarihine ve evrim sürecine bakılarak denebilir ki dinler uzun ömürlü dev bir ağaç gibidir; dal, budak gibi aynı kök ve gövdeden (t)üremiştir. Bu süreçte her bir sonraki din öncekini yadsır görünse de aslında onu yok ederek değil, kapsayarak, içine alarak, yeni yorum ve kurallarla genişleterek ortaya çıkmıştır. Fidandan başlayarak ağacın özünü koruyup kabuk bağlaya bağlaya içini sarmalayarak kalınlaşması gibi… Diğer bir benzetmeyle denebilir ki her din kendinden öncekileri içinde barındıran bir matruşkadır. Bunun ana nedeni insanların yeni bir dine girerken eskisinden tümüyle vazgeçmemeleri ve yeni dinin bunu görmezden gelme biçiminde bir ödünle benimsemek zorunda kalmasıdır. Öyle olunca son oldukları savındaki tek tanrılı “semavi” dinler bile kaçınılmaz olarak paganizm dahil kendilerinden önceki tüm dinler ve inançların kalıntılarını, geçersiz (batıl) görüş, uygulama ve fetişlerini açık veya gizli olarak içermektedir. (Foto-***)

Egemenlik sürdüğü uzun zaman içinde gelişmelere göre kapsam genişleterek değişim geçirse de her dinin bir süre sonra toplumsal yaşamda dünyasal sorunlara çözüm sağlamada yetersiz kalmıştır. Bunun temel nedeni dinlerin birey olarak insanı tek tek “ıslah ederek” (“iyi insan” yaparak) toplumları ve dünyayı iyiye yönelteceğini ve kötülükleri yok edeceğini öngörmesidir. İnsanın bencil ve çıkarcı yapısını gözden kaçıran bu amacın olanaksızlığı, tersine tanımına uygun “iyi insanı” yine tanımladığı “kötü insanın” kötülüklerine açık ve tanrıya havale etme dışında savunmasız duruma getirdiği uygulamada açıkça ortaya çıkmıştır. Bu aşamada bilge insanların üretip benimsedikleri, gelişim ve değişimler sonucu vazgeçip yenilerini ürettikleri ve öncekilere yeğledikleri ideolojiler ortaya çıkmıştır. Dinsel kaynaklı ilk ideolojiler dinle çatışmaya girmeyen, bir anlamda dinin reformist eklentileri gibiyken, yakın yüzyıllarda dinleri eleştiren, onlarla çatışmaya giren hatta yadsıyan ideolojiler geniş kitleleri etkilemiştir. Uzun ve kanlı çatışmalar sonunda din siyasal alanda geriletilmiş, birçok toplumda mutlak egemenliğini yitirmiş görünse de sosyal ve bireysel alanda etkinliğini koruyup sürdürmüştür; bunun siyasete yansıması kaçınılmazdır.

Din, yaşamın her alanını, bu kapsamda tüm felsefi akımları, ideolojileri, siyasi doktrinleri de kendi amaç ve kurallarına uydurmayı veya denetlemeyi, etkilemeyi işlevleri ve görevleri arasında görür. Amacına ters düşenleri ötekileştirir (şeytanlaştırır), dışlar, onlarla çatışmaktan, savaşmaktan kaçınmaz. İşlev ve görevlerini gerçekleştirme sürecinde kaçınılmaz olan toplumsal değişimler ve ideolojilerle etkileşim içinde olur ve etki-tepki kuralı doğrultusunda, değiştiremediği yanlarına ayak uydurmak için değişime uğramak zorunda kalır. Bu aynı zamanda dinin etkinliğini, sürekliliğini ve kalıcılığını sağlayan bir olgudur. Başka bir deyişle binlerce yıldır dinleri ayakta tutan ve etkili kılan gizi, bu esnekliği ve değişimlere uyum yeteneğidir. “Din renkli bir sıvı gibi, girdiği kaba rengini verir ama onun biçimini de alır. (*)

Dinin insan yaşamına girişinden bugüne geçen binlerce yıllık sürede çok sayıda ideoloji, felsefi ve siyasi akım değişik sürelerde sağladığı etkinliği yitirerek tarih konusu birer kurama dönüşürken din değişerek ve bunların çoğunu yutarak ve/ya onlarla uzlaşarak varlığını korumasını bilmiştir. Dini yok sayma veya kökten yadsıma üzerine kurulu ideolojiler ise ya uygulama olanağı bulamamış veya insanlar henüz buna uygun olmadığı ve kendi de dönüştürüp amacına uygun (üst) insan ve ondan oluşan ileri toplumu yaratamadığı için uygulamada dine (aslında kendine) yenilmiştir.

Baştan bugüne bakarak kanımca şu çıkarsamalar yapılabilir:

Dinler ve ideolojiler birbirine dönüşebilir. Dine dönüşen ideoloji çürür, marjinalleşip tarihe karışır; ideolojiye dönüşen din de öz olarak kutsal inanç olmaktan çıkar; çünkü ideolojiler uygulanmak içindir, siyasaldır; ideolojiye dönüşen din de siyasallaşır. Siyasal dinciliğin ve türemesine neden olduğu mezhep ve tarikatların yüzyıllar içinde toplumlarda yarattığı bölünme, kutuplaşma, çatışma, kan dökme, baskı ve zulümler bilinmektedir. Bu aşamalardan geçmesine karşın dinlerin sürmesinin temel nedenleri insanın ölümlü olması, ölüm ötesinin bilinmezliği ve doğru eğitilmediğinde insanın düşünsel olarak ilkele dek gerilemeye açık ve yapı olarak buna uygun olması gibi görünmektedir. Daha birçok etken de sayılabilir.

Tanrı inancı ve din olmamasının iyi mi, kötü mü olacağı, nelere yol açacağı insan ve toplum yapısını nasıl etkileyeceği bilinmez; tartışılması da varsayım olduğu için anlamsızdır bence…

(*) Söz Uçar (Kanguru Y.) kitabımdan.

(**) Arka Bahçe (Kanguru Y.) kitabımdan.

(***) Fotoğraf altı: Truva Savaşı (İ.Ö. 1184) için hazır olan donanma rüzgâr yokluğundan yola çıkamayınca Agamemnon kızı İphigenia’yı tam kurban edecekken Zeus gökyüzünden bir geyikle geliverir. Kurban Bayramı’nın dayandığı, oğlu İsmail’i kurban edecekken Hz. İbrahim’e (İ.Ö. 2667-264787) gökten koç gönderilmesi gibi…

Ali Günay
Gerçekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler