Sepet deyince aklıma hasır sepetler gelir. Çiçekçilerin koluna taktıklarından hani. Çeşit çeşit renkte sepetler.

Bir de tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna sözü vardır. Hoş bir ritmi var. Sonra Bursa taraflarına giderken Karamürsel’den geçilir, başka bir havadadır o taraflar. Karamürsel’e gelince yine sepetleri ve yolun kenarındaki yoksul mahalleleri düşünürüm. Eminim o sepetler sayesinde kaç çocuk okumuştur. Kese kâğıdı, sepet, evlere verilen fason işler, evin geçiminde bir zaman tarihi bir rol oynuyordu. Çok hikâye vardır böyle. Kese kâğıdıyla şunu aldık, bunu yaptık diye anlatırlar gezerseniz bir gün eğer.

Sepet demişken sanatla sepeti bir araya getiren anlayışımızı elbette unutamayız. Her kim ki bir sanatçı adayı görür şöyle sesleniverir:

“Bırak oğlum şu sanat sepet işlerini” ya da ricada bulunulacaksa şöyle denir:

“Bu sanat sepet işlerinden pek anlamam bizim çocuğun ödevi var bir yardımcı olsan ne iyi olur!”

Bu örneklerin devamında "işte ülkemizdeki sanat bilinci bu bir de Avrupa’ya bak" demek gerekiyor normalde değil mi?

Hayır. Hem konumuz bu değil hem de 'sanat bilinci' sorununa bu kadar yüzeysel yaklaşılmaz. Açıkçası bu yazıyı yazan kişi sanat bilinci meselesine ne kadar yaklaşabilir o da şüphelidir. Ancak Haldun Taner’in Ferhan Şensoy’a yazmakla ilgili söylediklerini aktarmak bir fikir verebilir:

“Ama nasıl bir marangoz sabahleyin dükkânı açıp çalışmaya başlıyor sen de yazar olarak dükkânı açıp çalışacaksın.”

Olay aslında bu kadar basit. Nasıl ki tornacı tezgâhın başında, nasıl ki marangoz çalışıyor, yazan, çizen, çalan, oynayan, söyleyen de bunu yapacak. Bunu yaptı diye özel bir ilgi beklemek ve o özel ilgi oluşmadığında toplumu suçlamak esasında kişilik kompleksinden başka bir şey değil.

Peki şimdi bütün bunların sepetle ne ilgisi var? Anlatalım:

Bildiğiniz üzere Altın Portakal Film Festivali’nde Nihal Yalçın’ın ödülünü aldığı anlarda Tamer Karadağlı ile yaşananlar gündem oldu. Bir taraf, sanatçı politize etti uzattı, derken öbür taraf Tamer Karadağlı’yı “yandaş” ilan edip linçledi; şeytan taşlayıp, hidayete erdi.

Bu iki görüş ya da söylem her alanda birbirini üretmeye devam ediyor. Karşıtlık üzerinden yapılan siyasetin ya da görüş bildirmenin sonucu bu oluyor. Peki tartışılması gerekenler nedir?

1) Bir sanatçı siyasi ve toplumsal konularda hatta insanı ilgilendiren her konuda fikir belirtme hakkına sahiptir. Sanatçı bu fikrini istediği her ortamda -o ortama uygun şekilde olması elbette hoş olur- savunabilir, açıklayabilir.

2) Sanatçı halka karşı sorumludur. Bu sorumluluk illaki muhalif çizgide olması gerektiği anlamını taşımaz. Yalnızca, fikrini kamuoyuna ve halka açıklayan sanatçının eleştiriyi de göğüslemesi gerektiğini ifade eder.

3) Altın Portakal’da yaşananlar özelinde Nihal Yalçın’ın politik konuşma yapması değil, ne söylediği tartışılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi savunusu kadını kör çıkmazlara mı itiyor yoksa gerçekten toplumdaki yerini sağlamlaştırıyor mu? Batı’nın çürüme sözleşmesi dayatmasını savunmak doğruluk mudur eğrilik mi?

4)Tamer Karadağlı İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak zorunda mı? Ya da ödülü vereceği kişiyle politik olarak uyuşmak zorunda mıdır? Toplumda olan politik farklılıklar neden sanatçı için geçerli olamıyor? Onu sanatçı yapan şey ideolojisi midir yoksa yaratıcı faaliyeti mi?

Açıkçası sanatçıya dayatılan apolitizm ile politik linççilik konuşmama ve konuşturmama üzerinde birleşiyor. Tamer Karadağlı’ya yapılan linç aslında İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanlara, neoliberal olmayanlara yapılıyor. Karadağlı -kendisinin fikrini bilmemekle birlikte- burada günah keçisi oluyor.

Nihal Yalçın da payını alıyor elbette, ordularıyla galip gelmiş bir kraliçe oluveriyor bir anda.

Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemlerinde siyasi ve ideolojik tartışmalar edebiyatla yapılırdı. Bugünün mizah konusu olan kafiye ve sanat ne içindir tartışmaları dönemin siyasi saflaşmalarını yansıtıyordu.

Aslında bugün değişen pek bir şey yok. Evet sanat bir tek şey için yapılıyor fakat üzgünüm bu amaç ne sanat için ne de halk için.

Evet sepet için!

-Hayır, yanlış duymadınız, sepet için.

-Evet bildiğimiz sepet. Alışveriş sepeti, çiçek sepeti, yemek sepeti, yılbaşı sepeti, tatil sepeti, sepeti de sepeti…

Diyebiliriz ki sanat artık sepet içindir. Sanırım halk aydınların önünde diyen Attilâ İlhan haklı.

Gözen Esmer
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)