Sosyal medya sayfalarındaki coşkuları görünce aynı coşkuları içermeyen bu yazıyı paylaşmaya çekinir oldum. Söylemesi ayıp olmasın aynı coşkular içerisinde değilim. Pek alık iyimserler, benim gibi karamsarları “endişeli modernler” içerisine sokmaktalar.

Saat, 29 Ekim’in 19.23’üydü. Takvim ve saat rakamlarına bakılırsa ben de anlamlı sembollerin peşindeyim hani! Yazıyı hemen paylaşmak isterdim. Öyle ya elden ayrıksı olmaya ne gerek var! Olmadı işte… Gazete yayınına bıraktım.

29 Ekim günü Cumhuriyet kutlanacak da ortada kutlanacak bir cumhuriyet mi kaldı, desem çocuklar gibi şen olunması gereken bir günde sırf ayrıksı düşme çabasına kapılan psişik çocuk yakıştırmasına maruz kalabilirdim. O nedenle hem ayrıksı düşmemek hem de cumhuriyetçi geleneğimi sigortaya almak için cumhuriyetin anlamı üzerine günlerdir söylediğim üzere yeni bir şeyler daha söyleyeceğim elbette. Böylece entelektüel namusumu kurtarmış olacağım (!).

Sonraki söyleyeceklerim, var olan bir rejimin açık şekilde zora başvurulmadan “tadil-tebdil ve ilga” edilmesi üzerine olacaktır.

Cumhuriyetin en kısa tanımı “adam olmak”, demektir. Kulluktan kurtulup yurttaş-birey olmak, demektir. Birey; demokratik yapı içerisinde aynı haklara sahip eşit yurttaş olmak, demektir. Kendi akli yeteneğiyle kendini biçimleyen, var eden demektir.

Demokratik cumhuriyet, ümmet anlayışından uzak, inançlar arasına eşit mesafeler koymak suretiyle ibadet özgürlüğünü sağlayan laik yönetim demektir. Cumhuriyet, ekonomik kalkınmışlık içerisinde sağladığı adil bölüşümlerin verdiği rahatlıkla kültürel gelişimlere öncülük eden modern devlet anlayışıdır. Bu ölçütlere sığan cumhuriyetin sağladığı zeminin adı halk demokrasisidir. Demokrasi, doğurduğu sonuç itibarıyla toplumsal barış demektir.

Bu yazıya son noktayı 28 Ekim’in saat 00.00’ında koymuştum. Sanki birisi kulağıma “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” demiş gibi sabaha kadar uyuyamadım. Son zamanlarda garip bir uyuma şekline daldığımı tespit ettim. Yatakta handiyse sabaha dek uyanık olduğumu sanıyorum. Sabah olacak neden uyumuyorum, diye kendi kendime zihnimden söylenirken gördüğüm rüyalardan telaşa kapılıyorum ki ben uyurken uyanık yaşıyormuşum ya da uyanıkken uyuyormuşum.

Bir de kayıtsızlık uykusuna yatanlar var. Kan uykularda kim dürtülmek ister ki?

Ey, Cumhuriyet’e karşı olan kayıtsızlıklarını yüksek yüksek bilmem necilik, örneğin devrimcilik sananlar, sizin için inanmayacağınız türden bir şeyler yazayım.

Hiç kuşkum yok ki sosyal yaşam zeminlerinizi kaybetmenizin ertesinde Kemalist denen melanetlerle (!) “Atatürkçülük, laiklik, cumhuriyetçilik ve dahi Kemalist devrimcilik” etrafında birleşeceksiniz. Daha doğrusu telaş içerisinde başlar öne eğik şekilde o melunların yanına yanaşacaksınız.

Sosyal ya da politik her ne yaşamsa onun zemini, “feys” sayfalarındaki kofti kahramanlıklarla elde tutulamaz. Sabun köpüğü gibi kayar gider. Yalçın Küçük edası içerisinde sesleneyim: Hanımlar-beyler, karşınızda öylesine beş taş oynanmıyor. Durum gayet ciddi.

Bakınız, ortadan kaldırma (ilga), dedim ama hâlen şeklen var. İnsan(lığ)ın devinimine uygun devrimlerin şekli şemaili değişirken buna paralel karşı devrimler de şekil değiştirir bir hâl aldı. Rejimler oluşturulurken dünya konjonktürleri (durum) belirleyicilik üstlenir. Bu çağda “padişahlık” geldi, denilecek değil ya! Tabela değiştirmeksizin -korunan şekil altında- rejimler değiştirilmektedir. Türkiye’deki Kemalist Cumhuriyet yıkılmıştır. Bu çaresizliği gizlemek için cumhuriyetçiler tarafından “Şeklî kutlamalar varsın resmî makamlara kalsın ama sahiplenen halk oldu.” gibi bir beylik avuntusu oluşturulmaktadır. Aman ne güzel ne güzel (!).

Nostaljilerden ben de keyif alırım ama resimlerde kalmış naif ritüellere bakarak “Cumhuriyet ilelebet yaşayacaktır!” demekle cumhuriyet yaşamaz. Eski Sovyet vatandaşları da hâlen eski rejim anmaları yapmaktadırlar ama Sovyetler Birliği yok!

Bir cumhuriyetçinin, Mustafa Ekmekçi’nin kitap adıyla sesleneyim: “Uyanın Heeey…”!

Bu cüret  nedir?

Eğer ki Cumhuriyet yıkılmamış olsaydı bir değil beş değil, şu mihenk taşları olan ulusal günler art arda yasaklanabilir miydi? Hatta ölüye saygı günü olan 10 Kasım bile yasaklanmadı mı? Peki, Cumhuriyet kutlamalarının “selamlama” faslında Cumhuriyet’in ilga ettiği otoritenin sembolü sayılan mekânların seçilmesiyle verilmek istenen mesaj nedir desem?

Karşı devrimin çoktan yekindirildiğini görmezden gelmek Cumhuriyet’in gidişine ortak olmak demektir. Bu cüret, cumhuriyetçi cephenin yok olduğunun bilinmesinden kaynaklanmaktadır.

Cumhuriyet ülküsünün diyalektiği içerisinde karşıt ve koşut taraflar vardır. Ne hazin ki koşut taraflar pasifikasyon içine sürüklenmiş bir hâl içerisindedirler.

Bu hâl konusu ayrı bir yazıyı hak etmiştir, diyerek buraya bir randevu bırakalım.

Sami Günal
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)