İstanbul’un havasına kızına... / Sami Günal
Baharın başkenti güneyden gelen bir yazarın, diğerleri yetmezmiş gibi, bir de İstanbul’da çektiği bahar hasretliği üzerine edebi serzenişini okuyacaksınız bu yazıda.
İstanbul’un “Havasına, suyuna bir de kızına güven olmaz.” derler. Hani aynı gün içerisinde güneşini, yağmurunu, yelini görürsünüz ya onun için söylenmiş olsa gerek. Folklorik bir taşlamadır. Teşbihte hata olmaz misali bu sözde kusur aranmaz. Gelinsin görülsün ki şimdilerde İstanbul’un yerlisi olan nüfus yok ki içerisinde kızını bulasınız da güven testine tabi tutasınız (!). Vala, İstanbul’un içine düşeli beri güvenilecek erkeğine de rastlamadım. Her şey yerinde güzeldir; kendi tartısı içinde ağırdır. İstanbul’a gelen yerelliğini unutur da bozum bozum bozulur! Bilinmeli ki anamalcı düzen içerisinde naif kalınamaz. Güneyden gelenler için İstanbul’da baharı beklemek kâbustan ötedir. Sanki Egeden gelenler için öyle değil mi ki? Güneyden gelen biri olarak bu gerçeğe bir türlü alışamadım. Bir beklenti içerisindesinizdir. Sanırsınız ki geldiğiniz yerin havasını da sırtınızda taşımışsınızdır. Bahara alışkınsınızdır: “Bahar çatlayınca bizim ellerde / Ağlar Ceyhan Nehri bulanır gelir / Turnalar sevişir güzel göllerde / Elbistan Ovası sulanır gelir” İstanbul’a geldikten nice yıl sonra farkına vardım ki baharını görmeden yazına giriyorsunuz. Bu sene de öyle oldu. Yine yarı sıklette sonbahar havası yaşadık. İşte yazın haziranındayız. Derdim zaten bana yeterken bugün yine can sıkıcı puslu bir hava var. Dışarı çıkasım da yok! “Ömür geldi geçti inceden ince / Dostlarım sormasın toprak olunca / Hatıralar bu dünyada kalınca / Toprak başımıza elenir gelir” Dünya döngüsünün oluşturduğu mevsimsel takvim gerçeğine koşut İstanbul coğrafyasının baştan çıkarıcılığına aldanarak sanki bahar gelecekmiş gibi İstanbul’un havasına haybeden güzellikler biçmelerimizdendir streslere girişlerimiz. Baharda güneyi özlerim de çalışma yaşamımın şu kör olasıca akışı elvermediğinden gidemem. Yerel yaşantıların içindeyken farkına varamazsınız da ayrılıklarınız nostaljiye eriştiğinde tadına varırsınız o şeylerin. Ne çare ki artık elinize geçmez. Ancak o canım türküler alır götürür sizi oralara. “Poyraz yeli eser kalmış avara / Al götür selamım ver nazlı yâre / Bulutlar gözyaşın döker dağlara / Dağlar menekşeye belenir gelir” Sağaltım itibarıyla mevsimlerden yaz, olgunluk; sonbahar, düşkünlük; kış, çöküntü demektir. Bahar öyle mi ya? Bahar demek gençlik demektir, uyanış demektir. E burası İstanbul ya takvimde var olan şu baharın farkına daha varamadan yel gibi gelmiş de geçmek üzere. Kaldı üç güncük. Dünyanın döngüsüne göre gerçek olup da hâlihazırda bize sanal olan şu bahar havası, bari seneye gel bize. “Esti başımıza hayat yelleri / Dost diye çağlıyor ömür selleri / Mahsuni Şerif’im gurbet elleri / Gezer ah çekerek dolanır gelir” Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde yatarken bir mukavvaya yazarak ranzasının üstüne astığı söylenen iki dizelik şiirle yaşar. Bu dizeler, şair Suphi Taşhan’ın o naif iç dünyasındaki umudunu söndürmediğini ifade eden müthiş iki dizedir: “Bahar, beklediğimi getirmedi / Bahar, yine gelir” Bu bahar da getirmedi bakalım, ölmezsek seneye görürüz o meçhulleri! Hepten yok değil! O mutlu mevsime erişenlere ne mutlu! Ilgaz Dağları’nın ulu çınarı Rıfat, özlemim olan baharı sevincine katık eyleyenlerdendir. “Yüzyılımı dörde böldüm… / Her bölümü bir mevsim / Biri kaldı, üçü gitti… / Yazı gitti, güzü gitti / Karlı, tipili kışı gitti / Yemyeşil bir bahar kaldı!” İstanbul dedim de Ankara’yı anmadan geçemem. Ne kötülük gördüm ise havası gibi İstanbul’da gördüm. Bu şehir bir dişli çarktır, onun içinde öğütülmeyen yoktur. Ankara’nın beni, benim onu sevişlerimi unutamam. Bir tek istisnası var. Ünlü mü ünlü çok büyük bir şairimizin sülalesinden olan bir hanımefendi ev arkadaşım vardı öğrenciliğimizde. İstanbul’un kötülüklerinden sonra o melunu (!) bile affettim. Ankara bizi o kadar pamuksu bir şefkat içerisinde tutmuş ki şimdilerde düşünüyorum da o melunun sıradan olan bir yanlışı ne kadar da üzmüş beni! Çok nazikmişiz! Şimdilerde canımız taştan ki İstanbul’a dayanır olduk. Edebiyatla felsefe birbirine dolanınca ne de ballanır! Ankaralı bir arkadaşım der ki bizde deniz yok, ondan yüz yüze bakarız. İstanbul’da insanlar denize bakarlar, ondan birbirlerinden utanacak yüz bulamazlar. Desem ki Ankara’da topladığım meyveler İstanbul’da çürüdü ondan hıçkırıklar içerisindeyim. Aman ha siz inanmayın! Hasretliktendir. Sami Günal
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR